Türkiye’deki siyasi atmosferi anlamak için dünya tarihine yolculuk yapmakta fayda var. Geçmişte dünya’da olup bitenleri analiz ederek bugünü daha sağlıklı analayabiliriz. Dünya tarihinin en karanlık ve kanlı sayfalarını açtığımızda – ki tüm diktatörlerin kanla ve soykırımlarla iktidarlarını kurmak ve iktidarda kalmak için her türlü provakatif eylemi yapmaktan kaçınmadıklarını görmekteyiz.
Bu karanlık dönemlerden biri bundan 90 yıl önce Berlin'de Reichstag yangınıyla başladı. 27. Şubat 1933 akşamı Reichtag alevler içinde yanıyordu. Adolf Hitler'in şansölye olarak atanmasından yaklaşık dört hafta sonrası. Gökyüzüne yükselen alevler yeni ve kanlı bir dönemin kapısını aralıyordu. Reichtag yangınıyla birlikte Hitler ve Nasyonal Sosyalistler (NS) yangının hemen bir kaç saat sonrası bir suçlu bulup tutuklarlar. Kamuoyuna Reichtag’ın Komünistler ve Anarşistler tarafından kundaklandığı ve anarşist bir eylem olduğununun propagandası en hızlı şekilde duyurularak Komunistlere karşı cadı avı başlatılır. Ve bu söylemlerini doğrulatmak için de Anarşist ve meclis komünisti olduğunu itiraf eden 24 yaşındaki Hollandalı Marinus van der Lubbe tutuklanır. Bu tutuklanmayla birlikte Komunist Partisi suçlanarak toplumda bu eylemin bir ayaklanma girişimi olduğunun propagandası yapılır. Komunist Partisi Nazilerin yaptığı bu propagandayı karşı yangının Naziler tarafından çıkarıldığını ve yangınla olan ilişkilerini red ederek bunun Nazilerin bir provakasyonu olduğu ve Nazilerin bu yangını çıkartarak toplumu yanıltıp komunistler başta olmak üzere muhaliflere karşı terrör ve saldırı palanlarına bir zemin hazırlamak istediklerini açıklarlar. Yangın sonrası Marinus van der Lubbe ile birlikte suçlanıp tutuklanan Alman KPD parlamento grubu başkanı Ernst Torgler ve Bulgar komünistler Georgi Dimitroff, Blagoi Popov ve Wassil Tanew suçlanırlar. Torgler Leipzig’te yapılan mahkeme sonucunda delil yetersizliğinden beraat eder. Nitekim 1945 sonrası yapılan araştırmalarda da yapılan tespitlere göre bu yangının Naziler tarafından çıkarıldığı varsayımı güçlülük kazanır. Marinus van der Lubbe kundakçılıktan ve vatana ihanet suçundan mahkum edilerek 10 Ocak 1934 idam edilir. Böylelikle bu yangının sırrıda tümden aydınlatılmadan tarihin derinliklerinde kalır.
Reichstag binasının yakılmasıyla birlikte iktidara gelen Naziler işlemeyen parlamenter demokrasinin sonunu getirerek siyasi hakimiyetlerini kurarlar. Geçmişin Almanyasında yaşananlarla bugünün Türkiyesinde yaşananlar aynı boyutlarda olmasada benzerlikler taşımaktadır. O dönemde, Reich Başkanı Hindenburg, "halkı ve devleti korumak" ve "devleti tehlikeye atan komünist şiddet eylemlerini önlemek" için bir olağanüstü hal kararnamesi imzalar. Bununla ‚Reichstag Yangın Yönetmeliği‘ adı altında Weimar Anayasası'nın güvenceye aldığı temel hak ve özgürlükler, fikir, toplanma ve basın özgürlüğü gibi temel haklar tümden ortadan kaldırılır.
Bugünün Türkiyesinde son yıllarda tek Adam rejimi tarafından kararnamelerle ortadan kaldırılan bireysel hak ve özgürlükler, seçimle gelen Belediye Bakanlarının görevden alınıp kayyumlarla yönetilen Belediyeler ve kapatılan sivil toplum kurumları bunun birer örnekleridir. Demirtaş, Kavala gibi ve daha birçok siyasi muhalifin rehin alınmalarıyla toplumda estirilen korkuyla Tek Adam inşaa ettiği rejimini korumaya çalışıyor. Tek Adam iktidarda kalmak için, toplumda yanlış algılar yaymak ve bunları besleyerek denetim altında tuttuğu medyayı yargının yanısıra muhaliflere karşı propaganda aracı olarak kullanıyor.
Hitler Almanyasında 1933’ten sonra siyasi muhaliflere yönelik yoğunlaştırılarak sürdürülen devlet terrörü, partilerin, sendikaların, kiliselerin birer birer kapatılmaları ve rejime karşı olan aydınların tutuklanmaları ve ortadan kaldırılmaları ve dahası en ufak muhalefetin acımasızca bastırıldığı o dönem bugün Türkiye‘de yaşananlarla benzerlikler taşımaktadır. Hitlerin 1933 yıllında iktidara gelmek ve geldikten sonra kullandığı metodlar bugün Türkiye’de kullanılıyor. Hitler rejiminin güçlendikçe adım adım yol açtığı büyük felaket bilinmektedir. O dönemde de birçok aydın, siyasi muhalif ve yahudi kimliklerinden dolayı binlerce insan Hitler rejiminin baskı ve tutuklamalarından korunmak için yurt dışına çıkmak zorunda bırakıldı. 1938 sonrası ise Yahudi inancında olan topluma karşı toplu tutuklamalar, yurtsuzlaştırılma, gaz odalarında imha, komşu ülkelerin işgali, savaş ve soykırım olmuştur.
Bugün Türkiye’den de binlerce aydının ve siyasi muhalifin Avrupa’da zorunlu sürgünde olması ve komşu ülkelere karşı sürdürülen işgal senaryoları Tek Adamın iktidarda kalması durumunda büyük felaketin kapıda olduğunu göstermektedir.
Seçim tarihi yaklaştıkça provakasyonlar ve saldırılarda giderek artacaktır. Bunun en son örnekleri İyi Partinin İstanbul il başkanlığının kurşunlanması ve Batman’da yapılan bir sokak röportajında Hizbullahçı olduğunu söyleyerek muhalefet partilerine ve muhaliflere yönelik tehditler ve bu zatın kullandığı ifadeler provakasyonların kapıda olduğuna işaret etmektedir. Göz altına alınarak serbest bırakılan bu kişinin devlet tarafından korunduğunu alenen açıktır. Amaç korku ve provakasyonlarla 7 Haziran 2015 sonrasında olduğu gibi ülkeyi terrör sarmalına alarak seçimlerden çıkmaktır.
90 yıl önce Almanya’da yaşananlarla bugün Türkiye’de yaşananlardan ders çıkararıp muhalefet olarak ortak paydalarda bütünleşemesek büyük felaketler bizi beklemektedir.