Siyasette, bilhassa dış politikada ilkel duyguların değil, çıplak çıkarların belirleyici olduğunu İsrail Başbakanı Benjamin Netanjahu en naif insanın bile anlayabileceği şekilde bir kez daha kanıtladı. Netanjahu’nun »Kürtlerin bağımsızlık uğraşlarını desteklememiz gerekir« açıklaması, öylesine sarf edilmiş, konjonktürel bir laf değil, aksine iyi tartılıp-biçilmiş bir dış politika atağıdır.
Görüldüğü kadarıyla İsrail kısa vadede Irak devletinin toprak bütünlüğünü koruyamayacağı ve oluşan »Hilafet devleti« ile ezelî düşmanı İran arasında çabuk bitmeyecek bir savaşın çıkacağı görüşünde. Bu gelişme İsrail’in güvenebileceği ve duruma göre işbirliğine girebileceği yeni aktörleri gerekli kılıyor. Netanjahu son çıkışıyla bu güvenilir aktörlerden birisinin »Barzani Kürdistanı« olacağını düşündüğünü gösterdi. Tel Aviv’deki »Ulusal Güvenlik Araştırmaları Ensitütüsünde« yaptığı konuşmasında, İsrail devletinin hedefinin »bölgedeki ılımlı güçlerle işbirliği yapmak ve Ürdün gibi güvenilir devletlerin kendilerini savunabilmelerini güvence altına almak olduğunu« söyleyen Netanjahu, böylelikle »Kürdistan aşkının« gerekçesini de açıklamış oldu.
İsrail kendisini, Irak ve Suriye topraklarında kurulan ve hedeflediği alanın bu ülkelerle sınırlı olmadığını açıklayan »Hilafet devletinin« doğrudan tehdidi altında hissetmiyor. Asıl kaygısı, islamist terör çetelerinin Irak’tan sonra Ürdün içerisinde de etkin olma ve böylelikle Filistin’de radikal unsurların güçlenmesi olasılığıdır. İslamist terör çetelerinin Golan Tepeleri ve Sinai Yarımadası arasındaki bölgeye yakınlaşmalarını dahi engellemek isteyen ve Batılı ülkelerin yardımıyla oluşturulan Irak ve Filistin güvenlik güçlerine kesinlikle güvenmeyen İsrail, bu nedenle Ürdün Krallığı’nın istikrarı ve güvenliğini yaşamsal çıkarı olarak ilân etti.
Aslına bakılırsa Irak’ın geleceği konusunda İsrail’in – kendi çıkarları açısından – Batılı müttefiklerinden daha gerçekçi bir tahlil yaptığını söylemek yanlış olmayacak. Çünkü gerek ABD, gerekse de Almanya öncülüğündeki AB tamamen ikircikli davranıyorlar. Hem Barzani’ye »bağımsızlık ilânından şimdilik feragat et« deyip, Maliki’yi »ulusal birlik hükümeti kur« baskısı altına alarak Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduklarını söylüyorlar, hem de diğer yandan toprak bütünlüğünü asıl tehdit eden IŞİD ve diğer terör çetelerine karşı engelleyici adım atmakta kararlılık göstermiyorlar. Elbette bunun arkasında İran’ı baskı altına alma gibi hedefler de duruyor, ama Batının İsrail’in beklediği adımları atmaktan çekindiği gün gibi ortada.
İsrail ise Irak’taki fiili durumun kalıcılığı ve kendi »ulusal« pazarını yaratmaya çalışan Güney Kürdistan burjuvazisinin şu an için »en güvenilir partner« olacağı tespitinden hareketle, Irak’taki »yeni« durumu kendi lehine kullanmaya çalışıyor. Zaten ABD’nin İran’a yakınlaşma tandansını göstermesinden ve Temmuz ayında yapılacak olan nükleer program görüşmelerinden rahatsız olan İsrail, İran’daki Molla rejimini güçlendirebilecek hiç bir adımı onaylamak istemiyor. İsrail bu nedenle bölgedeki mezhep çatışmasının kanlı bir »Hilafet devleti«-İran-Savaşına yol açacağını ve böylelikle hem İran’ın, hem de Filistin Sorununda kendisine »ayak bağı« olabilecek islamist terör çetelerinin zayıflayacağı hesabını yapıyor. Yani İsrail, Türkçe deyimle »iti ite kırdırma« politikasının peşinde.
Peki, İsrail devlet aklının bölgedeki çıkarları gereği »bağımsız« bir Kürt »ulus« devletini desteklemesi, Kürt halkının çıkarına mı olacaktır? Kürdistan petrolünün Kürt halkına ait olacağını zanneden küçük burjuva aklı yetmezler bunda bir yarar görebilirler, hatta buna inanıyor dahi olabilirler. Ama »Barzani Kürdistanı«na destek, Rojava’ya ise köstek çıkan İsrail ve bölge egemenlerinin gerçek amaçlarını iyi bilen sosyalistlerin yanıtı açıktır: ABD’nin izni, Türkiye’nin kavli ve İsrail’in »sağdıçlığı« ile ne bağımsızlık olanaklıdır, ne de halkların özgürlüğü ve ezilenler ile sömürülenlerin kurtuluşu.
Bölgede özgürlük ve kurtuluşun adresi belli: Daha fazla Rojava, bu anlamda daha fazla Kürdistan!
5 Temmuz 2014