Son bir iki haftadır dünya kamuoyu Amerika'daki ırkçılık karşıtı gösterilere ve gelişmelere kilitlenmiş durumda.
En son 140 şehre yayılmış ırkçılık karşıtı gösteriler hem Trump yönetimini köşeye sıkıştıracak nitlelikte hem dünyayı şaşırtacak nitelikte. Dünyadaki en gelişmiş emperyalist-kapitalist bir ülke olan ABD'de ki zenginle yoksul arasındaki ekonomik uçurumda süper boyut da.
Bir kaç yüzdelik azınlık, tüm dünyada hem askeri hem ekonomik alanlarda trilyonlara varan güçleriyle istedikleri gibi at koştururken, kendi ülkesindeki milyonlarca yoksula çare üretmekten hep uzak kalmış.
Daha düne kadar, Obama dönemine kadar 40 milyon Amerikalı sağlık sigortasından yoksundu. Milyonlarca Latin - Amerikalı, özellikle Meksikalı kaçak göçmenlerin hiç bir sosyal- güvencesi yok. Ondan önce Afro- Amerikalılar köle atalarından bu yana hâlâ Amerika'nın en sefil kesimini oluşturuyor ve hâlâ, beyaz adamın kendini üstün gören ırkçı teröründen ötürü acı çekiyor, can veriyor.
Bunun uzun yıllara dayanan geçmişine diğer Avrupa kökenli beyazlarda hem şahit hem de sabıkalı ama aynı zamanda insani ve vicdani bir hesaplaşmadan geçmiş bir süreci yaşayarak ezilenlerin derdiyle ortaklaşan ve vahşi kapitalizmin sınır tanımayan sömürüsünden sadece Meksikalı veya Afro-Amerikalıları ezmediği, aynı zamanda beyaz tenli çalışanları yoksullaştırdığına tanık oldular. Kızılderililerin soykırım geçmişini bilmeyen yok zaten.
Ku-Klux-Klan ırkçı faşist yapılanmaların devlet kurumlarında örgütlenmeleri ve siyah tenlilere karşı vahşi cinayetleri 1960'ların sonlarına kadar sürdü. Tüm bunlar başlı başına ayrı bir tarih. Beni ilgilendiren en son gelişmeler. Minneapolis kentin de ırkçı polislerin siyahi George Floyd'u öldürmesi sonrasında ortaya çıkan ve 140 şehre yayılan ırkçılık karşıtı isyanın boyutlarında Türkiye'deki Gezi hareketi ile yağmacılık hariç, bir benzerlik taşıması ve sınıflararası mücadelenin klasik tanımlamalarla açıklanamayacağı sorunu.
Nedenine gelince, gerek Amerika'daki anti-ırkçı hareket, gerekse Türkiye'deki çevreci bir hareketinden geniş toplumsal isyana dönüşen hareket kendiliğindenci oldu. Her iki hareketde hiç bir örgütün ne bir çabası ne de bir hazırlığı olmadı ama tüm muhalif örgütlenmelerin onca analizlerine, programlarına ve faaliyetlerine aldırmayan bir patlama yaşandı.
Onlarca, yüzlerce muhalif örgütün yapmak ve ulaşmak istediği halk ayaklanması onlardan bağımsız ortaya çıktı. Üstelik tüm muhalif örgütlenmeleri cebinden çıkaracak bir kitlesel bir katılımla oldu. Peki nasıl oldu da bir anda, onlarca veya yüzlerce devrimci-demokrat örgütün on yıllardır başaramadığı ve milyonlar insanın katıldığı bir isyan hareketi doğdu ?
Yada milyonlarca insan, neden devrimci-demokrat muhalif örgütlerin çağrılarına daha önce kulak asmadı ?
Burda ortaya çıkan gerçek şu; Gerek Amerika'daki anti ırkçılıkla başlayan isyan, gerekse Türkiye'deki Gezi hareketi toplumun tüm kesimlerindeki biriken hoşnutsuzluklarını bağrında toplayan bir siyasi örgütten yoksun oluşlarıdır. Daha doğrusu, hiç bir siyasi örgütün toplumun tûm kesimlerini ilgilendiren ortaklaşmış değerlere kucak açmamasıdır.
Bu böyle olunca, insanlar, ister işçi olsun, ister doktor olsun, ister polis olsun herkesin itiraz edemeyeceği insani değerler de kendileri buluşmuştur ve bunda, hiç bir örgütü bekleme, vede onun belirlediği sınırlara girme diye bir eğilimleri olmamıştır. Yani tüm örgütler kendiliğinden ortaya çıkan geniş tabanlı halk hareketine dar gelmiştir. Bunun nedenleri, niçinleri incelenmesi gereken bir sorundur.
Aklıma gelen ilk şey, kitlelerin artık herhangi bir devletin siyasi, ekonomik baskılarından kaçarken, bir başka muhalif gözüken siyasi örgütlenmenin belirlediği sınırlara hapis olmak istememeleri.
Herkesin kendi özgür iradesini ortaklaşan değer ve hoşnutsuzluklarda özgürce buluşma istemi öne çıkmış gözüküyor.
Düzenin köleliğinden kurtulmak için şu ya da bu örgütün kölesi olmaktan kaçınan yeni bir toplumsal muhalefet söz konu...