Dün Der Spiegel dergisinde Özlem Türeci ve Uğur Şahin ile yapılmış uzun bir söyleşi vardı. Söyleşi Der Spiegel’in basılı biçiminin kapağının da konusu olmuş.
Aslında oldukça iyi hazırlanmış ama söyleşiyi yapanın ve Der Spiegel’in dar görüşlülüğünü de yansıtan bir söyleşi. Örneğin koskoca söyleşiden, Der Spigel’in öne çıkardığı, Almanya’nın yeterince aşı alacağı gibi kaba bir ulusal bencillik ve dar görüşlülükle malul. (Tabii Türeci ve Şahin’in göçmen çocuğu olmasının da derinden bir iması.)
Halbuki söyleşinin bu bölümünde, Şahin özellikle soranın kurduğu tuzağa düşmemek için, vurguyu ülkelere değil, dünya ölçüsünde önceliği olanlara yapıyor.
Konuşmanın o bölümünü olduğu gibi aktaralım. Ama konuşmanın bağlamı bakımından kısa bir açıklama yapalım. Aşının ABD ve Avrupa tarafından ne kadar sipariş edildiği konuşuluyor ve Şahin, Avrupa’nın az miktarda sipariş etmesini ve geç etmesini şaşkınlıkla karşıladığını söylüyor ama bunu da anlaşılabileceğini, Avrupa birçok üye ülkenin onayını almak zorunda olduğunu ve aşıyı birçok şirketten alabileceğini düşündüğü için böyle az sipariş etttiğini söylüyor. Bu nedenle aşı temininde bir boşluk olabileceğini belirtiyor.
Bu noktada söyleşiyi yapan baklayı ağzından çıkarıyor. Siz bir Alman firmasısınız ve size başlangıçta Almanya destek verdi, şimdi bunun diyetini ödeyip Almanya’ya bir ayrıcalık yapmanız gerekmez mi diyor. En iyisi o bölümü olduğu gibi aktaralım.
“SPIEGEL: Biontech bir Alman şirketidir ve 375 milyon euro ile Alman hükümeti tarafından desteklenmiştir. Dolayısıyla pek çok insan açıkça Almanya için özel bir kota bekliyor.
Şahin: Almanya yeterince aşı alacak. Baştan beri kendimizi küresel bir şirket olarak gördüğümüzü ve aşımızı dünya çapında kullanıma sunduğumuzu vurguladık. (Yani “Alman şirketi” değil, “küresel” bir şirketiz. Ulusal bencilliği ve dar görüşlülüğü açıkça bir red.) Şu anda yaklaşık 50 ülkede onaylandı ve bunları tedarik etmek zorundayız ve istiyoruz. (İmtiyazlı muamele yok. Herkese eşit.) Gelişmekte olan bir ülkeye 500.000 kutu gönderilmişse, gerçekten oraya gitmeleri gerekir. (Almanya gibi zengin bir ülkenin bencilliğine karşı geri ülkenin ihtiyacının önceliğinin vurgulanması) Yaşlıların ve sağlık personelinin olabildiğince çok ülkede aşılanması önemlidir. (Özellikle acil ihtiyacı olanların, ülkesine bakmadın önceliğinin vurgulanması) İnanıyorum ki biz Almanya'da önümüzdeki aylarda en kırılgan grupları, özellikle en yaşlıları iyi bir şekilde ele alabileceğiz. (Almanya’nın da bu bağlamda korkmaması gerektiği)”
Sadece bu aktardığımız bölüm bile, Der Spiegel’in, söyleşiyi ve kapağı “Almanya yeterince aşı alacaktır” başlığıyla vermesinin, nasıl en önemliyi en önemsiz en önemsizi en önemli göstererek ters yüz ettiğini gösterir.
*
Aslında Şahin ve Türeci sadece bilim insanı değilller, politik olarak da son derece bilgili ve bilinçli oldukları sezilen insanlar ve muhtemelen basının neler yapabileceğini bildiklerinden de kelimeleri ve kavramları son derece dikkatli kullanarak görüşlerini ifade ediyor ve vurgularını yapıyorlar.
Bunu daha iyi görebilmek için söyleşinin kendilerinin kökeniyle ilgili bölümünden bir alıntı yapılabilir.
“SPIEGEL: Kaçınılması daha zor bulduğunuz bir tartışma, Türk kökenlerinizle ilgili. Bazıları sizi göçmenler için rol model olarak kutluyor, diğerleri bu tür kimlik yönlerinin bir rol oynamaması gerektiğini söylüyor. Kendiniz hakkında ne hissediyorsunuz?
Şahin: Şirketimizde 60'tan fazla ülkeden personel istihdam ediyoruz. Bir göç geçmişi bizim için tamamen normaldir, hiç önemli değil. Öte yandan, başarımızın özellikle Türkler için ilham verici olduğunu anlıyorum. Bu bakımdan, onu mantıklı bir şekilde kullanma ve kendimiz hakkında insanlara normalde olduğundan biraz daha fazla açıklama yapma sorumluluğumuz var.
Türeci: Kimlik olumsuz bir şey değildir, yalnızca kimliğin siyasallaşması zararlıdır. Bundan kesinlikle kaçınmak istiyoruz.”
Hemen görüleceği gibi, söyleşiyi yapanın yerli yabancı problematiğine takılmadan ve hapsolmadan, tuzağa düşmeden, bugünün globalleşmiş dünyasında bunun son derece normal ve konu bile edilmesi gerekmeyen bir sorun olduğuna vurgu yapıyorlar.
Ama aynı zamanda politik olarak da gerçeklere gözlerini kapamadıklarını kendileri için hiçbir önemi olmamasına rağmen, Türkler için eğer ilham verici bir örnek oluşturuyorlarsa, bunu martıklı bir şekilde kullanmayı da reddetmiyorlar ve dolayısıyla bu yararını gös önüne alarak bu konuyu konuşmaktan çekinmeyeceklerini de vurguluyorlar. Yani aslında sadece doğa bilimcisi olmadıklarını aynı zamanda sundukları örnekle politik bir mücadele de vermekte olduklarını sezdiriyorlar.
Dikkat edilirse, nedense Türk basını ve medyası, bu iki bilim insanını ve yaptıklarını olabildiğince görmezden gelmeye çalıştı.
Bunun nedeni çok açık.
Onların varlığı ve bu duruşu bile Türk devleti için bir tehdit ve provakasyon oluşturuyor.
Ama burada özellikle Türeci’nin Şahin’i tamamlayan şu cümlesi de son derece önemlidir ve onların aslında politik olarak gerçek bir devrimci demokrasi programına sahip olduklarını gösterir: “Kimlik olumsuz bir şey değildir, yalnızca kimliğin siyasallaşması zararlıdır. Bundan kesinlikle kaçınmak istiyoruz.”
Bu tam da bu satırların yazarının yıllardır Türkiye’deki demokrat ve sosyalistlere anlatmaya çalıştığı programın kısa ve özlü bir özetidir.
Türkiye’de sosyalistler ve demokratlar kimliği siyasallaştırmayı bir demokratikleşme yöntemi olarak benimsemiş ve bu nedenle aslında bu günkü çıkmaza yol açmışlardır. Yıllardır devletin ve ulusun herhangi bir dil veya dinle veya etniyle vs. tanımlanmasına karşı, tanımlanması için mücadele edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Yani devletin kimliği (Dili, dini, etnisi, kültürü vs.) olmaz, olmamalıdır, demokrasi ancak bunların devlet ve politika dışı kalması için mücadele etmekle gelebilir ve tüm gayrı memninler ayrı hedef etrafında birleştirilebilir diyoruz. Yani devlet ve ulus bir dille, dinle, kültürle, etniyle tanımlanmaya karşı tanımlanmalıdır diyoruz. Bulunduğu yerden Türeci de aynı programı, “Kimlik olumsuz bir şey değildir, yalnızca kimliğin siyasallaşması zararlıdır” diyerek, gayet özlü biçimde ifade ediyor.
Türkiye’nin aydın, demokrat ve sosyalistlerinin bir türlü anlamadığını ve belki de anlayamayacağını kısa ve özlü biçimde ifade ediyor.
*
Hayatını devrimci mücadeleye adamaya çalışmış bir insan olarak devrimci sıfatını kolay kolay kullanmam.
Devrimci sıfatı biri politik diğeri ahlaki denebilecek iki anlam sahiptir.
Politik anlamıyla, toplumda köklü dönüşümleri hedefleyen ve bunun ancak en geniş ve alttaki kitlelerin eylemiyle gerçekleşebileceğini savunan demektir. Bu devrimciliğin her durumda yeniden üretilmesi gerekir. Çok zordur bu devrimciliği sürdürmek. Çünkü gerçeklik somuttur. Somut gerçeklik içinde her an doğrular yanlışlara, yanlışlar doğrulara dönüşür. Bütün bunları göz önüne alarak, olaylar mahşerinde ipin ucuna kaçırmadan, devrimci bir tavrı sürdürmek, sadece devrimci uyanıklık değil, sadece ezilenlerle sürekli bir ruh ve düşünce birliği içinde bulunmayı değil, kader birliği içinde bulunmayı gerektirmekle kalmaz, aynı zamanda topluma ve toplumsal olaylara en son olgu ve teorilerle desteklenen bilimsel bir yaklaşımı da gerektirir.
Devrimcinin bir de ahlaki diyebileceğimiz bir anlamı vardır. Toplumu değiştirme, sömürü ve baskıyı ortadan kaldırma mücadalesine kendini ve hayatını adama anlamında, eşitlik ve özgürlük davasıyla hayatını özdeşleştirme anmamında da kullanılır. Bu anlamda, programatik, politik içeriği bakınından kişi her zaman devrimci bir pozisyonda bulunmasa da bu anlamda bir devrimci olur, olabilir ve bu anlamda da özel bir saygıyı hak eder.
Tabii bir de, bu anlamların dışında, bilim ve sanat alanında, kökten bir değişiklik yapan anlamında devrimci sıfatı kullanılır.
Örneğin Kafka bürokratik yabancılaşmayı hem romanların konusu yapma hem de onu ifade ettiği imgeler ve anlatım bakımından sanat alanında bir devrimcidir.
Bir Kopernik veya Einstein bu anlamda bilim alanında devrimcidir.
Türeci ve Şahin elbet bu anlamda birer bilim insanı olarak gerçekten birer devrimcidir. Aşı’nın böylece kısa zamanda ortaya çıkabilmesi uzun yıllar süren teorik ve pratik çabaların ve birikimin ürünüdür. Aşıyı geliştirmekte kullandıkları yöntem sayesinde (Hastanın bedenini hastalığa karşı ilaç üreten bir fabrika gibi kullanmak.) birçok hastalığa ve kanserlere karşı devrimci sonuçları muhtemelen birkaç yıl içinde görülecektir. (Ayrıca işin örgütlenmesinde de devrimci işler yaptıkları söyleşiden anlaşılmaktadır.)
Ancak burada bu devrimciliklerinin aynı zamanda bir dava insanı anlamında bir devrimcilikle birleştiğini de görüyoruz.
İkisi de bugün milyarlarla ölçülen bir şirketin sahibi olmalarına, daha önce kurdukları şirketi milyonlarca dolara satmış olmalarına rağmen, onlar için bu paranın hiçbir önemi bulunmamaktadır.
Bu paralar onların bilimsel araştırmaları için sadece daha geniş olanaklar demektir.
Milyarları olmasına rağmen, bir arabaları yoktur ve Şahin her gün işe bisikletiyle gidip gelmekte, yıllardır oturdukları mütevazi apartman dairesinde oturmaktadırlar.
Kazanacakları paraları bilimsel araştırmalarını geliştirmekten başka bir şey için kullanmayı düşünmemektedirler.
Yani onlar için bilimsel araştırma para kazanmanın aracı değil, kazanılan paralar bilimsel araştırmanın aracıdır. Ve bu bilimsel araştırmalar insanların doğrudan doğruya daha sağlıklı yaşaması, hastalıkların yenilebilmesi içindir.
(Şimdi bu yaklaşımın karşısına bir yere refakatçi yüz tane siyah mersedesle ve korumalar ordusuyla giden, altın kaplamalı tahtlara ve bin odalı saraylarda oturan, itibardan tasarruf olmaz diyen Erdoğan’ı koyun. Nasıl bir yıkıcı örnek sundukları, Erdoğan’ın aslında için için bu insanlardan nasıl nefret ettiği sezilebilir.)
Yani iki dava insanı karşısındayız. Onlar bu anlamda, doğrudan politik bir ifadesi yokmuş gibi görünse de, içeriğiyle aslında son derece humanist, dolayısıyla politik olarak da gerçek devrimcilerdir.
Ve doğrudan politik olmayan bu devrimcilik, para için değil, insanlık için var olmak, para olursa da bunu onun için kullanmak hedefinin kendisi bugün var olan sistem için gerçekten patlayıcı ve devrimci bir duruştur.
Bu anlamda, bizlerin hepimizden daha devrimci ve daha yıkıcıdırlar.
Bu nedenle, yani hem birer bilim insanı olarak bilimde yaptıkları devrimle birer devrimcidirler.
Kendilerini bilimsel araştırmalara adamalarıyla ve bu araytırmalar insanların sağlığı ile de ilgili olduğundan, insanlığa adamalarıyla ahlaki olarak devrimcidirler.
Ama sadece bu kadar değil, bu ikisi bir araya geldiği için, politik olarak da (Kendi politik görüşleri muhtemelen solda olmasına rağmen, ondan da bağımsız olarak) varoluş ve duruşlarıyla da nesnel olarak devrimcidirler.
Bu nedenle onlara “iki devrimci” diyoruz
*
Benim kuşağım, yani biz 68’liler, devrimci olmadan önce, ilk gençliğimizde, böyle Türeci ve Şahin gibi, kendimizi bilim ve sanata adamayı, orada büyük işler yapmayı hayal ederdik.
Sonra ister istemez suyun başını politika kestiğinden, nefret ettiğimiz halde, sadece görev olduğu için, kendimizi politik mücadeleye adadık. Çünkü ezilen sınıflar, enerjlerinin ve güçlerinin büyük bölümünü var olan devletin ve sistemin yıkılması mücadelesine adamak zorundadırlar. Ancak devrim başarıldıktan sonra gücü ve zamanı politikadan alıp kültüre ve bilime adama politikasına geçebilirdik. Yaptığımız yanlış değildi ve değildir. Ama bunda pek de başarılı olamadık. (Onun nedenleri ayrı ve uzun bir konu.)
Ama bu gençlik aşkı, bilime v e sanata adanmış bir hayat, orada bir şeyler yapabilmek, hep içimizde bir ukte olarak kaldı.
68’in en önemli iki kitle önderi ve örnek insanının bu konudaki tavrını burada bir örnek hatırlatmak gerekir.
Ben kendim duymadım ama tanıyanlar anlatırlardı. Sinan Cemgil, insan ya iyi bir devrimci olmalı ya da devrimci olamıyorsa, iyi bir bilim veya sanat insanı olup ezilenlere ve insanlığa öyle bir katkıda bulunabilmeli der, onun sağlayacağı prestij üzerinden de devrimci davaya kendini politik mücadeleye adamış bir insan kadar yararlı olabileceğini söylermiş.
Bu o zamanlar hepimizin paylaştığı görüşlerdi. Sinan kuşağının en iyi yetiştirilmiş insanlarından biri olarak, muhtemelen iyi bir sanatçı veya bilim insanı olabilirdi. O da politikanın önceliğini görüp, kendini politik mücadeleye adayanlardandı.
Aynısı deniz Gezmiş’da de görülebilir. Son mektubunda, kadeşi Hamdi’ye bilim insanı olmasını vasiyet eder. Kedi özlemini kardeşine devreder.
Bizler, Deniz ve Sinan gibi ölme şerefine kavuşamayıp yaşayanlar ise, ne iyi bir devrimci olabildik, ne iyi bir sanat ve bilim insanı.
Türeci ve Şahin’e bakınca bizlerin başaramadığımızı onların olsun başardığını görmek, biraz olsun teselli veriyor.