Önce konuyla ilgili farklı bir boyuta dair birkaç cümleye ihtiyaç bulunmaktadır.
Savaşların adlarını kim koyar? Savaşların adlarını da genellikle eğemenler koymaktadırlar. Böyle olunca savaşın niteliği de, anlamı da, kimin, kime karşı, kiminle ve niçin savaştığı gözlerden uzak tutulabiliyor. “İdlib savaşı”, “Suriye savaşı” gibi adlandırmalarda böyle adlandırmalardır.
Ortadoğu’da, büyük ölçüde Kürdistan topraklarında, çok taraflı bir savaş yaşanmaktadır. Bu savaş önce DAİŞ çeteleri tarafında başlatıldı. Eğer DAİŞ başarılı olsaydı, Irak ve Suriye devletlerini ortada kaldıracaktı. DAİŞ’in başlattığı bu savaşı Türk devleti, “Allahın bir lütfu” olarak görmüş ve bu fırsatı ganimete çevirmek için DAİŞ’i stratejik müttefik olarak kabul ve ilan etmiştir. Bu saatten sonra savaş, Kürtlere karşı bir savaşa dönüşmüştür. Çünkü Türk devletinin de, DAİŞ’inde hedefi Kürtlerdi, çünkü Kürtler, her iki tarafında hesabını bozuyordu.
Kürt direniş güçleri DAİŞ’i yenince, savaşa Türk devleti doğrudan dahil oldu. Böylece savaşın Kürtlere karşı olan boyutu daha somut bir hal aldı. Buna rağmen “Suriye savaşı” denerek Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürdüğü savaş gizlenmeye çalışıldı hep. Bugün “İdlib savaşı” olarak adlandırılan savaş da Kürtlere karşı bir savaştır.
Gerçeğin böyle olduğunu anlamak hiç zor değil. Türk devletinin neden İdlib’ ten çıkmadığının gerekçesi bu gerçeğin ifadesidir. Türk devleti “sınır güvenliğim yok” diyor. Sınır güvenliği neden yokmuş, “Rojava da Kürtlerin büyük bedellerle yarattığı statü, Türk devletinin güvenliğini tehdit ediyormuş”. Demek ki Türk devleti diyor ki “Rojava var olduğu sürece benim güvenliğim olmayacak, o halde ben, güvenliğimi sağlamak için, daha doğrusu Rojava’yı yok etmek için, burada bulunmaya devam edeceğim” diyor. Demek ki Kürtlerin statü kazanmış olması, bu savaşın en önemli ve en temel gerçeği ve nedenidir. Bu gerçek gözlerden uzak tutularak, yok sayılarak, bu savaş hakkında yapılan bütün değerlendirmeler eksik ve sorunlu olacaktır.
Görüldüğü gibi savaşı kendi istedikleri gibi adlandıran savaşçı güçler, savaşın kimler tarafında kimlere karşı sürdürüldüğü gerçeğini, yani Kürtlerin bu savaşın ana taraflarından birisi olduğunu, gözlerden uzak tutmak istemektedirler.
Bunu belirterek geçtikten sonra, Erdoğan ve Putin görüşmesinden sonra olası gelişmeleri ele almak önemlidir.
Öncelikle başka yazılarda birçok defa belirtilmişti, Erdoğan, savaşı büyüterek bu süreçte istediklerini elde etmek istemektedir. Türk devletinin, saldırıları tırmandırdığı ve mülteciler kartını devreye koyduğu gibi, istediği sonucu elde etmek için elinden gelen başka seçenekleri de değerlendireceğini öngörmek kehanet olmaz. Peki nedir Erdoğan’ın elindeki diğer kozlar? Savaşı tırmandırmak Erdoğan’ın en temel kozu durumundadır. Savaşı tırmandırmanın tam ve somut karşılığı Kürtlerin can bedeli yarattığı Rojava statüsünü yok etmektir. Erdoğan’ın asıl hedefinin bu olduğu cümlenin malumudur.
Erdoğan, güvenlik adına İdlib ve diğer yerleri işgal ederek bir oldu bitti yapmıştır. Böylece yaptığı işgalle bir kriz yaratmıştır. Şimdi de yarattığı krizi çözmek adına ve İdlib de çekilmenin karşılığında, Suriye, Rusya ve İran’a, “İdlib işgali, Türk devletinin güvenliği için yapıldı, siz Rojava’yı ortada kaldırın ben de işgal ettiğim bölgelerde çekileyim” diyebilir. Böylece Türk devleti, Suriye, Rusya ve İran’ın eliyle Kürtlerin büyük fedakarlıklarla elde ettikleri statünün ortadan kaldırması gibi uğursuz ve kahredici bir yıkım projesi devreye konabilir. Böyle bir yönelim, Kürtler dışında, savaşın bütün tarafları için kabul edilebilir olacaktır.
Ancak biliyoruz ki savaşlar bir yanda yıkım ve katliamlar demekken diğer yandan da fırsat ve olanaklar barındırır. Halklar açısında yıkım ve katliam yaşamak yada fırsatlardan avantalı sonuçlar elde etmek ve kazanmak, örgütlü bir mücadeleyle mümkün olabilmektedir. Eğer örgütlü bir yapıya sahipseniz ve mücadele ediyorsanız, savaşın yarattığı fırsatları avantaja çevirebilirsiniz. Değilse yıkımlar, katliamlar yaşarsınız. Bu açıdan bakıldığında elbette Kürtler örgütlüdürler ve elbette bu örgütlülükleri aracılığıyla buna benzer yüzlerce saldırıyı göğüslemiş ve püskürtmüşlerdir. Dolasıyla hiç kimsenin kuşkusu olmasın Kürtler, bu melanet komplocu yönelimi de boşa çıkartacaklardır.
Ancak bugün karşı karşıya olunan saldırı, püskürtülmesi halinde ortaya çıkartacağı sonuçları açışında, çok özel, özgün ve önemlidir. Bu saldırı püskürtülüp bu oyun bozulduğunda, Kürtler sadece her hangi bir mevzi kazanmış olmayacaklar, bir bütün olarak ve kalıcı bir biçimde, özgürlüklerini kazanacaklardır. Bu saldırı püskürtüldüğünde Ruslar, Suriye ve İran devletleri, Kürtleri “harcanacak”, “birilerine peşkeş çekilecek bir taviz nesnesi” olarak değil, onurlu bir müttefik olarak kabul edeceklerdir. Geriye kalan uluslararası güçler, devletler ve ilgili kurumlar da aynı şekilde Kürtlere, daha realist, daha objektif ve gerçek bir toplumsal siyasal güç olarak yaklaşacaklardır.
Bu ihtimal çok yakındır. Her ne kadar diğer taraflar görmezden gelmeye, yok saymaya çalışsalar da, Kürtler, bu savaşın kendileri için ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir.
Kürtler, kazanmaya mecbur ve mahkum oldukları bu savaşın her aşamasına, bu bilinçle yaklaşmakta ve bütün kurumlarıyla buna uygun bir tutum içinde bulunmaktadırlar. Sadece kendilerinin değil, hem bölge halklarının, hem de dünya haklarının bu savaşa karşı doğru bir tutum almalarını sağlamak da Kürtlerin görevleri arasındadır. Çünkü bu savaşı halkların kazanmasını sağlayacak kabiliyete ve olanağa sahip olan örgütlü yapı da sadece Kürtlerde bulunmaktadır.