Son birkaç yıldan beri Avrupa’ya geçmiş yıllara göre giderek artan yoğun bir mülteci akını var. Mültecilerin sayısal olarak en çok tercih ettikleri ülke F.Almanya olsa da, gelenlerin sayısı nüfus oranına göre hesaplandığında kamuoyuna yansıtıldığı gibi hiçte yüksek değildir.
F. Almanya’ya geçen yıl 173.070 mülteci siyasi sığınma başvurusunda bulundu. Bu yılın sonuna kadar ise mülteci sayısının 800 bine ulaşması bekleniyor. Bu yılın ilk altı ayında gelen mülteci sayısı geçen yılı aşmış olmasına rağmen F. Almanya nüfus oranına göre Avrupa’da İsveç, Macaristan, Avusturya,Malta,Danimarka’dan sonra altıncı sırada bulunmaktadır.
Mültecilerin büyük bir çoğunluğu yoksulluğun ve işsizliğin yoğun olduğu Balkan ülkelerinden başta Kosova, Arnavutluk ,Sırbistan ve Makedonya’dan gelmektedir. Bu ülkelerden gelen mültecilerin ezici çoğunluğunu ise sinti ve roma’lılar oluşturmaktadır.
Tarih boyunca sürgün hayatı yaşamış, katliamlara uğramış sinti ve roma halkına günümüzün Avrupa'sında da yaşam hakkı çok görülerek, bir ülkeden diğerine göçe zorlanarak , yok edilmek istenmektedir. Bu ülkelerden gelen mültecilerin hemen hemen hepsinin – sinti ve roma’lılarda dahil – ilticaları kabul edilmiyor ve geldikleri ülkelere geri gönderiliyorlar.
Federal Almanya Avrupa’nın en güçlü ekonomisiyle gelen mültecilerin ekonomik ve sosyal yükünü kaldırabilecek ve onları topluma entegre edecek bir potansiyele sahipken, tam tersine iktidar ortağı kimi politikacıların sorumsuzca suni gündem yaratıp Almanya’nın yoğun bir mülteci akınına uğradığı propagandasıyla gündemi belirlemeleri toplumda var olan mülteci düşmanlığını ve ırkçılığı daha da körüklemektedir.
Son aylarda mültecilere ve mülteci yurtlarına yönelik saldırılarda geçen yıllara göre giderek artmıştır. Bu tür olayların gelişmesinde hiç şüphesiz federal ve eyalet düzeyinde halk üzerinde etkili olan politikacıların dıştalayıcı ve ayrıştırıcı söylemleri de rol oynamaktadır. Geçen hafta sonu Sachsen eyaletinin Heidenau şehirinde gece yarısı mültecilerin barındığı yurta ve mültecilere NPD ve yandaşları tarafınden yapılan saldırılar ırkçılığın geldiği korkunç boyutu göstermektedir.
“Biz dünya’nın sosyal yardım dairesi değiliz” (Horst Seehofer, CSU Başkanı. Bayern Eyaleti Başbakanı) veya Federal Almanya içişleri bakanı Thomas de Maiziére ´nın “bizde mültecilere yapılan sosyal yardım Arnavutluk ve Kosova’daki asgari ücretin üstündedir” türünden açıklamaları doğruyu yansıtmamaktadır. Bugün dünya çapında 50 milyonu aşkın insan doğup büyüdükleri toprakları terk ederek, mülteci olarak başka ülkelerde bulunmaktadır.
Geçen yıl Avrupa Birliği üyesi ülkelere 626 bin kişi gelerek mülteci başvurusunda bulunmuştur. Bu sayının yüzde 60’ına yakın oranı ise Balkan ve Güneydoğu Avrupa ülkerinden gelen mültecilerdir. Dünya’da hareket halinde olan 50 milyonu aşkın mültecinin yüzde 80'i anavatanlarına yakın bölgelerdeki komşu ülkelere sığınmıştır. Görüldüğü gibi Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, başta F.Almanya olmak üzere yaptıkları “istilaya uğruyoruz” çığırtkanlığı boş demagojidir.
Sınırlarına duvarlar ve çelik çitler örerek mültecilerin geçiş yollarını kapayan Avrupa Birliği mültecileri eski sandal ve botlarla Akdeniz üzerinden geçişe zorlayarak, binlercesinin ölümüne yol açmıştır.2000 yılından beri ölenlerin sayısı 23 bin kişi olarak biliniyor olmasına rağmen, bu sayının 30 bini aştığı tahmin edilmektedir.
Günlerce Makedonya -Yunanistan sınırında aç ve sussuz bekletildikten sonra AB topraklarına geçiş izni verilen mültecilerin dramı içler acısıdır. Kimi köşe yazarları ve politkacılar tarafından mülteciler tarafından “Avrupa’nını istilası” olarak gündeme getirilen tartışmalar günlük politika da hedef saptırmak için kullanılmaktadır.
Ne Avrupa istilaya uğramış, nede dünya’nın yükünü Avrupa taşımaktadır. Aksine Avrupa’nın yükünü taşıyarak fakirleşen Orta-Doğu’nun, Asya’nın,Afrika’nın ve Latin-Amerika’nın yoksul ülkeleridir. Zenginleşen ise Avrupa'dır. Umuda yolculuk olarak başlayan mültecilerin bu uzun yürüyüşü kapatılan sınırlarla ölüm yolculuğuna dönüşmüştür.
Mülteci sorunu küreselleşen dünyamızda toplumsal ve sosyal sorunların bir parçası olarak ele alınıp analiz edilmedikçe , bütünün bir parçası olarak ele alınmadıkça çözümü de doğru bir perspektiften uzak kalacaktır. Herşeyden önce dünyamızda adil ve eşit bir paylaşımın olmayışı, giderek zenginleşen batınıın , zenginleştikçe yoksullaşan doğunun yoksulluğu kaldırabilecek ekonomik ve sosyal potansiyelinin olmayışı insanları göç etmeye zorlayan temel nedenlerinden biridir.
Amerika ve Batı'nın endüstrüleşmiş, ileri teknolojiye sahip ülkeri Asya’nın, Afrika’nın ve Latin - Amerika’nın geri bıraktırılmış toplumlarını iliğine kadar sömürmekle kalmamakta, sömürü mekanizmalarının devamı için her türlü hile ve entrikaya başvurarak, korupt iktidarları , silah yardımı da dahil desteklemekte ve ayakta tutmaktadırlar.
Avrupa duvarlar örerek , göç yollarını ölüm yollarına dönüştürerek mültecilerin Avrupa’ya gelmesini engelenmektedir. Kameralardan televizyon ekranlarına yansıyan mültecilerin şişme botlarla akdeniz sularında gösterilen resimleri ise toplumda korku yaratıp miltecilere karşı düşmanlık körüklemek için kullanılmaktadır.
Bonn, 24.08.2015