Giderek Kuzey Kore‘lileşen ve günden güne dünya’dan tecrit edilen bir ülke ve diktatörlükle karşı karşıya bulunuyoruz.
Japonya’nın 1910 yılında Kore’yi işgali ve 1945 yılına kadar devam eden Japon işgali sonrası 1948 yılında II.dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği ve ABD’nin Kore’ye ayrı ayrı bölgelerde askeri müdahalesi sonucu ülke ikiye bölündü. Ülke’nin kuzeyinde Kim Song Il Sovyetlerin desteğiyle „Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti“ adı altında sosyalist bir hükümet kurdu. 1950-53 Kore Savaşı sonucunda Ülke Kuzey ve Güney Kore olarak ikiye bölündü. Güney Kore ise ABD güdümlü kapitalist bir sistemi tercih etti.
Kuzey Kore'nin kurucu lideri Kim Song Il‘in 1994 yılında ölümünün ardından ülkenin yönetimini oğlu Kim Jong Il ele aldı. Onun’da Aralık 2011'de ani ölümünden sonra yerine üçüncü eşinden olma oğlu Kim Jong Un geçti.
Sosyalist bir sistem kurmak için yola çıkan Kim Song Il giderek ülkeyi kapalı bir rejime dönüştürerek sosyalizmin ilkelerinden de uzaklaşıp bir aile hanedanını inşa etti. Sosyalizm yalızca parti programında yazılı kalmaktan ibaret kaldı. Kim ailesinin Ülke’nin resmi adı olarak ‚Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti‘ ibaresini kullanması ise sadece dışa karşı bir vitrin görevi görmektedir. Bugün Sosyalizm ve Demokratik Halk kavramları giderek tecrit edilmiş bir ülke halkının bastırılması için kullanılmaktadır.
Hitler’de 'Nasyonal Sosyalist‘ kavramını kendi faşist ideolojisi için kullanmıştı.
Diktatörlerin ortak özelliği kendilerinin her şeyi halk adına ve halk için yaptıklarını bıkmadan ifade etmeleridir. Ve öyleki halkın bir kısmı buna inanmakta ve lideri için ölümü göze almaktadır.
Erdoğan’ın sürekli dile getirdiği demokrasi, halk, kardeşlik, ekonomik bağımsızlık, güçlü bir ülke, kavramları yaratılmak istenen „erdoğanizm ideolojisi“ için retorik söylemlerdir . İslam Dini ise yaratılan bu ideolojinin çimentosu olmaktadır. Erdoğan İslam Dinini toplumu ayrıştırmak ve islam inancına sahip kitleleri peşinden sürüklemek için bir araç olarak kullanmaktadır. Ortadoğu ve Türkiye toplumlarında Din hemen hemen herzaman bir baskı aracı olarakta kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Bugün Türkiye giderek Kuzey Kore‘ye benzemekte – tabiiki Erdoğan’ın yanıbaşımızda örnek aldığı ülkelerde vardır. Putin Rusya‘sını bir kenara bıraksak bile Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan,Türkmenistan ve Azerbeycan yeterli örneklerdir .
Kuzey Kore’de tek lider, tek parti bugün Erdoğan’ın 2014 sonrası Türkiye’sinde de adım adım hayata geçirilmektedir. Hileli referandumla 2019’da yapılacak seçimle birlikte getirilecek olan başkanlık sistemi şimdiden fiilen uygulanmaktadır. Mevcut Anayasaya aykırı olmasına rağmen sürekli hale getirilen OHAL ve KHK’lerle işlevsiz bırakılan meclisle karşı karşıya bulunuyoruz. Erdoğan Türkiye’yi kendi liderliğinde fonksiyonsuz bir meclis ve iki partili sisteme dönüştürerek Kuzey Kore’de olduğu gibi kalıcı bir Sultanat inşa etmek istemektedir. Bunun için her türlü hukuksuzluğu meşru görmekte ve meşrutiyetini kabul ettirmek için şiddete başvurmaktan da çekinmemektedir.
Erdoğan, her ne kadar AKP’yi dizayn ederek parti üzerindeki hakimiyetini sağlama almış görünüyorsa da toplumu dizayn etmesi basit olmayacaktır. Erdoğan, bu aralar devlet kurumlarını başta MİT, Ordu,Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, YÖK ve Diyaneti vb. kontrollüne alarak kendi devletini oluşturmaya çalışsa da, güçlü bir halk hareketi karşısında bu kurumlarda onunla birlikte dağılıp gidecektir.
Diktatörlükler hiç bir zaman ebedi olmamıştır. Kuzey Kore’de üç nesilden beri ülke yönetiminin ‘Kim’ ailesi hanedanın denetiminde olması,Türkiye halkının Erdoğan hanedanını uzun bir süre sırtında taşıyacağı anlamına gelmez. Herşeyden önce bugün arzuladığımız düzeyde olmasa da Türkiye halklarının bir mücadele geleneği vardır.
Eksik olan kitleleri demokrasi mücadelesi için biraraya getiren, kürt halkı ve diğer azınlıklara eşit siyasal,kültürel haklar ve inanç özgürlüğünü temel alan ortak bir manifesto – ortak demokratik çağdaş bir Anayasa taslağı- ve buna uygun güçlü kurumsal bir örgütlenmenin sağlanmasıdır.
Geç kalınmadan tüm muhalif güçlerin bir araya geldiği, Erdoğan anayasasına alternatif bir anayasa hazırlama hareketi başlatılmalıdır.
CHP’nin Kılıçdaroğlu insiyatifinde başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’ ve ‘Adalet Mitingi’ ardından 26-30 Ağustos'ta Çanakale’de düzenlenen ‘Adalet Kurultayı’ Ana muhalefet tarafından demokrasi mücadelesi için başlatılan son yılların en somut önemli adımı olmakla birlikte, kürt halkı ve sivil toplum örgütlerinin taleplerini kapsamaktan uzak kaldı. Bu durum başlatılan bu meşru mücadelenin eksik ayağını oluşturmakadır.
Adalet Yürüyüşü'ne HDP‘ten ve bir çok sivil toplum kuruluşlarından kişiler CHP’ye ve CHP’nin kürt sorununa yaklaşımına muhalif oldukları halde katılarak destek olurken, Adalet kurultayında HDP ve Kürt hareketlerine yakın kişilerin bulunmaması demokrasi için büyük bir eksikliktir.
Kürt halkı ve kültürel azınlıkların taleplerini dikkate almayarak, onları kucaklamayan her hareket ‘Adalet’, ‘Demokrasi ve Özgürlük’ adına yola çıksa da demokrasi mücadelesinde başarısız kalmaya mahkumdur.