“Düşünmek, yerine getirmektir.”[1]

Gözlemi, analizi, kavramayı göze alan düşünmek (ve harekete geçmek) eylemine her zamankinden daha fazla muhtacız.

“... ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ın güncellenmiş versiyonu, yani ‘Görülüyorum, öyleyse varım’, ne kadar çok insan beni görürse, o kadar var olurum ilkesi öğretiliyor”ken,[2] kolay mı? Düşündükleri egemenlerin söylediklerinden/ empoze ettiklerinden oluşan insan(lar)ın çoğu ikinci el hâline geldi(ler) ve sadece tekrar edip, onaylıyor(lar)!

Léon Gautier’nin, “Elleri, ayakları, kafası olmayan bir insanı pekâlâ tasavvur edebilirim, fakat düşüncesi olmayan bir insanı düşünemiyorum”; Euripides’in, “Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir,” uyarılarının aksine…

* * * * *

Oysa kurtulma, özgür olma gücü veren düşünme hakkının engellenmesi insanın yaşamını anlamsız kılar; söz konusu hakkı yadsıyan, önlemek isteyen bağnazlığın egemen olmasına karşı durmak, insan olmanın sorumluluğudur.

Düşünce özgürlüğü, düşünmeyi bilen, savunan insanların sorunu/ sorumluluğudur.

Düşünceyi, düşüncenin özgür olmasını sorun edinenlerin, yaşadıkları toplumdaki tüm insanların aynı sorumluluğu duymaları için uğraş vermeleri, yaşamın getirdiği zorunlu görevlerdendir.

Düşünmesini bilenlerin, düşündüklerini çeşitli yollarla açıklayanların haksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkma sorumluluğu, onlara düşünceyle ilgili tüm sorunların çözümü görevini de verir.

Çünkü, “Düşünce suçu ölüm tehlikesi yaratmaz, düşünce suçunun kendisi ölümdür.”[3] Ancak “Bir fikir, insanı bir kez ele geçirmeye görsün, düşüncelerinin ve duygularının son hücrelerine kadar egemen olur ve içinde durdurulamaz bir ateş yaratır.”[4]

Tam da bunun için Lev Nikolayeviç Tolstoy, “Düşünmeyi öğrenebilmiş hiç kimse, bir şeye körü körüne inanmaz”…

John Berger, “Düşünmenin sadece açıklık getirmeye yaradığını kabul etmedim hiçbir zaman; bir boşluğu da doldurur”…

Fernando Pessoa, “Derin düşünebilen insanlara ne mutlu! Ama bu derinlikte düşünmek bir lanettir. Bunu nasıl tarif etmeli. Dehşet üzerine dehşet,” derler.

Gerçekten de düşünmek vazgeçilemez bir haktır. Hakkını kullanamayan insan(lık)ın çöküşü “doğal”laşır ki, bunu adı da düşüncesizliktir.

Düşüncesiz, düşündüğünü söylemekten korkan, düşünmekten de korkandır.

Düşünmenin gerekliliğini düşünemeyen insan(lar) sürüdür, sürüleştirilmiştir; “Düşünmek zor bir sanattır. Bu sebeple çoğunluk sürüyü takip eder,” ifadesindeki üzere Carl Gustav Jung’un!

Oysa insan(lık)a insani özellikler kazandıran duyması, düşünmesi ve eylemde bulunmasıdır.

* * * * *

Düşünmeyenler yenilenemezler; düşünmek, her şeyi karşıtıyla ele almaktır; kişinin kendini kontrol etmesidir.

Düşünmek, bir yük gibi görünse de, o, insan olmanın başlangıcıdır. Çünkü düşünmek görmektir. Korkmadan düşünmek, insanları insan yapar.

Eylemsiz düşünmek imkânsız; büyük düşünmek ise insan(lar)ın dünyayı değiştirmeleri için vazgeçil(e)mezdir.

Düşünmek insan olmakta ısrarın, dik durup diklenmenin vazgeçilemezidir; insanın sadece kendisiyle konuşmasından öteye, yığınlara seslenmektir.

Düşünmek, varlığın kanıtıdır; aydınlanmadır; var olmaktır; aklın eğitilmesidir; en kötü ihtimallere hazırlıklı ve farklı olmaktır.

Bu bağlamda Horace Mann, “İyi düşünmek iyidir; iyi harekete geçmek çok daha iyidir”…

Noam Chomsky, “Düşünmek bir insan özelliğidir”…

Louis Althusser, “Düşünmek yalnızca aydınlara, üniversite gibi kurumlara bırakılamayacak kadar ciddi bir meseledir,” diye uyarırlar.

İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler; ama eylemek/ değiştirmek için düşünmek zorunlu olduğumuz hâldir. Onun için düşünmekten geri durmayan, söylemekten/ haykırmaktan da vazgeçmemelidir!

Çünkü düşünmek her zaman potansiyel bir eylemdir. Ufkunu genişletmek ve felsefeye sırt dönmeyen yapmaktır. Ancak düşünmek zor iştir, bu nedenle çok az kişi düşünmeye tevessül eder. Oysa bir kere düşünüp, davranan kitlenin zaferini hiçbir güç engelleyemez.

Tam da bunun için Marcus Tullius Cicero, “İnsan iki şey için doğmuştur: Düşünmek ve eyleme geçmek!”…

Ernst Bloch, “Düşünmek sınır aşmak demektir”…

Isaac Asimov, “Benim için yazmak, basitçe parmaklarımın arasında düşünmek”…

PaulBourget, “İnsan ya düşündüğü gibi yaşamalı ya da yaşadığı gibi düşünmekten vazgeçmeli”…

George Eliot, “Ne olabilirdi diye düşünmek için geçtir ama ne olabilir demek için geç değil”…

Nikola Tesla, “Düşünmek için aklı başında, derin düşünmek için oldukça deli olmalısın”…

Demokritos, “Aklın üç belirtisi vardır; iyi düşünmek, iyi söylemek ve iyi yapmak”…

* * * * *

Sır değil: Korkutulmuş insan(lar), değişimi düşünmezler! Yani kapitalist yabancılaşma katatonisi düşünceyi imkânsızlaştırır. Oysa düşünmek suç ol(a)maz, düşüncenin suç olabileceği “iddia edilir” eğer bu da en büyük suçtur.

Yani Oğuz Atay’ın, “Korkuyoruz. Düşünmekten, acımaktan ve insan olmaktan korkuyoruz,” satırlarındaki üzere düşün(e)memek köleliktir; kalemleriniz, kitaplarınız elinizden alınabilir, ama kimse sizi düşünmekten, ifade etmekten, eyleme geçmekten alıkoyamaz; bilgili olmakla yetinmeyip, doğruyu söylemek, eylemek “olmazsa olmaz”dır...

Çünkü defalarca altını çizdiğim gibi hesap etmekle, eyleme geçmekle, cesur olmakla anlam kazanır düşünme eylemi. Özgür olmak, düşünmek, hareket etmek, konuşmaktır, tek çıkış yolu ise topluluk bilinci yani başkasını düşünmektir, empatidir. Ve nihayet düşüncenin derinliği de, göze aldığı tehlikenin boyutu kadardır. Bu bağlamda zorbalık karşısında hayal gücüyle genişleyen düşünceyi toplumsallaştıran harekete geç(irebil)mektir.

Bunlar böyleyken Richard Morgan’ın, “Düşünmek başka şey, eyleme geçmek başka, İkisini birbirine karıştırmayın. Eyleme geçme zamanı geldiğinde, düşüncenizin çoktan tamamlanmış olması gerekir. Eylem başladığında düşünceye artık yer kalmamıştır,” ifadelerini ciddiye almak mümkün değildir.

“Nasıl” mı?

Hareket ve madde, evrenin temelidir: İnsan(lık) duyan, düşünen, eyleme geçen maddedir. Yaratıcılığı, hayal gücünü çalıştıran, tartan, kıyaslayan düşüncenin eylemidir.

Bu bağlamda düşünme eylemi kendiliğinden oluşan değil, öğrenilmesi gereken bir etkinlikken; düşünmeyi öğrenen hiç kimse, herhangi bir şeye körü körüne inanmaz/ bağlanmaz: Albert Camus’nün, “Cellatların tarafında olmamak, düşünen insanların işidir”; Thomas Hobbes’un, “Felsefe yapmak doğru düşünmektir”; Thomas Carlyle’ın, “Düşünce bir defa uyandı mı, bir daha uyumaz”; Voltaire’in, “Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı duramaz,” ifadelerindeki üzere!

* * * * *

Ancak!

Televizyon seyretmenin düşünmekten daha “ilginç” kılınıp, düşünme tercihinin boşa çıkartıldığı ya da Noam Chomsky’ye, “Bunlar TV’de kendilerini filozof olarak adlandıran moda insanları,” dedirten sürdürülemez kapitalizmin yabancılaşma sahnesinde, muhalif de olsa da biz bu suçun ortaklarıyız! Çünkü dünyayı yeniden biçimlendirmek yerine felakete katlanıyoruz. Düşünmekten korkulan verili çürüme tablosunda düşünme eyleminin sorumluluklarına yan çiziyoruz.

Kolay mı? “Emeğin zenginler için mucizeler yarattığı doğrudur, ama işçi için yoksunluk yaratır. Saraylar üretir, ama işçi için ahır gibi kulübeler; güzellik yaratır, ama işçi için çirkinlik, biçimsizlik yaratır… Akıl, zekâ üretir; işçi için ahmaklık, aptallık üretir…” “Ne kadar az yer, içer, kitap okursan, tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen, ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin; mezar böceklerinin ve toprağın yok edemeyeceği hazinen o kadar büyür. Kendin ne kadar azalırsan o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmen ters orantılıdır; yabancılaşmış varlığın gitgide büyür,”[5] denilen yabancılaşmadan söz ediyoruz!

Açık değil mi? İnsan(lar) düşünmekten korkuyor(lar), konuşmaktan çekiniyor(lar)ken; Anooshirvan Miyandji’nin, “Karın tokluğu için yaşanan bir yerde ilkeli düşünce üretimi olmaz”…

Edward Said’in, “Günümüz entelektüeli, garantili bir kazancı olan ve okul dışındaki dünyayla alâkası olmayan, kabuğuna çekilmiş bir kurum akademisyeni olup çıkmıştır”…[6]

Hannah Arend’in, “İnsanların sonuçları düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaati insanın basitliğidir”…

Giordano Bruno’nun, “İnsanın sırf çoğunluk olduğu için, kitlelerle ya da çoğunlukla aynı şekilde düşünmek istemesi aşağılık ve düşük bir kafası olduğunun kanıtıdır”…

Erich Fromm’un, “Bilmemek ve buna rağmen bildiğimizi düşünmek bir hastalıktır”…

Eduardo Galeano’nun, “Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, delirirsiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız”…

Albert Camus’un, “Düşünme alışkanlığı edinmeden yaşama alışkanlığı ediniyoruz,” uyarıları eşliğinde ekleyeyim: Din alışkanlığı düşünmekten kaçmanın en kolay, en kestirme yoludur; çünkü. Tanrıya ibadet, düşünmekten daha kolaydır.

İnsan(lar) doğmalara, resmi ideolojiye endekslenmek zorunda değiller; yanlış da düşünsek, her durumda kendi aklımızla/ gerçeğimizle hareket edilmelidir. Malum: “İnsan düşünmeye başladığında artık etrafa körü körüne saldırmaz,” sözü Theodor W. Adorno’nun veya Herbert Hoover’in, “İnsanlar düşünmekte, kanaat sahibi olmakta, korkmadan konuşmakta özgür olmalıdır. Yanlışa ve zulme adaletin güvencesi ile meydan okumakta özgür olmalıdırlar,” satırlarındaki gibi…

* * * * *

O hâlde bedelini ödemeye hazır bir duruş sahibi olmalıyız…

Hem de “Yani herhangi biri bu iş böyledir derse, biz böyle olduğunu kabul edelim mi, yoksa her söylenenin doğruluğunu ayrı ayrı sorgulayalım mı?” sorusuna, “Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla.” “Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa kendi istediğim gibi konuşup ölmeyi yeğlerim,”[7] diye yanıtlayan Soktates…

Ya da “Düşünceye karşı zora başvurmak, güneşi balçıkla sıvamaya benzer. Güneşin ışıklarını neyle örtmeye çalışırsak çalışalım, her zaman üste çıkacaklardır,” satırlarıyla Lev Nikolayeviç Tolstoy…

Veya “Ellerime, ayaklarıma zincir vurabilirsiniz, ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir zincir, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur,” satırlarıyla Virginia Woolf gibi!

Hiçbir koşulda “Düşünceler, baskı altına alarak yok edilemez,”[8] gerçeğini göz ardı etmeden, her koşulda “Söylediğiniz hiç bir fikre katılmıyorum. Ancak onu söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım,” ilkesiyle Voltaire’i kılavuz edinmeliyiz ki, bu da düşünceyi ifade özgürlüğüdür.

* * * * *

“İfade özgürlüğü” deyince ilkin Immanuel Kant, “İnsanı düşüncelerini kamusal olarak ifade etme özgürlüğünden yoksun bırakan dışsal güç, onu aynı zamanda düşünme özgürlüğünden de yoksun bırakır,” sözleri hatırlanmalıdır.

Bilmeyen yoktur umarım: sınıflı-sömürücü egemenlik koşullarında zenginler düşüncelerini ifade edip uygulamakta ve geriye kalanlar yani ezilenler ise dinlememekte, boyun eğmekte özgürdürler…

“Bir kişi hariç bütün insanlık aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşı görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı, o kişinin gücü yetse insanlığı susturma hakkından fazla değildir,”[9] denilse de; itiraz ve ifade özgürlüğü kapitalist toplumumda herkesin yararlandığı pratik bir hak değil, soyut bir lafızdır, mevcut değildir.

Voltaire’in, “Kaldı ki ne düşünüyorsam onu söylüyorum ve başkalarının benim gibi düşünüp düşünmemesi hiç umurumda değil.” “Düşüncesini açıklayamadıktan sonra, insanlar arasında hiçbir özgürlükten söz edilemez”; Stefan Zweig’ın, “Bir fikir, ancak ifade edildiği zaman bir fikirdir,” demelerine rağmen…

O hâlde gerçeği haykırma, yalanları gözler önüne serme sorumluluğuyla görevimiz düşünmektir. Hiçbir engel tanımayan, tehlike karşısında bile kendine bir sınır koymayan, koydurtmayan eylemlilikle elbette…

20 Nisan 2024 16:54:17, İstanbul.

N O T L A R

[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:34, No:406, Mayıs 2024…

[1] Martin Heidegger.

[2] Zygmunt Bauman, Ahlâki Körlük, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2020.

[3] George Orwell, 1984, çev: Sevin Okyay, Kelebek Yay., 1984.

[4] Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castello Calvin’e, çev: Zehra Kurttekin, Can Yay., 2014.

[5] Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993.

[6] “Entelektüellerin ne yüksek mevkilerde eş dostları, ne de resmi makamlarda itibarları olur. İnsan yalnız kalır, doğru; ama her zaman sürüye uyup mevcut durumu hoş göstermekten iyidir yalnızlık…” (Edward Said, Entelektüel-“Sürgün, Marjinal, Yabancı”, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 1995.)

[7] Platon, Sokrates’in Savunması, çev: Cafer Şimşek, Kitap Zamanı, 2006

[8] Ursula K. Le Guin, Mülksüzler, çev: Levent Mollamustafaoğlu, Metis Yay., 1990.

[9] John Stuart Mill, Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine, çev: Cem Akaş, Can Yay., 2020. 

*LİNK

#AytenÖztürkİçinAdaletİstiyoruz #Adalet

Kanunların ‘adalet için’ olduğundan söz edilse de, kaç kanun, adaletsizlik için kullanılmıştır! Bilen var mı?

Elbette var! Ayten Öztürk kardeşim de onlardan birisidir...

Ancak onu bunu bilmem, toplumsal adaletin ölçüsü yasalar değil, gerçektir, vicdandır.

Kardeşime verilen ‘ceza(lar)’ benim vicdanımı sızlatıp; Edip Cansever’in, ‘Ama hep umut var her şeyin içinde,’ dizeleri ile Marcus Aurelius’un, ‘Hiçbir şey yapmayarak da adaletsizlik yapabilirsiniz,’ uyarısını anımsatıyor…

Ya sizin?!

https://www.youtube.com/watch?v=ufMyE2T4JQE