Bu kısa makale, Türkiye'deki dengesiz siyasal gelişmeleri ve bu gelişmelerin nedenlerini daha sağlıklı bir şekilde algılamaya, hali hazırdaki çarpık siyasi oluşumları doğru tahlil etmeye ve gidişatın nereye varacağı sorusunu yanıtlamaya yönelik küçük bir katkı sunma maksadıyla yazılmıştır.
Makalemin başlığı, 1661-1715 yılları arasında yaşayan, hem kendi halkına ve hem de komşu ülkelerin halklarına zalimliklerin en büyüğü yaşatan Fransız Kralı Ludwig XIV'e aittir. 5 yaşında iken Kral olan Ludwig XIV, ilk iş olarak kendisine çok görkemli ve muhteşem bir saray inşa ettirdi. Bugün bile Avrupa'nın en görkemli sarayı olarak bilinen Versailles Sarayı’nın yapımına, Kral Ludwig XIV doğduğu yıl, 1661'de bir “Av Köşkü” olarak başlandı ve Fransız Kralın hükümdarlığı döneminde dev bir saray kompleksine dönüştü. Avrupa'nın en büyük sarayı ünvanını koruyan Versailles (Versay) Sarayı, imar yasasına uygun, kaçak olmayan ve Türkiye´de en çok kullanılan deyimlerden biri olan “sonradan görme, gavurdan dönme” olmayanların yaşadığı ve çalıştığı, 6 hektarı aşan büyüklükteki 2.300 odalı bir komplekstir.
Ludwig XIV'ın hükümdarlığı döneminde kendisini “Devlet olarak” (L'etat c'est moi) ilan etti. Yani Ludwig XIV, “ Devlet benim” (L'etat c'est moi) diyerek ülkedeki kurumların tümünü kendisine bağladı. Kral Ludwig XIV, hakimiyetini ve diktatörlüğünü ebedi kılmak uğruna, ülkede dört temel kurumdan oluşan ve eşi benzeri görülmemiş bir mekanizma kurdurdu. Kendi hükümdarlığının sigortası olarak gördüğü bu mekanizmanın tepesine kendini oturtan Kral Ludwig XIV, kendisine sadık olanlardan oluşan dörtlü mekanizmayı inşa ettirdiken sonra kendisini “devlet” olarak ilan etti. Kral devlet olunca, ülkede yürürlükte olan ve yürürlüğe girecek her türden yasa, kanun, uygulama, yönetmenlik gibi düzenlemelerin tümü de devletin tüm kaynakları ile beraber Kralın kendisine ve çevresine ait olmaya başladı.
Kral Ludwig XIV´in kurduğu mekanizmanın ilk basamağında “soylular” yer alıyordu (Türkiyede'de ise İmam Hatipliler). Mekanizmada ikinci olarak Kral'a “kul köle” olan ve Kral'ın hükümdarlığı uğruna her türlü iç ve dış savaşlarda kan döken bir ordu bulunuyordu. Mekanizmanın üçüncü ayağını ise Kral'ın belirlediği ve bürokrasinin tümünü içeren devlet memurları teşkil ediyordu. Mekanizmanın dördüncü direği ise, kamuya mal ve hizmet satan, kamu ihalelerini alan ve neredeyse vergiden tümüyle muaf tutulan iş camiasından oluşuyordu.
Yukarıda kısaca sunulan bu dört mekanizmalı sistemin aktörlerinin tümü, başta vergiden muaf olmak üzere, her türlü ayrıcalığa sahiptiler. Ya sayıları o dönem 24 milyon olan Fransız Halkının statüsü neydi? Halk, kral ve saraya göre “vergi ödeyen ayak takımı” idi. Kralın ve inşa ettiği dört temel direğin “varlığı” ve “sağlığı” için gece gündüz çalışan, Tanrı’ya dua eden ve kralın nazarında “zibidi”lerden oluşmaktaydı. Kral, aynı zamanda kiliseyi de kendisine bağlamış, kilisede görev yapan papazları ve diğer din adamlarını kendisi atamış ve atanan bu “devlet memurları” ile Hristiyan dinini de kendi varlığına bağlamıştı. Kral Ludwig XIV, ülkenin ve o ülkede yaşayan herkesin dini inancını da belirliyordu, kendisinin öngördüğü şekilde olmayanları, kendisinin doğru bulmadığı giyim-kuşam, saç-sakal gibi insanların kişisel fiziki görüntülerini de belirlemeye başladı ve buna uymayanları “inançsız”, “itaatsiz” ve “güvensiz” olarak damgalatıyor ve mağdur olmalarına neden oluyordu.
Kral Ludwig XIV, kendi çevresinden oluşturduğu bu dört direkli yapıyı oluşturanların katıldığı çok görkemli eğlenceler, balolar, kutlamalar ve toplantılar düzenletiyordu. Kralın sarayında düzenlenen bu etkinlikler sadece sabahlara kadar değil, haftalarca sürüyordu çoğu zaman.
Kral Ludwig XIV, hükümdarlığının sembolünü olarak güneşi olarak seçmişti. “Tek başına herşeyi ben yöneteceğim, ben Tanrı'nın temsilcisi olarak elimdeki gücü sonuna kadar kullanmak bana verilmiş ilahi bir haktır” diyerek “güneş kral” olarak tarihe geçen bir diktatördür.
Kral Ludwig XIV, Fransa’ya komşu olan devletlere, imparatorluklara ve krallıklara da karşı saldırgan davrandı. Hükümdarlığı döneminde savaşmadığı ve kavgalı olmadığı tek bir devlet kalmamıştı. Komşularına karşı açtığı savaşlar ve saldırgan davranışların bedelini yine Fransız halkı ödüyordu. Saray'daki statüsünü pekiştirmek ve bir basamak daha ileri bir statüye kavuşmak için Kral Ludwig XIV´a Türkçe deyimi ile “yağdanlık” olanların, “altına yatanların”, “önünde takla atanların”, “zevcesi olanların” haddi hesabı yoktu.
1628 yılında, Kral Ludwig XIV;in Baş Piskoposu olan Bossuet, kralın statüsü konusunda verdiği fetva aynen (kısaltılarak) şöyledir; “Herkes krala kendisinin istediği şekilde hizmet etmelidir, zira devleti yönlendiren kral Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir. Hükümdar, Tanrı’nın yeryüzündeki valisidir. Bundan dolayı kralın hükümdarlığına kayıtsız-şartsız boyun eğilmemesi durumunda ne iyilikler olur ne de kötülükler ortadan kalkar. Kralın gücü öyle büyük olmalı ki, hiç bir güç bunu elinden alamasın”. (Geschichte in Quellen, Bd. 111,München 1986, S. 450 f.”, “Kaynaklarda Tarih, Cilt 111, Münih 1986, S.450”).
Ludwig XIV, tarihe zalim bir diktatör olarak geçti, kendi halkına zulüm eden, komşuları ile kavgalı olan, komşularının iç işlerine karışan, kendi yurttaşlarının dini inançlarını belirleyerek kategorize eden, giyim ve kuşamlarına varıncaya kadar her şeyine karışan bu kral ve uygulamaları, Avrupa tarihinin en karanlık, en kanlı ve zulümün zirve yaptığı bir döneme aittir.
Şimdi size bir soru sevgili okuyucular: Bu makalede adı geçen Ludwig XIV´ü ve uygulamalarını, varsa bildiğiniz bir başka şahıs ile yer değiştirin, bakın karşınıza kim çıkacak? Karşınıza çıkacak olanı da okuyucu yorum köşesine yollayın ki bilmeyen de bilenden öğrenmiş olsun!
13 Mayıs 2016