Anadolu topraklarında; Kürt’ün, Ezidi’nin, Türk’ün, Ermeni’nin, Kızılbaş’ın (Alevi), Çerkez’in, Süryani’nin, Laz’ın, Rum’un, Yahudi’nin eşit inançlarda ve eşit haklarda bir arada barış içinde yaşadığı Demokratik Halk Cumhuriyet’ine ihtiyacımız var.
Baskısı zulmü olmayan, sarayı saltanatı olmayan; laik, sosyal bir devlet olarak, insanca yaşama güvencesi olan Demokratik Halk Cumhuriyet’ine ihtiyacımız var.
Sendikal ve siyasal örgütlenmenin hak olduğu, bilimden yana, bilimsel ilkelerin olduğu, kadınların erkeklerle eşit ve özgür olduğu, farklılıkların dilini, kültürünü özgürce kullandığı, söz, yetki ve kararların halka ait olduğu, sanatın ve tüm güzelliklerin her yerde görünür olduğu Demokratik Halk Cumhuriyet’ine ihtiyacımız var.
Tüm dinsel iktidarların, tarihi metinlerde -hangi dine ait olursa olursa olsun- tahammülsüz olduğu karşımıza çıkmaktadır. Başka halkların topraklarını işgal edip el koyma olarak fetihleri, başka halkları zorla hegemonya altına alma eylemi olarak cihadı kutsayan, insanı ve halkları dinsel kimlikleri temelinde hak sahibi kılan ve sözde tanrı adına insanlığı sürekli olarak karşılıklı kin ve savaş atmosferinde tutan bir işleve sahiptir.
Demokrasi; demokratik karakterini, meşruiyetini insan hakları ve özgürlüklerinden alır. İnsanlar arasında inançları temelinde ayırım yaratmaması, tüm halklar arasında eşit mesafede durması ve toplumun üstünde değil, toplum için hizmet aracı olması gerekir.
Buna karşılık tekçi devlet ise meşruiyetini Türkçülüğünden ve milliyetçiliğinden alır. Yani onu egemen kılmak, korumak ve yaymakla yükümlüdür. Hal böyle olunca bu cumhuriyetin hukukunda insan hakları değil, dinin ve milliyetçiliğin hakları söz konusudur.
Daha ötesi farklı olanların halklarının, ” tekçi ve tek adamlığın yoluna” sokulması yönünde tek tipleştirilmesi iktidarın temel görevi olmamalıdır. İstiklal Mahkemeleri mağdurları cumhuriyet kadroları tarafından tekçi zihniyetin kurbanları olmuştur.
Türkiye’de dinciliğin ve milliyetçiliğin, nasıl büyük bir tahakküm atmosferi oluşturabileceğinin örnekleri yaşanmaktadır. Sorun sokaktaki yaşam gibi ayrıntılardan çok daha öte, özgürce düşünememe ve ifade edememe, farklı siyasal düşüncede olamama, farklı partilerde mücadele verememe, pek çok hak; yanı sıra iş ve can güvenliğini yitirme gibi çok geniş ve yaşamsal bir alanı kapsayabilmektedir. Dinci ve milliyetçi dalganın bu coğrafyada ne kadar ciddi boyutlar kazandığını göstermesi olsa gerek bu.
Kemalist laiklik, dinin sivil alana terkedilmesi şeklinde özgürlükçü bir laisizme geçememiş, dolayısıyla kendinden demokrasi üretme yeteneği gösterememiştir. Bu dinci hareketin, yüzüne” mazlum” maskesi takınabilmesinde işlevsel olmuştur. Kemalizm tekçi/Türkçü açılımla, burjuva bir perspektif olarak eşitlik ve özgürlük hedefli bir açılım için de işlevsizdir.
Sonuç olarak sempati duyulan biat kültürü eleştirel yaklaşımdan muaf görülüyorsa, sempatiden ziyade ilahlaştırmaya dönüştürülmüştür demektir.
Osmanlıya oranla burjuva kazanımlarıyla mevcut cumhuriyet, bir değişim süreci olmuştur. Bu değişim, daha ileriye ve hakların barış içinde bir arada yaşamasına evrilmeli ve bunu mutlaka göğüslemeliydi. Eşitlikten yana bir anayasanın yapılabilecek en önemli değişim olacağı ve bunun toplumcu bir perspektifle yapılması gerektiği bilince çıkartılmalıydı.
Resmi tarih yazıcıları diyor ki, ‘Osmanlı’da laiklik vardı, Müslüman olmayanı incitmezdi!’ Oysa Osmanlı’nın laikliği şeriata boyun eğenler için vardı.
Kemalist iktidar da cumhuriyeti demokrasiden ve laiklikten yana bir yaşam tarzı, yönetim tarzı olarak ele almamıştır.
Unutulmamalıdır ki düzen içi saflaşmada AKP, düzenin resmi görüşü olan Kemalizm’e ve laikliğe karşı dinin temsilini ele geçirdiği oranda istikrarlı bir taban edindi ve bu taban sayesinde düzene karşı tepkiler için güvenilir bir çekim odağı oluşturdu. Bu noktada devletçi geleneğin mi (tekçi cumhuriyetin) tercih edilebilir olduğu tartışması da esas olarak, Kemalistler ve liberallerin sorunudur ve onların duruşuyla örtüşmektedir.
Tüm bunlarla varılacak sonuç şudur, önümüzdeki sürecin nasıl bir cumhuriyete biçimleneceğinin asli gücü “Farklı ama Eşit” olmalıdır…
Düşünsenize cinsiyet uçurumu; Türkiye kadın-erkek eşitliğinde 144 ülke arasında 130’uncu” sırada…
Cumhuriyet için köklü bir çözüm yoluna, demokratikleşmeye ihtiyacımız var.