İştirakçi Hilmi’nin liderliğini yaptığı ve uğruna öldürüldüğü mücadelesine 100 yıl sonra dönüp baktığımızda acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Dönemi belirleyen iki hâkim sınıf partisinden biri olan Hürriyet ve İhtilaf Fırkası(H.İ.F.) ve onun devamı niteliğinde ki partileri(DP, AP, ANAP, AKP) demokrat olarak düşünen aydınlarımızın utanç verici oranda artmasının bu partiyle olan yakın ilişkisini tespit etmiş bulunuyorum.
İdris Küçükömer, “Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır.” demiş olmasının arka planında iki gerçek yatmaktadır. Birinci neden, kendine ‘sol’ diyen ulusalcı(Geç Kalmış Ulusalcı demek daha doğru), ırkcı ve devletçi parti İttihat ve Terakki Fırkası’nın, Ermeni, Rum ve diğer halkları katletmesi ve yarattığı şiddet sarmalından kurtulmak için yüzbinlerce insanı Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmış olmasıdır. Geç Kalmış Uluslaşma Sürecinin* kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan bu terör, milyonlarca Müslümanlaştırılmış-Türkleştirilmiş Ermeni-Rum ve diğer halktan kişilerin sığınacak bir liman aramasına yol açmış ve onlar da gidip rakip parti Hürriyet ve İhtilaf Fırkası’nı koşulsuz desteklemeye yöneltmiştir. Katıldıkları egemen sağ parti H.İ.F’in ise, sarıldıkları bir yılan olduğunu o günkü koşullarda düşünemezlerdi. İkinci neden: İştirakçi Hilmi’nin Osmanlı Sosyalist Parti’sinin H.İ.F ile olan sıcak ilişkisi ve düşünsel paralelliğidir.
İşte aydınlarımızın belli bir kesiminin (ki bunlar emekçiler değil egemenlerin etkisindedirler) ‘yetmez ama evet’ politikasını üretmelerinin ve sağ partilerin demokrat olduğu yönünde bir algı oluşturmalarının arkasında yukarıdaki iki neden yatar. Zaten Yüzbinlerce müslümanlaştırılmış hazır seçmenin varlığı yani kitlelerin sağ partilere yönelmiş olması da bu algı için sosyal kanıt oluşturur. Fakat AKP ile birlikte bu yanılgı da sona ermiş bulunuyor. Örneğin Menderes 27 Mayıs darbesiyle yıkılmış, Demirel de, 12 Marta ve 12 Eylül’de iktidardan uzaklaştırılmıştı. Sağın gerçek kimliği, kitleler açısından bu tarihsel dönemlerde tam anlamıyla ortaya çıkmamış, aksine mağdur pozisyona itilmişlerdir. Fakat AKP iktidarıyla birlikte sağ kesim, ilk defa bu kadar uzun ve gerçek kimliğiyle kitlelerin karşısında yer alıyor. Yani İ. Küçükömer’in’ söylediği gibi sağ, artık ‘sol’ değil, acımasızlığı, ikiyüzlülüğü, anti sosyalliği, kıyıcılığı, talancılığı, hırsızlığı, ahlaksızlığı, yalancılığı, cehaleti, korkaklığı ve sevgisizliğiyle gerçek sağdır. Daha da önemlisi; egemen sağ, bugüne kadar egemen ‘sol ile kayıkçı kavgası yaparak bugünlere gelmiştir. Fakat şimdi hem AKP, hem de CHP, sınıf mücadelesinin dayatmaları sonucu bu oyunu daha fazla oynayamamakta, gizli ve açık işbirliğine girerek bu tarihsel gizli işbirliği modelini yırtıp atmış bulunmaktadırlar. İşte Jön Türklerin ‘sol’ kanadını oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve CHP, bu akımın(yani yukardan aşağı uluslaşmanın) ülkemizdeki en tipik temsilcisi ve öncüsü olmakla birlikte, bu toplum mühendisliğine karşıymış gibi demokratlık taslayan sağ kesim de, artık AKP ile birlikte bu iddiasını sürdüremez duruma gelmiştir. Ermeni ve Rum halkın kanlı tasfiyesi, aydınlarda oluşan sağ partileri ‘sol’ olarak değerlendirme nedenlerini açıklamakta sanırım yeterlidir. Aydınlar da sonuç olarak, halkların mağduriyetine sahip çıktığını beyan eden bu koyun postuna bürünmüş sağ partilerin limanına demir atmışlardır. Sağ partilerin gerçek yüzünü; zamanında tam bilince çıkartılmamışta olsa, DP’nin Vatan Cephesinde, Meclis Tahkikat Komisyonlarında, AP’nin Milliyetçi Cephesinde, Yoldaşlarımızın idamında, suikastlarda, katliamlarda görebiliriz. Fakat gelinen aşamada artık kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek ortadadır: Ak Parti’nin yaptığı katliam vb. eylemler, hırsızlık, yolsuzluk ve ahlaksızlıklar vb.
Aydınlarımızın başka bir kesimi de(ki bunlar da egemen sınıfın uydusudurlar), İttihatçı geleneğin devamı niteliğinde olan ve onun devlet kimliğini-refleksini en iyi ifade eden Anti-Ermeni-Rum-Kürt vb. saplantı içinde olan Ordunun ve Ergenekon’un yanında yer almıştır. Bu yer alışta da, bu defa, sahte de olsa aydınlanma, cumhuriyet gibi değerler etkili olmuştur. CHP’ye yakın aydınlar bu blok içerisindedir. Fakat içinde bulunduğumuz tarihsel anda CHP Yönetimi, tabanında ki ciddi Alevi, ilerici birikim nedeniyle rolünü dikkatli ve sinsice oynamaktadır. Aslında CHP Yönetimi de, tüm dikkatine rağmen, tıpkı AKP’nin sağı deşifre etmesi gibi, oda, devletçi egemen ‘sol’un gerçek kimliğini yansıtan uygulamalar içine girmek zorunda kalmaktadır. CHP’nin, AKP’nin ulusal düzeydeki tüm anti-demokratik politikalarını desteklemesi boşuna değildir. Tıpkı 1972 de arkadaşlarımızın idamını isteyen sağ partilerin önerisini mecliste destekledikleri gibi. Sorun; tıpkı İttihatçı teröründen dolayı sağ partiye sığınmış kadim halklar gibi, gericilikten, İrticai güçlerden kaçan Alevi, Cumhuriyetçi kitleler ve Aydınlar da, İttihatçı CHP’nin limanına sığınmışlardır. Etnik kökenli siyasi felaketin yanında, CHP iktidarının İşçi sınıfı ve köylülük için ekonomik ve sosyal çözümler üretememesinin de, emekçi kitlelerin sağ partilere yönelmesinde belirleyici bir rolü olduğunu bilmemiz gerekir.
Aydınları etrafımızda toplayacağımız güvenilir, sağlam, kitlesel ve gelişmiş ideolojik bir hareketin ortaya çıkmasının objektif şartları oluşuyor diyebilirim. Aydınlarımız tarafından bir aydın gibi önceden görerek olmasa da, bu iki limanın da güvenilir olmadığı yaşanarak öğrenilmiştir. Entelijansiyamızı bu anlamda yarı aydın olarak tanımlayabiliriz.
HDP içinde toplanan aydınlarımız, hem tutarlı ilericilerden hem de Marksist kesimlerden oluşmaktadır. Özellikle Marksist grup ve aydınlar, belki de nihai hedefe buradan ulaşacaklarını sanmaktadırlar. Fakat bu sanma ve düşünce biçimi, sadece mazlum bir halkın yanında olma gibi demokrat bir tavrın ötesine geçememektedir. Onlar da diğer aydınların yolunu izleyerek, farklı kulvarda da olsalar, HDP’nin siyasi güç limanına sığınmışlardır. Derin Devletin yarattığı terör ve baskılar, ileri çıkan aydınların öldürülmesi, bugüne kadar bir alternatif siyasi oluşumun çıkmasını engellemiştir. Fakat esas neden: aydınlarımızın yarı aydın olmanın o muhteşem gururu ile emekçi sınıflarla ilişki kurup, bu geleceğin limanına demir atma ve sığınma zahmetine girmemeleridir. Bu kompleks yenildiğinde ve bu limana demir atıldığında her şey yeni baştan yazılacak ve yaşanacaktır.
13.10. 2019 S. Ş. Polat
* Geç Kalmış Uluslaşma sürecinin en karakteristik özelliği şunlardır: burjuva sınıfın devrimci olduğu tarihsel dönemlerde, aşağıdan yukarı süreç içinde yani uzun zaman içinde kaynaşmış veya birlikte yaşayan etnik yapıların doğal birlikteliğiyle oluşan değil, geç kalmanın getirdiği telaşla-acillikle uluslaşmanın yukarıdan aşağı başlatılmasıdır. Buna toplum mühendisliği de diyebiliriz. Tıpkı Almanya-İtalya- İspanya ve Portekiz’in yüzyıl önce yaşadıkları gibi! Atatürk İktidarı da bu sürecin dışında değildir.