Erdoğan, Merkel ile yaptığı son görüşmede Avrupa Birliği (AB) ile yeni bir sayfa açmak istediklerini belirtmiş; Merkel de “hayır” dememiş. Elli yıldan fazla zamandır Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler aç-kapa-aç modeline uygun olarak yürüyor ve görülen odur ki daha çoook yeni sayfalar açılır, kapanır ve yenileri açılır.
Türkiye’nin görülebilir bir gelecekte AB’ye üye olma şansı bulunmuyor. Bunu yeni sayfa açacak olanlar da, açılmasını isteyenler de biliyor. AB’nin yeni üye alabilmesi için mevcut üyelerin tümünün bunu onaylaması gerekir. En az üç üyenin; Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Avusturya bunu onaylamayacakları şimdiden bellidir.
Türkiye için önemli olan çok yönlü oynayabilmek ve bu alanda ortaya çıkan fırsatları kullanabilmektir. Türkiye’nin açık ve sürekli tavır aldığı hiçbir merkez yoktur.
ABD ile ilişkisi zayıflamış olsa da vardır. AB ile yeniden güçlendirilmesini istemektedir. Rusya Federasyonu ile ilişkisi özellikle iyidir. Çin ile ilişkisi ise görünenden daha iyidir. Çok değil on yıl önce Çin’de Uygurlara yapılanları şiddete protesto eden Türkiye’nin bugün sesi çıkmıyorsa, bunun nedeni özellikle ekonomik ilişkilerin yoğunluk kazanmasıdır. Çin’den yüksek miktarda kredi alındığı söyleniyor ve ek olarak Kanal İstanbul’un finansörlerinden birisinin Çin olması bekleniyor.
Hiçbir güç merkezi Türkiye ile ilişkisini kesmek, karşılıklı restleşerek uzaklaşmak istemiyor. Bunun açık nedeni, Türkiye’nin ekonomik ve özellikle de askeri olarak dikkate alınan bir ülke olmasındadır. Uluslararası ilişkilerde geçerli tek kural budur, gerisi karşılıklı gönül almadan ibarettir.
ABD ve AB’nin son ambargo kararları epeyce hafiftir, doğal olarak protesto edilmiştir ama memnuniyetle karşılanmıştır.
Dolar ve Avro’nun gerilemeyen yükselişini ve dış borç miktarını sürekli konu yapanlar, ülkeye her yıl yüksek miktarda para girdiğini herhalde görmek istemiyorlar. Bu para girişi ihracat ve dışarıdan gelen sermayenin kapsamı dışındadır.
AB, Türkiye’ye özellikle Suriyeli mültecileri barındırması ve sınırları içinde tutması için yüksek miktarda ödeme yapıyor.
Katar'ın Türkiye’ye yaptığı yatırımlar artarak sürüyor. Bunun önde gelen nedeni bu ülkedeki Türk üssüdür. Suudi Arabistan ile geçinemeyen ve bu ülke tarafından örgütlenen bir darbe teşebbüsü Türkiye tarafından engellenen Katar’ın eli Türkiye’ye mahkumdur.
Benzer örnek Azerbaycan ile yaşanmaya başlandı. Bu ülkede zaten bulunan Türk inşaat şirketleri Dağlık Karabağ’da “yıkılanı yapma” ihalesini aldılar. Faaliyetleri daha da genişleyecek ve petrol zengini Azerbaycan Türkiye’de yatırım yapmaya, gayrı menkul satın almaya başlayacaktır.
Çin derseniz bu konularda sessiz ve derinden giden bir ülkedir. Paris’te halkın günlük yaşamının ayrılmaz parçası olan kahvelerin bir bölümü Çin tarafından satın alınmıştır. Kahvenin işi eskisi gibi yürür, Çinli patronun ortalıkta görünmesi gerekmez.
Ülkenin çoklu ilişkilerinin sonuçlarından birisi de yüksek miktarda göç almasıdır. Türkiye işçi sınıfı son otuz yılda çokuluslulaşmıştır. Türk ve Kürt işçilerine en ucuz işgücü olarak Suriyeliler ve özellikle ev hizmetlerinde çalışan eski sosyalist ülkelerden gelen çok sayıda başka yabancı işçi katılmıştır.
Çok sayıda insan Avustralya’da bile olsa başka ülkede iş fırsatı kollarken, başka çok sayıda insan da Türkiye’de çalışmak için fırsat arıyor, çalışabilen de kayıtsız çalışıyor.
AB ile yeni sayfa açılması laf olmanın ilerisine geçer mi, bilinmez ama açılsa bile kısa sürede tıkanacaktır. AB ile ilgili olarak Türkiye için özellikle önemli olan Almanya ile ilişkiyi fazla germemektir. Bilinmektedir ki, Almanya’nın istemediği AB’de gerçekleşemez. Fransa’nın AB’nin ortak lideri olması kağıt üzerinde kalmış durumdadır. Nitekim Doğu Akdeniz’de Fransa ile açıkça atışan Türkiye’ye karşı sert ambargo isteği Almanya tarafından engellenmiştir.
Yakın gelecekte de bu durum sürecek gibi görünmektedir…