Hamburg Belediye Sarayında Eyalet Başbakanı SPD’li Olaf Scholz ile iki ay önce İslami kurumlar ve Cemevi temsilcilerinin de katıldığı bir basın toplantısı yapıldı. Gerek dini kurumlar, gerekse de Alevi Toplumu temsilcileri „hak eşitliği anlaşması“ için kamuoyuna yaptıkları açıklamalarında memnuniyetlerini ortaya koydular. Henüz tam olarak resmi bir statüye kavuşmayan ve „devlet anlaşması“ olarak da tanımlanan bu sözleşme, Almanya’da göçmenlerin temel haklarını kazanmaları doğrultusunda gelecek açısından yeni bir süreci başlamasına kapı açmıştır denebilir.
Hatırlanacağı üzere 2007 yılında aynı anlaşma Protestan kilisesi temsilcilerinin onayıyla o zaman ki Hamburg CDU’lu Belediye Başkanı Ole von Beust ve Musevi kurumlar arasında da yapılmıştı.
Göçün 50.yılının devlet töreniyle kutlandığı Almanya’da, alman vatandaşlığına geçmemiş göçmenlerin henüz seçme haklarının dahi olmadığı dikkate alındığında, Hamburg’daki dini otoriteye sahip Protestan kilisesinin onayıyla Almanya’nın 16 Eyaletinden sadece Hamburg’da hayata geçen „hak eşitliği anlaşması“ bir ilktir ve temel hak ve özgürlükler açısından sembolik bir anlam taşımaktadır.
Hamburg Eyaletinde kural altına alınan, üzerinde anlaşılan konulardan biri , İslami dini bayramlar ve Aleviler için önemli olan Aşure günlerinin artık Hamburg Eyaletinde tatil sıfatıyla değerlendirileceğidir. Buna göre, Ramazan ve Kurban Bayramının ilk günü ve Muharrem ayının 10.günü yani, Aşure Günü Hamburg Eyaletinde geçerli yarı-resmi bayram statüsü kazanmıştır. Sözleşmeye taraf olan İslami Cemaatler ile Aleviler , mevcut yasalar çerçevesinde kendi okullarını, kültürel faaliyetlerini yürütecek kurumları açabilirler. Bunların finansmanı hususunda taraflar birlikte hareket edecektir.
Aynı şekilde Hamburg Eyaleti, üniversite düzeyinde bir İlahiyat ve din pedagojisi bölümünü destekleyecektir. Din adamlarının ve eğitmenlerin yetiştirilmesini ve maddi olarak masraflarının karşılanmasını Hamburg Eyaleti üstlenmiştir. Sözleşmeye göre Hastane, Hapishane gibi benzeri yerlerdeki dini hizmetler İslami Cemaatler ve Aleviler tarafından verilecek, devlete ait televizyon ve radyo kanallarında, dini programlara izin verilecektir. Hamburg belediyesi bu işlerin sağlıklı bir şekilde yürümesi için, bütün dinlere eşit mesafedeki duruşunu korumayı anlaşmanın gereği olarak görmektedir.
Hamburg’daki , DİTİB, Şura, İslam Kültür Merkezleri ve Alevi Toplumu‘nun yer aldığı dört kuruluşça yapılan anlaşmaya göre, İslami Cemaatler ve Aleviler, federal anayasanın temel esaslarına aykırı hareket edemeyecekler ve bu temel esasları kabul edeceklerdir.
Hamburg anlaşması, kimi çevrelere göre yaklaşık 20 yıllık, kimilerine göre, 15 diğerlerine göre ise 10 yıllık karşılıklı sabır ve hoşgörünün ürünü bir çalışmadır. Birçok noktası itibari ile büyük ölçüde bir deklarasyon karakterine sahip ve yürürlükte olan yasalara bağlılık şartı vardır.
Müslüman dini Cemaatler ve Aleviler ile olan işbirliğinin eşit seviyede ve saygı çerçevesinde sürdürülmesi, dinî bayramlarının tanınması, eğitim alanındaki düzenlemeler, staj imkanları, özel kuruluşlar aracılığı ile dinî danışmanlık hizmetleri veya defin işlemleri gibi konuların anlaşmada yer alması önemli ve günlük hayattaki bir çok sorununun çözümüne ışık tutacak niteliktedir.
„Hak Eşitliği Anlaşması“ veya „Devlet Anlaşması“ olarak tanınan bu sözleşme, Hamburg Eyalet Parlamentosu‘nda onaylandığında yürürlüğe girecektir. İlk etapta 10 yıl süreli yapılan bu sözleşme, bu sürenin bitiminde, tecrübeler ışığında yeniden gözden geçirilerek değerlendirilecektir.
„HAK EŞİTLİĞİ ANLAŞMASI“ TÜRKİYE İÇİN ÖRNEK OLABİLİR Mİ ?
Dini konularda tek yetkili otoriter kurumun Diyanet işleri Başkanlığı'nın olduğu Türkiye’de , inanç özgürlüğüne Almanya’daki gibi „hoşgörüden“ söz etmek pek kolay olmayacaktır. Son örneği Alevi kökenli ünlü halk ozanı Neşet Ertaş’ın ani ölümü sonrası AKP’li hükümetin doğrudan müdahalesiyle, cenazenin Cemevi yerine devlet erkanı eşliğinde Camide kaldırılması konusunda görülmüştür. Aleviliğin zaten ayrı bir inanç olarak kabul edilmediği Türkiye'deki yaşanan bu „hoş görüsüzlük“ kolay kolay bertaraf edilemeyecek düzeydedir.
İnsanların yaşadığı zaman dirisine dahi sahip çıkmayan egemen devlet anlayışı , ölüsüne „sahip çıkma“ şovmenliğine girişerek topluma karşı demokratik hak ve özgürlükler(!) gibi, dini konularda da ne kadar „hoş görülü (!)“ olduklarını birkez daha göstermişlerdir.
ÇİFTE STANDARTLI YAKLAŞIMLARA SON VERİLMELİDİR
Hamburg Eyaletinde hayata geçen “hak eşitliği anlaşmasına” destek veren Avrupa ülkelerindeki Türkiye hükümeti yanlısı vatandaşların çelişkili yaklaşımlarına bakacak olursak; Avrupa ülkelerindeki Parlamento’larda milletvekili olarak tanınan Türkiye kökenlilerin hemen hepsi ya sosyal demokrat, ya Yeşiller ya da sol ve sosyalist partilerden aday olarak seçimleri kazanmışlardır. (bir iki istisna hariç) Avrupa ülkelerinde kendi çıkarları ve temel hakları gereği sol ve sosyalist partilere dogal olarak destek verenlerin, oy verenlerin önemli bir kesimi ne hikmetse Kapıkule’yi ve Yeşilköy’ü geçtikten sonra “kanımız aksa da zafer islam'ın” “kana kan intikam” diye propaganda yapan aşırı sağcı ve ırkçı-kafataşçı düzen partilerine oy verebilmektedirler. Ahmet Kaya’nın türkü dizelerindeki “bu ne yaman çelişki” gibi, yıllardır bu durum devam etmektedir. Bunda gelmiş geçmiş Ankara hükümetlerinin özel bir rolü vardır. Almanya'da insan haklarından söz edenler, Ankara'ya ulaşmadan şaşırıp kalmaktadırlar nedense.
Örnek açısından; Türkiye’den Avrupa’ya gelen hemen tüm hükümet ve devlet yetkilileri ayaklarının tozlarını bile silmeden “ana dilde eğitimin öneminden”, “asimilasyon insanlık suçudur” sözlerinden haklı olarak söz ederler. Ama aynı kişi ve yetkililer, madalyonun Türkiye yüzünde Kürtler için “ana dilde eğitim” talebi dile getirildiğinde anında hiddetlenirler. “tek dil, tek din, tek bayrak vs..” demeçleriyle konuya karşı anti-demokratik yaklaşımlar sergilerler.
Yani iki yüzlüce, sadece kendi çıkarları gereği “demokrasi ve insan haklarından” söz ederek çifte standartlı bir bir yaklaşıma girişirler. Genel insan hakları ve özgürlükler konusundaki uygulamalar, Alevilerin istemleri ve Kürtlerin haklı talepleri görmezden gelinir.
Tekrar başa dönersek:
Yukarıda detaylı olmasa da değindiğimiz çifte standartlı yaklaşımların önce kafalarımızda bertaraf edilmesi, zamanla yaşam tarzımıza yansıyarak temel insan hakları ve özgürlükler konusunda kalıcı “hoşgörülerin” kapısını da aralayacaktır.
Ümit edelim ki, Hamburg Eyaletinde başlayıp karşılıklı kabul gören ve de fazla abartılmaması gereken “hak eşitliği anlaşması” önce geleneksel kalıplaşmış kafaların değişmesinde ve yarının demokratik Türkiye’sinin yaratılmasında bir köşe taşı olur.
19.10.2012