2010 yılında kurulan ve benim de kurucu üyeleri arasında bulunduğum Hamburg Türk Basın Birliği(HTBB) üyeliğinden istifa ettiğimi bir süre önce birlik üyesi gazetecilerin mail ağında açıkladım.
İstifa gerekçemde, çeşitli kereler dile getirmiş olduğum üzere Türkiye cezaevlerinde, hükümetin rehinesi durumundaki Deniz Yücel, Ahmet Şık ve Murat Sabuncu'nun da aralarında olduğu onlarca gazetecinin tutukluluğu konusunda HTBB'nin tek bir satır açıklama yapmamış olmasını eleştirdim.
Tüm dünya basını konuya yoğun ilgi gösterirken üyesi olduğum kurumun bu konuda sessiz kalmasını kabul edemezdim.
Basın özgürlüğü konusundaki karnesi 180 ülke arasında 151. sırada seyreden bir Ankara hükümetinin tutuklu gazeteciler için "onlar terörist " şeklindeki düşmanca söylemlerini Almanya'da gündeme taşımak elbette ki gazetecilik ilkeleriyle bağdaşmayacaktı.
Almanya'daki meslek kurumlarını düzenlediği toplantılara bir kez dahi davet etme gereği duymayan, onlar ile en sıradan ilişki kurmaya dahi ilgi göstermeyen bir basın derneğinin Ankara, İstanbul ve İzmir gezileri ile zaman geçirmesine ne denebilirdi ki?
Türkiye'yi yandaş olmayan gazeteciler için bir açık cazaevine çeviren AKP hükümetinin Hamburg'daki konsolosluk temsilcisini, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü etkinliğine davet ederek konuşma hakkı veren, bir HTBB ile nereye kadar yol alınabilirdi?
Erdoğan'ın "Türkiye düşmanları" söylemleri ile her defasında özgür düşünce taraftarı gazetecileri hedef gösteren bir HTBB ile daha fazla devam edemezdim.
Neden istifa ettiğim konusunda geçmişten bir örnek vermek gerekirse;
Hamburg Türk Basın Birliği Başkanı ve AKP'ye yakınlığı ile tanınan Erdal Altuntaş'ın, Post gazetesindeki yazısında ırkçı, sağ popülist hatta kimi çevrelerce Nazi olarak adlandırılan Almanya için Alternatif Parti’yi (AfD) 24 Eylül 2017 Almanya genel seçimleri öncesi överek, “Bu seçimlerde oy hakkım olsaydı kimi seçeceğimi merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Aklımdan aşırı sağcı olan AfD partisi geçiyor desem, bana çok kızanlarınız olacağına eminim. AfD yabancı, Türk ve Müslüman düşmanı demek. En azından bunu açıkça söylüyor. Fakat Meclis’deki dört partiye baktığımızda da hangisi Türkiye düşmanlığı yapmıyor ki?” sözlerini Avrupa Postası'nda eleştirdim. Konu Alman ve Türkçe medyada günlerce geniş yankı uyandırdı.
Ayda bir yapılan basın kahvaltısı toplantısında olayın muhatabı HTBB başkanı Altuntaş'ın konuyla ilgili özür dilemesi şöyle dursun, eleştirim sonucu Erdoğan'ın gündeme taşıdığı „Türkiye düşmanı“ söylemleri ile bir kez daha hedef gösterildim. İkili sohbetlerde haklı olduğumu ifade eden birçok medya mensubu, toplantılarda nedense her defasında sus pus oldular. Bu tutumdan cesaret alan Altuntaş hergün daha da ileri gitti.
Tüm bunları neden mı yazıyorum? Çünkü dün yapılan aylık basın kahvaltısı toplantısında neden istifa ettiğimi sözlü olarak bir kez daha dile getirdim.
21 Kasım 2017 tarihinde 35 yıldır yaşadığım Almanya'yı terk etmem konusunda Hamburg Yabancılar Dairesi'nden aldığım geçmiş siyasi faaliyetlerimden ve G20'deki akreditasyonumun iptal edilmesiyle ilgili Başbakanlık Basın Dairesi'ne (Bundespresseamt) karşı açtığım iki davadan dolayı, adeta cezalandırılma içerikli resmi yazıya, aralarında dünyaca ünlü Der Spiegel ile Focus dergisi, TAZ, Junge Welt ve Hamburger Morgenpost gazetesi, Sınırsız Gazeteciler Örgütü (RSF), Alman Gazeteciler Birliği (DJU), ver.di (Birleşik Hizmetler Sendikası) Hamburger Bündnis gegen Rechts ile Odatv, Artıgerçek, Yeni Özgür Politika, Avrupa Sürgünler Meclisi, Avrupa Haber, Avrupa Partizan, gazetehamburg, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB), TÜDAY ve isimlerini sayamadığım onlarca gazete ve kurum duyarlı davranarak haber yaparken, kurucu üyesi olduğum HTBB'nin iki satırlık formalite bir açıklama yapmış olmasını eleştirdim.
Tüm bunların kaynağında HTBB Başkanı Altuntaş'ın rolü olduğuna dikkat çektim. Konuya yönelik somut bir örnek verdim.
21 Ocak 2018 tarihinde Hamburg'daki Thalia Tiyatrosu'nda gerçekleşen ve yaklaşık 1.000 kişinin katıldığı bir toplantıda açılış konuşması yapan, dünyanın birçok ülkesinde saygıyla anılan Can Dündar ile ilgili baştan sona kadar kamera çekimi yapan, Post gazetesi müdürü ve HTBB başkanı Altuntaş'ın, neden tek satırlık bir haber yapmadığını sordum.
Yanıtı nasıl mı oldu?
Şöyle oldu:
„Can Dündar bir haindir, onun haberini yapmam.“
Üzücü olan kamuoyunda kendilerine 'demokrat' sıfatlarını takan bazı gazetecilerin hemen çoğu kez yaşandığı gibi HTBB Başkanı Altuntaş'ın 'Can Dündar haindir, onun haberini yapmam' söylemi karşısında sessiz kalmalarıydı.
Tüm üyeler buna şahittir.
Sorulması gereken çok şey vardır. Ben sadece bir ikisini gündeme taşımak istiyorum.
Tipik bir AKP militanı gibi açıklamalarda bulunan Post gazetesinin müdürü ve HTBB Başkanı Erdal Altuntaş, bundan sonra hangi yüzle gazeteci Can Dündar'ı gönülden destekleyen Aleviler ve Kürtler ile demokratik dernek ve kurumlara haber için gidecektir?
Söyledikleri ikili bir sohbette değil, en az 35 kişinin huzuruna gerçekleşmiştir.
İşte size Avrupa'da yaşayan ve her platformda kendisinin 'tarafsız' olduğunu iddia eden tipik bir yandaş gazeteci derneği başkanı.
Bu kadar açık sözlü bir dernek başkanının yönettiği bir HTBB'de köklü değişiklik şarttır. Altuntaş ile tüm yönetim kurulu üyelerinin olağan kongreyi beklemeden istifa etmedikleri sürece, HTBB gazetecilikten öte, tipik bir taraftar derneği konumunda yoluna devam edecektir.
Tüm bu yaşanalar karşısında suskun kalmayı tercih eden gazetecilerle yan yana olmak mı? Almanca deyimle NEIN DANKE...
Ümit ediyorum ki, HTBB Başkanı ve Post gazetesi Kuzey Almanya müdürü Altuntaş, yaptığı kutuplaştırıcı ve düşmanca söyleminden biran evvel vazgeçer ve gazetecilerden özür diler.
Sonuç olarak; gazeteciysen boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen gazeteciyim demeyeceksin ilkesinden taviz vermeden yola devam.