Türkiye'de 16 Nisan'da yapılması planlanan anayasa değişikliği için referandum oylaması, toplumdaki son üç yıldır yüksek sesle yaşanan kutuplaşma ve siyasi gerginliği Avrupa ülkelerine de taşıdı.
Ülkenin yığınla sorunu varken, komşularıyla barış ortamından uzak bir atmosferde gerginlikler yaşayan, işsizliğin çığ gibi yükseldiği, kadın cinayetleri ve iş kazalarının cumhurbaşkanı tarafından „kader“ ve „fıtratında var“ denilerek kanıksandığı bir ülkede referanduma gidiliyor.
Seçilmiş vekil ve yerel yöneticilerin binbir türlü yalan-dolan ve komplolarla gözaltına alındığı, parlamentoda şiddete maruz kaldığı, muhalif gazetelerin kapatıldığı, gazetecilerin „terörist ve ajan“ suçlamalarıyla kriminalize edilerek zindanlara atıldığı, Sınırsız Gazeteciler Örgütü tarafından, gazeteciler için dünyanın en büyük cezaevi diye tanımlanan bir ülkede, anayasa değişikliği için referanduma gidilmektedir.
Hükümetin uygulamalarına ve haksızlıklarına en sıradan sesini çıkaranlara „FETÖ" veya "PKK üyesi terör mensubu“ suçlamalarıyla pranga vurulduğu, 'bu suça ortak olmayacağız' açıklamasına imza atan profesör, akademisyen ve öğretmenlerin işten atıldığı, 1933'lerdeki Nazi Almanyası uygulamalarının yaşandığı bir ülkede eşit olmayan koşullarda referanduma gidilmektedir.
Referandumda 'Hayır' oyu vereceğim diyenlerin standlarının polis terörüne maruz kalarak yasaklandığı, saldırılara uğradığı, örgüt propagandası iddiasıyla açıktan engellendiği, Başbakan ve cumhurbaşkanı tarafından TV'lerde "Hayır oyu kullanacaklar teröristtir, vatan hainidir" denilerek hedef gösterildiği demokratik olmayan koşullarda, her yeri kan revan içindeki bir sporcu ile her gün doping alan, örtülü ödenkle beslenen bir başka sporcu arasındaki yarış misali referanduma gidilmektedir.
AVRUPA'DA TÜRKİYE RÜYASI GÖRMEK
Tüm bu baskı ve yıldırmalara rağmen, yurtiçi ve yurtdışında referandumda „Evet“ veya „Hayır“ oyu verin şeklinde deyim yerindeyse kıran kırana bir mücadele sürmektedir. Yaşadıkları Avrupa ülkelerinde en yakınındaki belediye başkanı veya herhangi bir vekilin ismini dahi telafuz etmede zorlanacak olanlar, hatta rüyası bile Almanca olanlar, 16 Nisan'daki referandum için her hafta sonu düzenlenen etkinliklerden uzak durmadan harıl-harıl koşturmaktadırlar. Halbuki aynı çevrelerin beşte birinin dahi yaşadıkları AB ülkerindeki seçimlere ilgi gösterdikleri söylenemez.
Türkiye'de eşitsiz koşullarda yaşanan referandum etkinlikleri Avrupa ülkelerinde farklı seyretmektedir.
Bir yıl içinde Erdoğan ile beş kez Ankara'da görüşme yapan Almanya başbakanı Merkel, iki Türk Bakanın Almanya'da referandum üzerine planladıkları konuşmasına güvenlik vb, gerekçelerle yerel idarelerin izin vermemesi sonrası, Erdoğan tarafından Nazi benzetmesi ile suçlandı.
Aynı durum Hollanda için de geçerli oldu. Türkiye'de en çok ticari yatırımı olan AB ülkelerinin başında gelen, Konya ili kadar büyük bir yüzölçüme sahip, Naziler döneminde en ağır baskılara maruz kalmış liberal Hollanda hükümeti de, Ankara hükümeti tarafından „Nazi kalıntısı“ ve “faşist” olmakla suçlandı.
Almanya ve Hollanda'ya 'Nazi' ve 'faşist' suçlamasını yapan Erdoğan'ın dudakları arasından dökülen sözcüklerle yönetilen ve on binlerce kişinin cezaevlerinde olduğu Türkiye'nin, dünyadaki 180 ülke arasında basın özgürlüğü karnesinin 151. sırada olduğu unutulmamalıdır.
ÇOCUK TECAVÜZLERİNE SESSİZ KALAN BAKAN HOLLANDA DA ŞOV YAPTI
Karaman'daki Ensar Vakfı vb. tarikat yurtlarındaki çocukların tecavüz olayına ve yurtlarda çıkan yangınlara sessiz kalan, sorumlulardan hesap sormayan, Aile Bakanı Kaya, Hollanda'daki olayların kahramanı rolüne bürünerek “cumhurbaşkanım öl dese ölürdüm“ açıklamasıyla provakasyona davetiye çıkartmak için hazır beklediğini itiraf etti.
Hollanda'ya Almanya üzerinden izinsiz giriş yaptığı açıklanan Bakan Kaya'nın, "istenmeyen kişi" ilan edilerek yurtdışı edilmesi yandaş kanallarda ve gazetelerde skandal olarak manşetten verildi. Gazeteci Deniz Yücel'in tutuklanmasına kısa haberlerle yer veren, muhalefete karşı uygulanan insan hakları ihlallerini ve polis terörünü görmezden gelen yandaş medya, Hollanda'da yaşanılanları günlerce birinci haber olarak verdi.
GEZİ OLAYLARINDA 12 GENCİ KÖR EDEN POLİSLERİ UNUTTULAR
2013 yılındaki Gezi direnişi sırasında polisin sıktığı plastik mermilerle 12 kişinin kör olduğu, 8 gencin öldürüldüğü, 8163 kişinin yaralandığı, barışçıl göstericilere „dış mihrakların piyonları ve terör örgütü mensupları“ ve 'darbeciler' denilerek devlet terörü estirildiği sanki unutuldu.
Rotterdam'daki AKP'li göstericilere şiddet uygulayan Hollanda polisine Edoğan tarafından anında „faşist“ ve "Nazi kalıntısı” suçlaması yapıldı. Demek ki, ateş düştüğü yeri yakarmış. Polis köpekleri ve atlı polislerin şiddetine 'faşist' diyenler, Gezi direnişi boyunca yaşanalara ne isim vereceklerdir? Yoksa ileri demokrasi uygulaması mı?
Okun ucu kendilerine değdiğinde bir kaşık suda fırtına kopartanlar, Türkiye'deki muhaliflere karşı senelerdir uygulanan devlet terörünün adresi kendileri değilmişcesine „onlar teröristtir“ dediklerini unutarak, Avrupa ülkeleri için timsahın gözyaşları misali fırsatçı bir mantıkla demokrasi nutukları atmaya başladılar.
Kısacası, Avrupa ülkelerinde son yaşanan gelişmeler sonrası ağlayıp-sızlanarak, demokrasi söylemlerini sakız gibi ağızlarından düşürmeyen çifte standartlı AKP hükümetinin maskesi bir kez daha düşerek, sahte demokrasi anlayışları gözler önüne serilmiş oldu.
REFERANDUM İPTAL EDİLİR Mİ?
„Hollanda'da bir vatandaşımız ölseydi, savaş ilan ederdik“ sözlerine yer veren Dışişleri Bakanı, Türkiye'de örtülü ödenek bütçesi ve devletin tüm olanaklarıyla sürdürülen referandum yarışından kaçmak için fırsat kollayan, kendi kurdukları oyunu bozmak için gerekçe arayan mızıkçılar gibi, içindeki korkuyu dışa vurmuştur. Hayır cephesinin genişlemesi sonucu referandumun iptalinin bile somut bir gerekçe yaratılarak gündeme alınacağı bu söylemle açığa çıkmıştır denilse abartılı mı olur?. 16 Nisan tarihine kadar bakalım daha hangi Ali Cengiz oyunları sergilenecektir.
Almanya ve Hollanda'ya Nazi metodu ve Nazi benzetmesi yapan bir ülke cumhurbaşkanının, iki gün sonrası yaptığı açıklamalar ibret vericidir. " Yaşadığınız, çalıştığınız yerler artık sizin sılanızdır. Oralara sıkı sahip çıkın. Daha çok iş yeri açın. Çocuklarınızı daha iyi okullarda okutun. Ailenizi daha iyi semtlerde yaşatın. En iyi arabalara binin. En güzel evlerde oturun. 3 değil, 5 çocuk yapın; çünkü Avrupa'nın geleceği sizlersiniz. Size yapılan terbiyesizliklere, haksızlıklara, düşmanlıklara vereceğiniz en güzel cevap işte bu olacaktır" vs. çağrısı Hollanda'ya yaptırımlar uygulayacağız demagojisinin boşa çıkarak ne kadar komik bir duruma düşüldüğünün açık göstergesidir.
Öte yandan Almanya'nın 16 Nisan referandumu için oy sandıkları kurulmasına şartlı izin vererek, "Almanya'ya hakaret etmeyeceksiniz" uyarısını sessizce sineye çekmek Türk basınında pek yer bulmadı. Nasıl ki, Putin'e diz çöküldü, yakın tarihte de AB ülkeleriyle yeni bir sayfa açalım denilerek ikili ilişkiler gözden geçirilirse şaşırmamak gerekir. Yaklaşan turizm mevsimi ve yerlerde sürünen TL'nin değeri bunu zorlayacaktır.
Sonuç olarak; Bir gün önce Çavuşoğlu'nun „Avrupa'da yakında din savaşları çıkacak“ rüyasına karşı, Erdoğan'ın "faşist" ve "nazi" benzetmesi yaptığı ülkeler için "Avrupa'nın geleceği sizsiniz" şeklindeki çağrısı, günü birlik politika olduğu kadar, Türkiye halklarıyla da dalga geçildiğinin açık bir kanıtıdır. Sözü edilen ülkeler faşist ise, neden "o ülkelerde kalın" çağrısı yapılmaktadır?
Birkaç gün sonra ekonomik kriz içindeki Türkiye'den AB ülkelerine yönelik, yumuşak ve barış dolu mesajlar veren bir Erdoğan görmek sürpriz olmayacaktır. Demirel gibi, "Dün dündür. Bugün ise bugündür" politikasına toplumu alıştırdılar. Ama bizler size ve yalan-dolanlarınıza alışmayacağız.