“Bunu bil.
hiçbir şeyin sonu yoktur.
bunu da bil.
bir gün nasılsa
bütün acılar eskiyecek.”[2]
“Ben Müslüman sosyalistim” vurgusuyla, “Ortadoğu’da kavga suni,”[3] diyen Lütfü Akdoğan’ın ifadesini ciddiye almamak gerekiyor. Çok katmanlı krizlerle sarsılan Ortadoğu jeopolitiği, farklı yoğunluklarda hareketliliklerle dengeler değişirken; dünya jeopolitiği ile örtüşerek biçimleniyor.
Ortadoğu’da harekete geçen fay hatları bir “kelebek etkisi”ne yol açabilecek türden özellikler taşıyor; “barış” ya da “çatışma” süreç(ler)ı durağan değil; aksine çok dinamik, yani her şey allak bullak.
Tüm bunlar bir kaosun habercisiyken; siz bakmayın -kerameti kendinden menkûl!- “Ortadoğu’da yeni bir düzen inşa olmaya başladı,”[4] söylencelerine!
Emperyalistler ve bölgesel gericilik açısından hem “kazancı bol”(!), hem de gerilimi her zaman yüksek bir coğrafya özelliği taşıyan Ortadoğu’da büyük bir yangının parçası olan sıcak gelişmeler birbirini izliyor.
Örneğin ABD-İran gerilimi devam ediyor…
Ortadoğu’nun birçok bölgesinde vesayet savaşları hâlâ gündemde...
Irak’a emperyalist müdahaleyle devreye giren polarizasyonun ortaya çıkardığı soru(n)lar ve Suriye’nin hâli…
En büyük desteği ABD emperyalizminden alan Siyonist İsrail saldırganlığın tam gaz sürmesi…
Yemen, Libya, Sudan, Kıbrıs, Filistin… Vd’leri!
“Orta Doğu’da meşruiyet krizi”[5] lafazanlıklarının da kavrayamadığı, Ortadoğu’da hiçbir şeyin görüldüğü gibi olmadığıdır. Çünkü Ortadoğu’daki gerçek “çapraz akıntıların birleştiği yerlerde anaforlar oluşur” realitesiyle yürürlüktedir.
GÖRÜNÜM
“Vekâlet Savaşları”nın Ortadoğu’su, üç kıtanın birleştiği, jeopolitik açıdan önemli, enerji kaynaklarının büyük bölümüne sahip beş yüz milyona yakın nüfusu ile kârlı pazar oluşturan coğrafi bir bölge ve emperyal güçlerin hegemonya kurmak için sürekli çatıştıkları bir alandır.
Uzun yıllardır Ortadoğu’nun yeniden yapılanma sürecine girdiği yazılıp çizilse de; ezilenler için esasa ilişkin temelli bir değişim söz konusu değildir.
1991 Körfez Savaşı, 2001 İkiz Kuleler saldırıyla “gerekçe”lendirilen ABD’nin Irak’ı 2003’de işgali, Arap Baharı sonrasında Libya, Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye iç savaşları, El Kaide, IŞİD ve diğer cihatçı oluşumlar vb’leri ile liste uzayıp gider.
Haksız savaşlarda yüz binlerce sivil katledildi, milyonlarcası sürgün yollarına düştü, devasa acılar yaşandı “kaygan kumlar” metaforunun yakıştığı Ortadoğu’da...
Kolay mı? Filistin ile Siyonist İsrail meselesi, Irak’ın işgali, Şii-Sünnî çatışmasının yoğunlaşması, İslâmcı terörün IŞİD ile yükselmesi, Arap isyanlarının bölge otokrasilerinde yarattığı sarsıntılar, Suriye iç savaşını derinleş(tiril)mesi ile Rusya’nın bölgeye inmesini kolaylaştırması, dört parçalı Kürt meselesi, su sorunu vb’leri bölgede son derecede kırılgan dengelerin varlığına işaret ediyor.
Ortadoğu, XIX. yüzyılın son çeyreğinden beri emperyalist sistem için stratejik konumu, hidrokarbon yatakları nedeniyle hedefti. XX. yüzyılın ikinci yarısından, özellikle de 1980 Carter Doktrini’nden, yakın zamana kadar bölge kaynaklarının yağmalanması, rejimlerinin düzenlenmesi, esas olarak ABD hegemonyası altında gerçekleşiyor.
Bu durum, ABD hegemonyası gerilerken yaşanan 2008 finansal krizi, “uzun durgunluk” içinde Çin’in yükselerek emperyalist sistem içinde aktif bir aktöre dönüşmesiyle değişmeye başladı. ABD’nin Irak’ta, Arap isyanları sırasında ve de Afganistan’dan çıkarken sergilediği tutumlar, güvenlikleri açısından ABD’ye dayanan bölge rejimlerinin güvenini sarstı. Bu ortamda Çin, resmin içine büyük finansal ekonomik ve teknolojik kapasitesiyle, bölge rejimlerinin iç işlerinde, aralarındaki çekişmelerde tarafsız kalma eğilimiyle, ABD ve Batı karşıtı “antiemperyalist” bir retorikle girmeye, bölgenin kırılgan dengelerini etkilemeye başladı.
Çin’in bölgedeki yeni etkisi, yüksek enerji fiyatlarının gelirleriyle birleşerek Körfez monarşilerine ABD karşısında ekonomik siyasi dengeleri etkileyen bir manevra alanı sunarken İsrail’deki ırkçı hükümet, Ortadoğu karmaşıklığına yeni bir istikrarsızlık unsuru daha ekledi.
Görülmesi gerek: Dünya Bankası araştırmalarına göre Kuzey Afrika ve Ortadoğu (KAO), 2011-2018 arasında yoksulluğun en hızla arttığı bölge oldu. Özellikle aşırı yoksulluk (günde 1.9 dolar) oranı iki buçuk kat artarak yüzde 2.7’den yüzde 7.2’ye yükseldi.
Dünya Bankası’nın ‘Covid-19’un KAO’da Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri/ Distributional Impacts of Covid-19 in the Middle East and North Africa Region’ başlıklı raporunda, Gazze ve Batı Yakası’nda yaşayanların (Filistinlilerin) hane halkı gelirlerinin 2020’de en az yüzde 60 gerilediği hesaplanıyor.
Filistin Merkezi İstatistik Bürosu verilerine göre, 2020’de GSMH yüzde 11.5 oranında gerilemiş. Dünya Bankası araştırması, yoksulluğun Gazze ve Batı Yakası’nda, 2019’da yüzde 32.8’den 2020’de yüzde 34.7’ye yükseldiğini gösteriyorken; İsrail yönetimi artık, Filistin sorununu tartışmak istemiyor. Arap ülkelerinin yöneticileri Filistin sorununun artık ayaklarına dolanmasını istemiyor. Ama onlar istemiyor diye sorun ortadan kalkmıyor.
Filistin halkı, yine patlamaya hazır bir bombaya benziyor: Genç nüfusun oranı yüzde 30 dolayında (bunun yüzde 62’si 20-29 yaşları arasında). Gençlerde işsizlik oranı yüzde 40’lara ulaşıyor. Bunlar için bırakın bağımsız bir Filistin’i, normal bir insan gibi yaşamayı hayal etmek bile çok zor. Gelecek umudu kalmayan, sürekli aşağılanan bir halk ne yapsın?
‘Ha’aretz’den Gideon Levy, bu soruya şöyle cevap veriyordu: “Gelecek için mücadele etmek isteyen Filistinlilere bir tek yol kaldı, o da terör yoludur. İsrail onlara şunu öğretti: Eğer şiddete başvurmazlarsa herkes onları unutacaktır… Yalnızca terörizm yoluyla hatırlanacak belki de yalnızca bu yolla bir şeyler elde edebilecekler”!
Levy çok haklı ve “çapraz akıntıların” birleştiği yerde sert bir anafor oluşuyor.[6]
OYUN KURUCULAR
Kim ne derse desin, pozisyon kaybıyla da olsa Ortadoğu’nun baş aktörü hâlâ (Siyonist İsrail sopası ve Mısır cuntası faktörüyle!) ABD emperyalizmi…
Yani Ortadoğu rotası ABD Başkanı Joe Biden’a ayarlıyken; Ortadoğu konsepti temelde eskisinden farklı değil. “Biden’ın Ortadoğu’da izlediği politikaların Trump’ı andırdığı söyleniyor,”[7] ifadesindeki üzere Melvin Goodman’ın…
Ortadoğu ABD-İran mücadelesini hâlâ olanca şiddetiyle saha olurken; ABD’nin Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni işgalci İsrail’in toprağı, Kudüs’ü de İsrail’in başkenti olarak tanıması BM Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin 242 (1967), 338 (1973) ve 497 (1981) sayılı kararlarıyla çelişirken;[8] Biden döneminde, Arap ülkelerinin “yeni güvenlik mimarisi arayışları” bağlamında diplomatik trafiğin hızlandırılması İran’ı kuşatmayı, Çin ile Rusya’nın önünü kesmeyi hedefliyor.
Biden’ın göreve gelmesiyle Ortadoğu’da siyasi trafik hız kazandı. Irak-Mısır-Ürdün Zirvesi yapıldı, İsrail-Mısır-BAE arasındaki temaslar dikkat çekti. Ayrıca ABD Başkanı Biden, İsrail Cumhurbaşkanı’nı Beyaz Saray’da ağırlarken Bağdat’ta Mısır, Ürdün, Irak zirvesi yapıldı. İlk kez bir İsrail Dışişleri Bakanı, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, Lübnan’da Hamas-Hizbullah buluşması gerçekleşti.
Tüm bunlarla Ortadoğu’ya verilmesi hedeflenen yeni(lenmiş) biçim emperyalist müdahaledir
Örneğin Emmanuel Macron, Ortadoğu oyununa ABD safında dahil olmak için yeni sömürgeci hayallerini gerçekleştirme çabasındayken; ABD’nin arka bahçesi saydığı Ortadoğu’da, şimdi bu Çin dolaşmaya gayret ediyor.
Özetle Ortadoğu’da Ortadoğuluların egemenliği hâlâ mümkün görülmüyor. Dahası, “yeni Osmanlı”cı hayalleriyle T.“C”, Putin Rusya’sı ve (Suriye, Irak, Lübnan’da nüfuzunu artıran) mollarşi İran’ı önem arz eden aktörler sıralamasında yer alıyorlar.
Galiba bunlara bir de; “Ortadoğu ülkelerinde sekülerleşme eğiliminin giderek artıyor,”[9] söylencelerine rağmen Patrick Cockburn’un, “Cihatçılar yenildi mi?”[10] sorusuyla işaret ettiği güçler eklenmeli.
O HÂLDE
“Arap Baharı”nın “Game of Thrones/ Taht Oyunları”na evrildiği Ortadoğu’da “yıkıldığı iddia edilen düzen”in yeniden dizaynı gündeme getirilirken; “Arap isyanlarının” ardından rejimlerin egemen sınıfları kendilerini kısa sürede toparladılar. Mısır ve Tunus’ta eski “adamların” yerini yenileri aldı. Libya da malum üzere!
Arap İsyanlarının dalgası, arkasında düş kırıklığı bırakarak geri çekilirken; despot rejimlere karşı mücadele ile anti-emperyalist mücadele birleştirilmeden bir adım ileri atmak mümkün görünmüyor.
Kürtler ve Filistinlilerin mücadeleleri Ortadoğu’daki mevcut sömürgeci idari, siyasi haritayı zorluyorken; ezilenlerin yabancı güçlerden arındırılmış, toplumcu laiklik temelinde özgürlükçü ve eşitlikçi bir Ortadoğu özlemlerini hayata geçirecek enternasyonalist bölge politikanın yaratılmasına gereksinim var.
Emperyalist müdahaleciliğin etnik, dinsel, kültürel olarak parçaladığı Ortadoğu’daki kaosun çözümü ABD ve tüm emperyalistlerin ve Siyonizmin Ortadoğu’dan süpürülmesidir.
Bu kolay deği elbette; ama, imkânsız da değildir ve “Ortadoğu Devrimci Çemberi” şimdi her zamankinden daha acil gündem maddesidir.
18 Haziran 2023, 12:12:41, İstanbul.
N O T L A R
[1] Kaldıraç Dergisi, No:264, Temmuz 2023…
[2] Arkadaş Zekai Özger, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası, Ve Yay., 10. Basım, 2022, s.62.
[3] Deniz Ülkütekin, “Lütfü Akdoğan: İktidar Şımarık, Diğerleri Cahil”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2018, s.11.
[4] Mehmet Ali Güller, “Ortadoğu’da Yeni Düzen”, Cumhuriyet, 25 Mart 2023, s.7.
[5] Mehmet Şahin, “Orta Doğu’da Meşruiyet Krizi”, Türkiye, 30 Mayıs 2021, s.14.
[6] Ergin Yıldızoğlu, “Çapraz Akıntılar Birleşirken”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2022, s.11.
[7] Melvin Goodman, “Ortadoğu Konsepti Eskisinden Farksız”, Birgün, 18 Temmuz 2022, s.10.
[8] BMGK’nin 242 sayılı kararının ilk maddesinde İsrail silahlı kuvvetlerinin işgal ettiği bölgelerden, yani Sina Yarımadası, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nden çekilmesi isteniyor. Dahası, BMGK’nin 497 sayılı kararında açıkça İsrail işgalinin yasadışı olduğu vurgulanarak şu görüşlere yer veriliyor: “İsrail’in Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri’ne yasalarını, yargısını ve yönetimini empoze etme kararı boş ve geçersizdir, uluslararası hukuki bir etkiye de sahip değildir.” (Mustafa Kemal Erdemol, “ABD Başkanı Unutulan İşgali Neden Hatırlattı?”, Cumhuriyet, 23 Mart 2019, s.7.)
[9] Ortadoğu ülkelerinde sekülerleşme eğiliminin giderek artıyor. Araştırmalara göre, din ile siyasetin birbirinden ayrılması için reform talepleri de giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor. ‘Deutsche Welle’den Jennifer Holleis’e göre, dini referanslara karşı sekülerleşmenin arttığını gösteren bu araştırmalardan biri Amerikan Princeton ve Michigan üniversitelerinin ortak araştırma ağı olan Arap Barometresi isimli çalışma. Söz konusu kamuoyu araştırması kapsamında Lübnan’da 25 bin kişiye dini eğilimleri soruldu. Elde edilen sonuçta ise geçen 10 yıl içinde kendini dindar olarak tanımlayan kişilerin oranının yüzde 43’e gerilediği tespit edildi. (“Ortadoğu Sekülerleşiyor”, Birgün, 14 Şubat 2021, s.5.)
[10] Patrick Cockburn, “Cihatçılar Yenildi mi?”, Birgün, 11 Şubat 2019, s.5.