BM’lerin İnsan hakları kapsamında faaliyet yürüten kurumu İFOR’un düzenlediği etkinlikte Maraş katliamı için yaptığım sunum.

Maraş, bugün itibarıyla, Türkiye’nin önemli büyük şehirlerinden birisidir. Maraş, henüz Selçukluların Anadolu’ya ve Kürdistan’a gelmediği dönemlerde Ermenilerin, Kürtlerin, Süryanilerin ve Rumların yaşadığı şehir olarak tarihte yerini almıştır. Aynı şekilde Maraş’ta Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve daha birçok topluluk yaşamıştır.

Maraş’ta yaşayan halkların ve inançların bu çeşitliliği, dönemin merkezi devleti olan Selçuklular tarafında değiştirilmek istenmiş, ancak bu saldırılara karşı Maraşlı halklar, Babailer İsyanıyla cevap vermişlerdir.

1527 yılında Osmanlı'nın bölgeye hâkim olmasıyla birlikte, Maraş’ın çok dinli özelliği değiştirilmeye, İslam dini ve Sünni mezhebi egemen din ve mezhep olarak, Maraşlı halklara dayatılmaya başlandı. Böylece İslam’a dahil olmayan inançların yoğun olduğu Maraş’ta, giderek İslam dininin etkin olmasının olanağını yaratılmıştır.

Osmanlı'da farklı din ve inançta olanları İslamlaştırma ve Sünnileştirme amaçlı baskılar, 1800’lerin ortalarına kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra Maraş’ta sürdürülen baskıların hem içeriği, hem de hedef kitlesi değişmiştir.

Öncelikle Müslüman olmayan halklara yönelik olarak, Türkleştirme ve İslamlaştırma siyaseti dayatılmış ve buna bağlı olarak yok etme siyaseti izlenmeye başlamıştır. Bu siyasetin sonucunda, 1850’den 1915’e kadar İslam olmayan Ermenilere, Süryanilere Yahudi ve Rumlara yönelik baskılar, 1915’te Ermeni soykırımıyla Müslüman olmayan Maraş halkları, Maraş’ta topyekûn yok edilmişlerdir.

Maraş, o tarihlerde Ermeni'lerin yoğun yaşadığı bir şehirdi. Özellikle Zeytun Ermeni'lerin, hem özerk olarak yaşadığı, hem de ulusal örgütlülüğün ve bilincin oldukça gelişmiş olduğu bir şehirdi. Bu nedenle Maraş, Osmanlı devleti tarafında “çıban başı” olarak tanımlanmıştır. Böyle olduğu için, zaten uzun yıllardır devam eden baskılarla yetinmeyen Osmanlı devletinin son dönem ırkçı yöneticileri, 1915 Ermeni soykırımını, Maraş ve Zeytun’dan da gerçekleştirmiştir.

Etnik ve dinsel arındırma politikası, dağılan Osmanlı devletinin Müslüman halklarında Türk ulusu oluşturmak isteyen Enver, Cemal ve Talat paşaların siyasal projesiydi. Bu projenin gereği olarak gerçekleştirilen Ermeni soykırımının en vahşice uygulandığı bölgelerden birisi de Maraş ve Zeytun’dur.

Bu kanlı proje daha sonra Türk devletini kuran Kemalistler tarafından da sürdürüldü. Bu politikalarının sonucu olarak ilgili coğrafyada Ermeniler Süryaniler, Yahudiler ve Rumlar yok edildiler. Kürtlerin ve Alevilerin de yok edilmesini amaçlayan bu asimilasyoncu politika, ısrarla ve en barbar haliyle sürdürülmektedir.

1978 MARAŞ KATLİAMI

Etnik ve dinsel arındırma politikasının Maraş’ta uygulanmasının bir parçası olarak bölgede yaşayan Kürtlere ve Alevilere karşı yeni bir katliam planlamasına ihtiyaç duyan Türk devleti, uygun koşulların bir araya geldiğini düşünerek, 1978 Maraş katliamını gerçekleştirmiştir.Yani Maraş katliamı, Türk devletinin etnik ve dinsel arındırma amacıyla pratikleştirdiği bir katliam olarak yapılmıştır.

Maraş katliamı, Türk devletinin önemli bir hazırlıktan sonra, paramiliter kadrolarının öncülüğünde, 30 bin civarında sivil katilin eliyle, Alevilere, Kürtlere ve devrimcilere karşı gerçekleştirilmiş bir devlet katliamıdır. Maraş katliamı, 19. Aralık’ta başlamış, 26. Aralık gününe kadar, bir hafta boyunca, devam etmiştir. Katliam, sadece Maraş’ın içinde ve mahallelerinde değil, Maraş’tan kaçmaya çalışanların yollarda yakalanıp katledilmesiyle ve çevre köylerden de devam etmiştir.

Katliamdan günler öncesinde, saldırıların yapılacağı evler işaretlenmiştir. İkinci adım olarak katliamı pratik olarak gerçekleştirilmesini sağlayacak, uzun namlulu silah taşıyan çok sayıda profesyonel katil, Maraş’ta otellere yerleştirilmiştir.

Bu hazırlıklardan sonra Maraş katliamı, 19. Aralık. 1978’de,oynatılan ırkçı bir filimin hipnotik etkisiyle sokaklara dökülen faşist unsurların, Alevilerin ve Kürtlerin evlerine, işyerlerine saldırmalarıyla başlatılmıştır.

20. Aralık’ta ilericilerin, Kürtler'in ve Alevilerin gittiği bir kahveye bomba atılmıştır. 21. Aralık’ta iki devrimci öğretmen, evlerine giderlerken pusu kurularak katledilmişlerdir. Arka arkaya yapılan bu saldırılarla Maraş’ın sosyal atmosferi kirletişmiş,
katliama uygun hale getirilmiştir.

22. Aralık’ta iki devrimci öğretmenin cenaze törenine toplu olarak saldırılmış ve bu saatten sonra Maraş’ta sürüleştirilmiş on binlerce saldırgan Maraş’ın denetimini ele almış ve katletmek için Alevi Kürt ve ilerici insan aramışlar, ev basmışlardır.

1978 yılında bütün Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan sosyal ve siyasal gelişmelerin yarattığı ortamı fırsata dönüştüren Türk devleti, Maraş’ta yaşayan Kürtleri ve Alevileri etnik arındırmaya tabii tutmak ve yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak amacıyla bu katliamı gerçekleştirmiştir. Irkçılık ve dini gericilik ile Ermeni düşmanlığı üzerinde Alevilere, Kürtler'e ve devrimcilere karşı yaratılan düşmanlık, Maraş katliamında, sivil unsurları harekete geçirmenin aracı olarak değerlendirilmiştir.

Maraş katliamında saldırıya uğrayan Alevilerin, Kürtlerin ve devrimcilerin, kendilerini korumaya yönelik direnişi, katliamın tahribatını sınırlandırmıştır. Yoksa çok daha korkunç bir katliamın amaçlandığı anlaşılmaktadır.

Maraş katliamında, 96 savunmasız insan katledilmiştir. Katledilen bu insanların içinde, doğumlarına sayılı günler kalmış, anne karnında iki bebek bulunmaktadır. Dört çocuk ve 19 kadın, Maraş katliamında korkunç bir vahşetle katledilmiştir. Hamile kadınların karınları deşilmiş, yaşlı Cennet Çimen annenin gözleri oyularak cesedi fosseptik çukuruna atılmış, Ali Traş’ın vücudu parçalanarak kanında kaynatılmıştır. IŞİD zihniyetine uygun olarak ve eşinin gözleri önünde insanların kellesi kesilmiştir. Sayısız kanlı vahşetlerin yaşandığı Maraş katliamında, sadece Alevi, Kürt ve ilerici oldukları için çocuklarının gözleri önünde, anneler, babalar ve kardeşler katledilmiş, yolda geçen ve hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar, hunharca öldürülmüşlerdir.

Maraş katliamında, katledilen 96 Alevi-Kürt ve devrimci insanın dışında 19 saldırgan da öldürülmüştür. Maraş katliamında katledilen 21 insanın mezarı, öğretmen Mahmut Ünal ile Hatice Yılmaz adlı iki insanın cesetleri kaybedilmiştir. Maraş katliamında, Maraş’ta yaşayan Kürtlerin Alevilerin evlerine ve bütün mal varlıklarına el konmuştur.

Maraş katliamının yargılama süreci, katliamın üstünü örtme operasyonu olarak gerçekleştirilmiştir. İlk olarak, katliamın tanımı çarpıtılmış, yaşananlar bir katliam olarak değil, Alevi- Sünni çatışması olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamayla, katliama uğrayan mağdurların suçlu ilan edilmesi sağlanmış ve 140 katliam mağduru Alevi- Kürt ve devrimci insan, sadece kendilerini korumaya çalıştıkları için yargılanmışlar ve bir kısmı cezalandırılmıştır.

İkinci olarak, katliamın hazırlık sürecinde yapılan saldırıların failleri gizlenmiş, korunmuştur. “Alevilerin evlerinin kimler tarafında işaretlendiği, iki öğretmenin katilerinin kimler olduğu, kahveye bombanın kimler tarafında atıldığı” gibi saldırılar “faili
meçhul” edilmiştir.

Üçüncü olarak Maraş katliamının arkasındaki planlayıcılar ve uygulayıcılar açığa çıkartılmamış, bu amaçla bir çaba içine girilmemiş, tam tersine katliamın planlayıcıları ve uygulayıcıları gizlenmiştir.

Yıllar sonra dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in arşivinde çıkan bir raporda, Maraş katliamının milli istihbarat teşkilatının(MİT) planlı bir uygulaması olduğu ve bu katliamı düzenleyenlerin adları açıkça yazıldığı açığa çıkmıştır. Ancak ne katliam döneminde ne yargılama sürecinde ve ne de bugüne kadar bu raporun içerdiği bilgilere yönelik bir araştırma değerlendirme yapılmamıştır. Böylece bir hafta devam eden Maraş katliamının üstü örtülmüş, gerçek katliamcılar korunmuştur.

 

Gerçek katillerin gizlendiği Maraş katliamında, sıradan katillerden bazılarına, kısa süreli cezaların verilerek, kamuoyunun gözü boyanmak istenmiş, sözde yargılamanın sonunda çok az katil cezaevinde kısa süre kalmış, gerçek katliamcıların aklanması sağlanmıştır. Bununla yetinilmeyerek, Maraş katliamının sanıkları milletvekili veya devlet görevlisi yapılarak mükafatlandırılmışlardır.

Maraş katliamından dolayı Maraş’ta yaşayan Kürtler ve Aleviler topraklarını terk ederek yurtdışında yaşamaya yönlendirildiler.

Türk devleti, 1915’te hem Maraş’ta, hem de genel coğrafyada Ermeni soykırımıyla başlattığı, 1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1938 Dersim, 1978 Maraş katliamlarıyla sürdürdüğü, dün Roboski, Cizre, Sur ve diğer Kürt şehirlerinde, bugün de Efrin’de devam ettirdiği bu etnik ve dini soykırım ve katliamların hiç birisi tesadüfen veya özgün, lokal politik uygulamalardan kaynaklanmamıştır, kaynaklanmamaktadır.

Bunların tamamı Türk devletinin temel ve stratejik politikası olan etnik ve dini arındırma, katliam ve soykırım politikalarının gereği olarak ve planlanarak gerçekleştirilen soykırımlar ve katliamlardır.

Aynı şekilde, Türk devletinin bugün Efrin’de sürdürdüğü işgalci savaşın tek nedeni bu katliamcı/soykırımcı politikadır. Türk devleti, Kürtlerin, Alevilerin ve diğer farklılıkların özgürce ve kendi kimlikleriyle yaşamasını istemediği, her toplumsal grubu Türkleşmek veya DAİŞ’leştirmek istediği için Efrin’e saldırmaktadır. Efrin’de Kürtlere Alevilere ve diğer tüm halklara/inançlara karşı sürdürülen savaş, Türk devletinin tarihsel geçmişinde gelen ve varoluşunu borçlu olduğu katliamcı politikaların devamı olarak yaşanmaktadır.

Türk devletinin katliamcı soykırımcı politikalarının önlenebilmesi, sadece Kürtler ve Aleviler için değil, bütün halklar için hayati ve tarihi bir önem arz etmektedir. Katliamcı politikalar, halkların birliği ve dayanışmasıyla aşılacak, ırkçı/gerici bütün katliamlar, tarih önünde mahkûm edileceklerdir.