Alman tekelci burjuvazisi ve siyasi temsilcilerinin giderek daha da pervasızlaştığını söylersek, pek yanlış yapmış olmayız. Sadece son iki haftanın gelişmelerine baktığımızda, Alman emperyalizminin “vatan cephesinde” topyekûn bir ideolojik savaş başlattığını görebiliriz.
Görüldüğü kadarıyla Almanya’daki egemenler “vatan cephesinde mezarlık sessizliğinden” ziyade, tüm toplumu esir almaya yönelik bir zihinsel seferberlik ilân ettiler.
Kasım başında BM Genel Kuruluna sunulan ve “Nasyonal Sosyalizm, Neonazizm ve benzer pratiklerle mücadeleyi” öngören bir karar tasarısı 105 ülke tarafından kabul edilmesine rağmen Batılı “kolektif” tarafından reddedilmişti. Hemen ardından Alman milletvekillerinin öncülüğünde – ki iki milletvekili haricinde Sol Parti milletvekilleri de dahil olmak üzere – Avrupa Parlamentosu Küba, Nikaragua ve Venezüella’nın yanı sıra Rusya’yı “terörizmi destekleyen ve terörist araçlar kullanan ülke” olarak ilân etti. Peşinden Alman parlamentosu 25 Kasım’da Ceza Yasasında değişikliğe giderek, soykırımların yalanlanmasını veya izafileştirilmesini suç unsuru olarak kabul etti.
Soykırımları, bilhassa Holocaust’u yalanlayanların insanlığa karşı suç işledikleri herkes tarafından kabul görüyor. Ancak Alman parlamenterler örneğin Alman sömürgecilerinin Afrika’da işledikleri suçları veya Ermeni soykırımını tartışmayı “tarihçilere bırakmak” isterken, Alman faşizminin ve Ukraynalı faşistlerin 20. Yüzyıl’da Sovyetlere karşı kullandıkları antikomünist “Holodomor” yalanını temel alarak, hafta ortasında Sovyetler Birliği’nin Ukrayna’da soykırım uyguladığını karar altına aldılar. 1932 ve 1933’te tüm SSCB’nde geniş açlık sorunları olduğunu bilmelerine rağmen.
Ancak “Holodomor” yalanıyla önce Ekim Devrimini ve sosyalizm ideasını karalamak, ardından Alman faşizmini ve suçlarını izafileştirmek ve nihâyetinde Kiev’deki darbeci rejimi ve Ukrayna milliyetçiliğini meşrulaştırmak istedikleri çok açık. Temel amaçları da SSCB’nin “doğal ardılı” olarak kabul ettikleri Rusya Federasyonu’na karşı yürütülen iktisat savaşına rıza üretmek için Almanlar arasında yaygın olan Rus düşmanlığını körüklemektir.
Zihinsel seferberliğin nasıl işlediğini gösteren bir diğer örnek Şanghay’da “sıfır Covid tedbirlerine” karşı gerçekleştirilen protesto gösterilerinin haberleştirilmesidir. Almanya’da – ki 80 milyonluk ülkede bir haftada 150 bin yeni enfeksiyon not edilirken, 1,4 milyarlık nüfusuyla ÇHC’nde aynı sürede 200 bin enfeksiyon tespit edildi – devletin Covid salgınına karşı aldığı tedbirleri protesto edenler genellikle “bilime inanmayan Covid-İdiotları” olarak lanse edilirlerken, benzer nedenlerle sokağa çıkan Şanghaylılar “özgürlük savaşçıları” diye göklere çıkarıldılar.
Gerçek özgürlük mücadelesini destekleyen Kürdistan ve Türkiye kökenli Alman vatandaşları ise, suç unsuru bulunamasa da “siyasi endoktrinasyon” gerekçesiyle ya pasaportlarını vermek zorunda bırakılıyorlar ya da çocuklarının velayeti ellerinden alınıyor, Alman vatandaşı olmayanlar da sürekli yurt dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlar. Hâlihazırda İran’da halkın Molla rejimine karşı ayaklanması “Jin, Jiyan, Azadi” şiarı kullanılarak güya desteklenirken, bu şiarı kendi ana dillerinde kullananlar kriminalize ediliyor ve “terörizmi destekleme” suçlamasına maruz bırakılıyorlar. Resmi söylemi ifşa eden muhalif Alman kurumları da kamu yararlılıkları ellerinden alınarak, “devlet düşmanı” ilân ediliyorlar.
Alman emperyalizminin bu topyekûn ideolojik savaşı, bir tarafta bir türlü sonuçlanamayan Ukrayna savaşının yol açtığı sorunlar, kamuoyunda bu çerçevede yükselen eleştiriler, diğer tarafta da ABD’nin baskısına rağmen tek sıraya dizilemeyen sermaye fraksiyonları arasında derinleşen çelişkiler nedeniyle yürütülmek zorunda. Nitekim SPD ve Yeşiller bunun için biçilmiş kaftan. Ne de olsa yıllarca karşı çıktıkları serbest ticaret antlaşmaların onaylıyorlar. Aynı en son Kanada ve AB arasında imzalanan CETA antlaşmasını onaylamalarında olduğu gibi. Haklarını vermek lazım: muhafazakârlar bile böylesi ideolojik savaşı bunlar kadar yürütemezler!