Birileri lider yaratma arayışları içindeyken...

TİP LİDERİ MEHMET ALİ AYBAR'I ANIYORUZ

Türkiye'de muhalefetin islamcı faşist despot Tayyip'e karşı bir lider yaratma arayışı içinde olduğu bugünlerde 22 yıl önce 10 Temmuz 1995'de yitirdiğimiz dürüst aydın, 60'lı yıllarda işçi sınıfı önderleriyle birlikte sol muhalefeti örgütleyen Türkiye İşçi Partisi lideri Mehmet Ali Aybar'ı anmayı bir görev biliyoruz. 

TİP'in 1962 yılında Aybar önderliğinde ilk örgütlenmesinde görev almış, 1964'de Merkez Yürütme Kurulu'na seçilmiş bir sosyalist gazeteci olarak o günlere ilişkin bazı anıları paylaşıyorum:

1962 YAZINDA

İzmir’e indiğimde ortalık cehennemi bir sıcakla kavruluyordu. Türkiye İşçi Partisi’ndeki gelişmelerden beni haberdar ederek İngiltere'den derhal Türkiye'ye dönmemi isteyen Suha Çi­­­lin­­­gir­­oğlu’ndan başka kimse bu kadar kısa bir zamanda gurbetçiliğe son verip geri döneceğimi beklemiyordu.

Dönüşümün ertesi günü Suha’nın Kemeraltı Caddesi’ndeki avukat yazıhanesinde arkadaşlarla bir araya geldik.

Sendikacı arkadaşlar, partinin başına Aybar’ı geçirdikten sonra, iller düzeyinde de parti yönetimini aydınlara açmak, hattâ onlara daha büyük bir inisiyatif ve yetki tanımak eğilimindeydiler.

Bu düşünceyledir ki, kuruluşundan itibaren TİP’in İzmir il başkanlığını yapan sendikacı dostum Rahmi Eşsizhan, kendi yerine İzmir’in genç solcu avukatlarından Nuran Yuluğ’un il başkanı olmasını öneriyordu.

TİP’i kuran sendikacıların partiyi marksist düşünceye sahip seçkin bir aydına teslim etmeleri, giderek kadrocu ve tepeden inmeci bir açılım gösteren Yön çevresini rahatsız etmişti. TİP’e katılma eğiliminde olduğumuz duyulunca, bizi bundan vazgeçirmek için Aybar aleyhinde ileri geri atıp tutmaya başlamışlardı.

Genel başkan olan Aybar’ın ilk açıklamaları ve bu açıklamalara gelen tepkiler üzerinde bir süre tartıştıktan sonra, partinin İzmir örgütlenmesi konusunda neler yapılabileceğini İstanbul’a giderek doğrudan Aybar’la konuşmaya karar verdik.

Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu'nun ve Basın İlan Kurumu’nun toplantıları nedeniyle zaten İstanbul’a gitmek zorundaydım. Vakit kaybetmeden Suha’yla birlikte hemen İstanbul’a hareket ettik.

Aybar’la Galata tarafındaki Veli Alemdar İşhanı’nda bulunan avukat yazıhanesinde randevulaştık. Aybar’ın daha ilk karşılaşmada karşısındakini etkileyen kişiliği vardı. Gençlerin Türkiye İşçi Partisi’ne katılmak istemelerinden duyduğu sevinci gizlemiyordu.

Herbirimizin mesleğini, geçmiş sosyal çalışmalarımızı sordu. Gazeteci olduğumu, Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu Yönetim Kurulu’nda yeraldığımı öğrenince çok sevindi:

- Basınla ilişkiler konusunda çok zayıfız, dedi. Merkezde de, illerde de sosyalizm davasına inanmış gazeteci arkadaşların katılımı, sorumluluk üstlenmeleri çok önemli... Suha Çilingiroğlu’yla birlikte siz de Türkiye İşçi Partisi’nin İzmir İl Yönetim Kurulu‘nda görev almalı, il başkanlığını üstlenen Nuran Yuluğ arkadaşımıza destek olmalısınız.

Aybar’la konuşmamızda beni en etkileyen şey, karşımızdaki sıradışı yapılı kişinin konuşma tonu, seçtiği kelimeler, gözlerindeki insancıl bakış, tüm bunlara ek olarak söylediği sözlerin etkisini artırmak için kocaman ellerini ifadeli biçimde kullanışıydı.

- İzmir bir işçi kenti, göçmen kenti. Sınıfsal örgütlenme burada hızla geliştirilebilir, dedik. Ama İzmir aynızamanda NATO’nun iki karargahının da bulunduğu kent. Türkiye İşçi Partisi’nin NATO’ya, ABD’ye karşı tavrı çok önemli. Parti ABD emperyalizmine, NATO’ya karşı da kararlı bir mücadele sürdürecekse, bizler de sonuna kadar varız, ne görev verilirse yaparız.

İzmir’i çok iyi tanıyordu. Nasıl tanımasın ki 40’lı yılların ikinci yarısında İstanbul Üniversitesi’ndeki doçentlik görevine son verildikten, hemen ardından yayınlamaya başladığı Hür adlı haftalık gazete sıkıyönetimce kapa­tıldıktan sonra İzmir’e geçmiş, orada Zincirli Hürriyet‘i çıkartmıştı. ABD ile ikili anlaşmalara Türkiye’de karşı çıkanların başında geliyordu.

- Hiç kuşkusuz, ABD hegemonyasına, NATO’ya karşı mücadelemiz, sosyalizm için mücadeleyle atbaşı gidecektir, diye vurguladı Aybar. Sosyalizm mücadelesi aynızamanda insan haklarına tam saygının sağlanması mücadelesidir. Parti, bu mücadeleyi de daima ön planda tutmalıdır.

Konuşma bizi son derece etkilemişti. Nihayet inandı­ğımız düşünceleri yaşama geçirebilecek bir parti, partinin başında da lider niteliklerine sahip bir şahsiyet vardı.

O akşam için partinin Nuruosmaniye Caddesi’nde, sanıyorum Anadolu Ajansı’yla aynı binada bulunan genel merkezinde randevulaştık.

Partinin o sıradaki genel sekreteri Olcayto İlter’den başka, parti kurucusu sendikacılardan Kemal Nebioğlu, Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Salih Özkarabay da oradaydı.

Sendikacılardan sadece Kemal Türkler’i, Maden İş Sendikası Genel Başkanı olarak İzmir’e gelişlerinden tanıyordum. Onlarla da İzmir ve Ege bölgesinde örgütlenme potansiyeli üzerinde konuştuk. İzmir Türkiye’nin en büyük ihracat limanı, sanayi ve hizmet sektörlerinin hızla geliştiği bir merkezdi.

Ertesi gün bizden merakla yanıt bekleyen Nuran Yuluğ’a ve Rahmi Eşsizhan’a telefon ederek göreve hazır olduğumuzu bildirdik. Hemen o akşam, bir işhanının üst katında tek odalı parti lokalinde bir araya geldik, partiye kaydımız yapıldı, ardından da partinin yeni açılımından rahatsız olarak istifa eden il yönetim kurulu üyelerinin yerine getirildik. Bizimle birlikte partiye katılan Avukat Nurullah Tuksavul il sekreteri oldu.

Artık partiliydik ve bu partiyi Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kentinde örgütleme sorumluluğuyla karşı karşıyaydık.

1963 GÜNLERİ

TİP’e karşı düşmanlık ve dışlama kampanyası o denli etkindi ki, belli günlerde parti genel merkezine Aybar ve bir kaç yöneticiyle bizim gibi tek tük militandan başka uğrayan kalmamıştı.

İşçi sınıfının tek sendikal konfederasyonu Türk-İş de anti-komünist mitingler düzenleyerek işçileri TİP’e karşı kışkırtıyordu.

Bu yalnızlık ve umutsuzluk ortamında bir akşam genel merkezin kapısı çalındı. Kapıyı Talat açtı: İki mavi tulumlu işçi…

- Biz, dediler, yeni tabelayı asmaya geldik.

Gerçekten de bir süre önce yeni binanın cephe genişliğine uygun bir parti tabelası sipariş edilmişti.

Tabela zorbela merdivenlerden çıkartıldı. İki işçi tabelayı büyük bir zorlukla ve de ustalıkla binanın Vilayet Konağı’na bakan cephesine, devlet otoritesine meydan okurcasına monte ettiler.

Kanter içinde işlerini bitirince de sordular:

- Bu Türkiye İşçi Partisi de neyin nesi?

Talat büyük bir coşkuyla partinin işçi sınıfının ve ezilen tüm ve sınıf tabakaların sömürüsüne karşı mücadele veren tek siyasal örgüt olduğunu anlattı.

- Yani bu bizim partimiz, işçilerin partisi, dediler. Öyleyse bizi de üye yazın... Biz de artık TİP’liyiz.

Belki sıradan bir olaydı. Belki anlık bir jestti. Ama o günün ağır baskı koşulları altında başta Aybar olmak üzere genel merkezin hareketliliğini sağlayan birkaç kişiye büyük bir moral destek vermişti. Tüm bu çabalar, çileler boşuna değildi.

Bu arada partinin basın ve araştırma büroları oluşturuldu. Aybar’ın isteği üzerine ben her ikisinde de üyeydim.

Bilim ve Araştırma Bürosu, TİP’in 1964’deki 1. Kongresi’ne sunu­lacak olan programını hazırlamakla görevliydi. Ama yaklaşan 17 Kasım 1963 yerel seçimlerine de en etkin pro­paganda malzemelerini hazırlaması gerekiyordu. Büronun sekreterliğini Fethi Naci üstlenmişti. Parti programının yazımında kendisine Selahattin Hilav’la birlikte ben yardımcı olacaktım.

Bilim ve Araştırma Bürosu çalışmalarının yanısıra, partinin hukuk bürosu da bizzat Aybar’ın yönetiminde, Mayıs ayına kadar başta 141 ve 142. maddeler olmak üzere TCK’nun anti-demokratik maddeleri aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde açılacak dâvanın dosyasını hazırlamaya çalışıyordu. 

(Doğan Özgüden, "Vatansız" Gazeteci, I. Cilt, Sürgün Öncesi, Belge Yayınları, Istanbul 2010)