“Neruda: Benim şiirimle kızı baştan çıkarmışsın.
“Postacı: Senin yazdığın şiirle kızı baştan çıkardığım doğru. Ama o şiir sana ait değil.
“Neruda: Benim yazdığım şiirin bana ait olmadığını mı söylüyorsun?
“Postacı: Evet. Şiir, yazana değil ihtiyacı olana aittir.”
1994 İtalya yapımı “Il Postino (Postacı)” filmindeki bu konuşma bizlere çok önemli bir ders verir. Bir sanatçının ürettiği eserler, sanatçı kadar o esere değer veren, kendini o eserle bütünleştirerek içselleştirenlere aittir. Theodorakis ve diğer sanatçıların eserleri, aynı zamanda o eserlerde kendini bulanlarındır.
2 Eylül 2021 tarihinde vefat eden Theodorakis'in biyografisi ve mücadele alanındaki kimliği çokça yazıldığından onlara değinmeyeceğim. Faşizme karşı direnişçiliği ve dünyaca kabul görmüş besteleri hepimizin baş tacı olup, müzik sever hayranlarına aittir.
Dikkat çeken nokta şu oldu. Theodorakis ile ilgili yazıların neredeyse tamamı övgülerle doluydu. Oysa, Theodorakis'in geçmişine gölge düşüren yanlarına da değinilmeliydi. Birgün gazetesinden Mehmet Erdem'in 4 Eylül'de yayınlanan “Kusura Bakma Mikis Kalbim Sana Kırık” başlıklı yazısı büyük ustaya yönelik eleştirileri içermekteydi. O yazıyı sosyal medyada paylaşınca bir arkadaşımız tepki gösterdi: Bir sanatçı ürettikleriyle değerlendirilmeli. Ürettikleri ortada. Theodorakis'i karalamanız boşuna. Ama “ gözünün üstünde kaşın var” gibi bir kusur arama hastalığından önce herkes kendisine baksın…”
Tepki gösteren arkadaşımız tartıştığımız noktanın Theodorakis'in ürettikleri olmadığını anlayamamıştı. Tartışılmak istenen nokta, büyük sanatçının son yıllarındaki savrulmasıydı.
Bizler olumsuzluklarımızın üstünü kapatmaya çalışmamalıyız. Birer insan olarak aydınlar ile sanatçıların gerilemeleri olasılıklar içindedir. Onların bu zayıflıklarını dile getirdiğimizde, “ille de güzellemeler yapılsın” düşüncesinde olanlardan tepkiler gelebiliyor.
Theodorakis onurlu geçmişinin üzerine sünger çekerek bambaşka bir yola girme hatasını işlediğini yazmamız onun geçmişini sildiğimiz, bestelerine toz kondurduğumuz anlamına gelmez. Kişileri ve siyasi yapıları ikonlaştırmayı savunursak, hatalarımızın farkına varamayız. Eksiklerimizi, zaaflarımızı açık yüreklilikle dile getirebilmeliyiz. Olumluluklarımızı dile getirir iken gösterdiğimiz cesareti ve objektif yaklaşımı, olumsuzluklarımızı dile getirirken de göstermek zorundayız.
Aydınların, sanatçıların yaşam boyunca dimdik durmaları gerektiği gerçeğini bıkmaksızın söylüyoruz. Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ruhi Su, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil... gibi gurur duyduğumuz pek çok sanatçımız, kendilerine yönelik faşist saldırıların karşısında dimdik durdular. Siyasi düşüncelerinden taviz vermediler. Eğer yaşamlarının bir yerinde kırılıp dökülselerdi, yeri geldiğinde bunları da tartışmak zorundaydık. 68 sürecinde ve 12 Eylül öncesinde keskin solculuk yapıp, daha sonra geçmiş sürece küfredenleri de bu sebeple teşhir etmekteyiz.
Kendisi de özür dileyecek erdeme sahip olamayan İsmail Cem, “Gençlerden Özür Dileriz” yazısında şöyle yazmış:
“Gençlerden, kardeşlerimizden hep birlikte özür dileriz. (...) Sizi biz çok aldattık çok kullandık. (...) Sizin sırtınızdan kendimizi adam ilan ettik. Siz öldünüz, adamlığımız arttı. Siz öldünüz kişiliğimiz yüceldi. Sayenizde kendimizi adamdan saydırdık. (...) Açıkçası kanınıza girdik. Sonra seyrine baktık. Ahkâm çıkardık.” (“Bizum Cihan / Cihan Alptekin Kitabı” Ayrıntı Yay. 2.basım, s.208/209)
Theodorakis özelinde kaleme aldığım bu yazının yöneldiği hedeflerden biri, ülkemizin işte bu acı gerçeğidir. Nitekim, 12 Mart ve 12 Eylül cuntaları sürecindeki geriye çark edenlerin yarattıklarının acısını yaşıyoruz.
Theodorakis'in sağcı Yeni Demokrasi Partisi'nde bağımsız aday olması ve Miçotakis döneminde bakanlık yapmasını bundan dolayı eleştiriyoruz. Çünkü ülkemizde de geçmişte Marksist-Leninist saflarda önemli görevler alanların bir kısmı, şimdi karşıt saflarda. Marksizmi ve solu geliştirip güçlendirmeyi tartışmak yerine, Atatürkçülük nutukları atmalarını eleştirmek zorundayız.
Atina Sintagma Meydanı'da, faşist Altın Şafak Partisi'nin de içinde bulunduğu bir mitingde, Theodorakis'in Makedonyalıların kendi adlarını kullanmalarına karşı konuşma yapmasını hoş karşılayamayız. “Tarzları kavgacı ama ülkelerini seviyorlar” (agy) diye nitelediği faşistler, 15 yaşında anarşist bir genci öldüren katillerdir. Mitingte yaptığı “Ben bir vatanseverim, bir enternasyonalistim. Faşizme ve onun en tehlikeli biçimi olan sol faşizme karşı savaşıyorum." (agy) cümleleri faşistler tarafından alkışlanmıştır.
“Sol faşizm” kavramını üreten Theodorakis'in konuşmasını dinleyen bir faşist şunu söyler: “Mikis’in konuşması bana babamın Makedonya hakkında söylediklerini anımsattı.” (agy) Bu cümleyi kullananın babası, Albaylar Cuntası yıllarında Theodorakis’e Makronisos adasında işkence yapan ünlü bir cunta şefidir.
Theodorakis'in bu derece savrulması SYRIZA'nın (bana göre, Syriza da tepki gösterdiği Thodorakis'ten farksızdır) bile tepkisini çeker. Selanik Belediye Başkanı Yiannis Boutaris ise; "Theodorakis bir efsane ama hata yaptı" (agy) der.
Miting sırasında büyük şair Yannis Ritsos'un şiirlerinin okunması, Ritsos'un kızını da çileden çıkarır. "Babam, 1945-1947 Yunan iç savaşı sırasında Romiosini'yi yazdı. Yunan halkının Nazilere karşı direnişi için kahramanca bir övgüydü o. Bu mitingde ne işi var?”(agy) diye sorar.
Theodorakis, adını direnişçiliği ve sanatçılığı ile mücadele tarihine yazdırmıştır. Onun geçmişini reddederek sağ tarafa savrulmasını içlerine sindirmeyen gençler, Theodorakis'in evinin duvarına şunu yazarlar: “Milliyetçilik lağımında boğuluyorsun.”
Efsaneleşen Theodorakis, daha sonraki yıllarda hatalar yapmış olsa da, direnişçiliği dönemi ve müzik dehası ile faşizme karşı mücadele tarihindeki yerini almıştır. Ömrünün son dönemlerindeki hatalarını eleştiriyor olsak da, Theodorakis'e saygımızın kaynağı faşizme, Nazizme karşı direniş süreci ve müzikal dehasıdır.