CHP yönetiminin Kürt karşıtlığını sürdürmesi, Millet İttifakı'nın Türkiye'yi demokratikleştirme için alternatif olmaması, bir Üçüncü İttifakı zorunlu kılıyor.
"Hafıza-i beşer nisyanla maluldur!" 1950'de iktidar olduktan kısa bir süre sonra ABD emperyalizminin ve egemen sınıfların çıkarlarına daha iyi hizmet edebilmek için hızla diktatoryal bir yönetim oluşturmaya başlayan Adnan Menderes'in, bu gidişe karşı kendi partisi içinde de büyümeye başlayan muhalefete karşı kullandığı ünlü bir deyimdir bu...
"İnsan belleği unutkandır" anlamına gelen bu deyim ilk kez Tanzimat dönemi şairlerinden Muallim Naci tarafından kullanılmışsa da, onu ünlü kılan ve günümüze değin tüm oportünist siyasetçilerin özrü haline getiren Adnan Menderes'tir.
Özellikle gazetecilerin "ispat hakkı" tanınmaksızın tutuklanıp mahkum edilmelerine karşı tavır koyan DP'li 19 milletvekili, 6-7 Eylül 1955 pogromunun ardından hükümete eleştirilerini sertleştirdikleri için Menderes'in direktifiyle DP Haysiyet Divanı'na verilmiş, bu divan 12 Ekim 1955'te bu milletvekillerinden dokuzunun ihracına karar verince, öteki 10 milletvekili de istifa etmişti. 19 milletvekili 20 Aralık 1955'te de Hürriyet Partisi'ni kurmuşlardı. Kurucular arasında DP'nin Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Ekrem Hayri Üstündağ, Turan Güneş, Ekrem Alican, Kasım Küfrevi gibi ağır topları da yer alıyordu.
Kurdukları partinin ilk genel seçimde başarı gösterememesi üzerine topluca CHP'ye katılan bu milletvekillerinden bazıları, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra İsmet İnönü başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde bakan koltuklarına yerleşince, hafızalarını nisyana terk edip muhalefetteyken söylediklerinin üzerine bir sünger çekerek devlet terörü uygulamalarına onay verdiler.
Bunun en çarpıcı örneği, Aydemir'in başarısız 21 Mayıs 1963 darbe girişiminden sonra uydurma bir bahaneyle Musa Anter, Enver Aytekin, Medet Serhat, Edip Karahan, Sait Elçi, Yaşar Kaya gibi seçkin Kürt aydınlarının tutuklanmasıydı. Bu operasyon yapılırken İnönü başbakanlığındaki 27. hükümette eski Hürriyet Partisi kurucularından Ekrem Alican, Raif Aybar, İbrahim Öktem de yer alıyordu.
O hükümette çoğunluğu oluşturan CHP'nin Kürt sorunundaki tavrı tek parti döneminde zaten yüz kızartıcıydı. 1925'te Takriri Sükun ile başlayıp 1937-38'deki Dersim Tertelesi'ne varan çeşitli soykırım operasyonları, 1935 yılında Atatürk'ün emriyle Doğu ve Güneydoğu illerini, ilçelerini adım adım dolaşan dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün hazırladığı ve ancak 72 yıl sonra gün ışığına çıkan “çok gizli” rapor o dönemin inkar kabul etmez kanıtlarıdır.
Ne ki, o denli gerilere gitmeye de pek gerek yok. CHP ve 1980 darbesinden sonra bir süre onun mirasını paylaşan tüm partiler, özellikle Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve Demokratik Sol Parti (DSP) her daim Kürt karşıtlığının yüz kızartıcı örneklerini verdiler.
Uzun yıllar CHP liderliği yaptıktan sonra DSP genel başkanı olarak 1999-2002 yılları arasında faşist MHP ile koalisyon hükümeti kuran Bülent Ecevit'in özellikle PKK lideri Abdullah Öcalan'a karşı ABD gizli servislerinin de desteğiyle başlattığı insan avı ve ona paralel terör operasyonları Türk "sosyal demokrasi" tarihinin en karanlık sayfaları arasında yer alır.
CHP çizgisindeki Kürt karşıtlığının en utanc verici sayfalarından birisi de, bundan tam 30 yıl önce, hem de bugün Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisinin HDP'yi dışlamak için sürekli "Çözümün yeri TBMM'dir" dedikleri Büyük Millet Meclisi çatısı altında tarihe yazılmıştır.
Anımsayalım...
12 Eylül 1980 darbesinden sonra ağır baskı ve zulme hedef olan Kürt direnişi ilk kez 7 Haziran 1990'da kurulan Halkın Emek Partisi (HEP)'te örgütlenmeye başlamıştı. Ancak 1991 genel seçimlerinde uygulanan yüzde 10 baraj nedeniyle HEP adayları Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listelerinden seçime katıldılar, bu adaylardan 18'i Kürt illerinden alınan oylarla milletvekili seçildiler.
Yeni oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 6 Kasım 1991 tarihinde yapılan yemin töreninde HEP'li milletvekillerinden ilk olarak kürsüye çıkan Hatip Dicle yemin metnini okumadan önce "Ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz" dedi.
Ardından kürsüye çıkan Leyla Zana da Türkçe başladığı yemini Kürtçe "Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm" (Bu yemini Türk ve Kürt halkı adına ediyorum)" cümlesiyle tamamlayınca Meclis'te kıyamet koptu.
Meclis'teki sağcı partilerin milletvekilleri Kürt milletvekillerine saldırırken, SHP lideri Erdal İnönü de, "Anayasa'ya aykırı davranışlar içine girenler artık bizim partimizin üyesi olamazlar. Kendilerini istifa etmiş sayıyorum" diyerek Kürt milletvekillerine sahip çıkmak yerine, sağcı partilerle aynı safta yer almış oldu.
Leyla Zana SHP liderine "Partiden ihraç edilmem disiplin kurulu kararına bağlı" diye yanıt verirken, Hatip Dicle de "İstifa etmiyorum, ihraç etsinler" demişti.
Kürt milletvekilleri 21 Mart 1992 Newroz'undan sonra SHP'den istifa ettiler, HEP hakkında kapatma davası açılınca DEP'i, çok geçmeden her iki partinin de kapatılması üzerine 1994'te HADEP'i kurdular.
TBMM genel kurulu 2 Mart 1994'te Kürt milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıklarını kaldırdı, ertesi gün de bu milletvekilleri Meclis'te skandal bir polisiye operasyonla göz altına alındılar.
DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya ile DEP milletvekilleri Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Nizamettin Toğuç, Ali Yiğit ve Mahmut Kılınç da sürgüne çıkarak Avrupa'da DEP’le uluslararası dayanışma kampanyası açtılar, ardından Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)'yi oluşturdular.
Yukarıda da belirttiğim gibi, SHP'nin Kürt milletvekillerine ihanetinin üzerinden tam 30 yıl geçti. Parti ismi değişmiş olsa da, bugünkü CHP'de de Kürtleri dışlama anlayışı devam ediyor.
Üstelik, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara dahil metropollerin belediye başkanlıklarını HDP'nin ayrı aday göstermemesi, seçmenlerini CHP adaylarına oy vermeye teşvik etmesi sayesinde kazanabilmiş olduklarını bile bile...
Yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde Tayyip Erdoğan diktasını yıkabilmenin tüm nesnel koşulları oluşmuşken CHP ve kankası İYİP hâlâ HDP ile bir araya gelmekten ısrarla kaçıyor.
MHP çıkışlı İYİP lideri Meral Akşener daha birkaç gün önce yaptığı bir konuşmada "HDP'yi PKK'nın yanında konumlandırıyoruz" dedikten sonra, bir dil sürçmesini bahane ederek "Demin heyecanla konuşurken ben fark etmedim, Sayın Öcalan demişim. Sizden ve milletimden özür dilerim. Aklımın ucundan geçmez bebek katiline sayın demek..." sözleriyle Kürt karşıtlığını bir kez daha ortaya koydu.
CHP lideri Kılıçdaroğlu da hemen ardından "Bizim 6 okumuzdan birisi milliyetçiliktir. Milliyetçilik, vatanseverliktir. İki kırmızı çizgimiz var, birisi vatandır. İkincisi bayraktır. Eğer bayrakları bayrak yapan üstündeki kansa o bayrağa saygı duymamız lazım" diye CHP'nin siyasal konumunu AKP ve MHP'ninkilere paralel şekilde belirledikten sonra Bahçeli'ye yakışacak bir ifadeyle Kürt direnişine saldırdı: "Söz veriyorum söz, o Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem Kılıçdaroğlu demesinler."
Meclis'teki iki muhalefet partisinin bu sefaleti karşısında, Türkiye'nin islamo-faşist dikta rejiminden kurtulması, "demokratik cumhuriyet"in gerçekleştirilmesi için Millet İttifakı'nın dışında HDP'nin ve ülkenin tüm sol partilerinin içinde yer alacağı bir üçüncü ittifakın oluşturulması kaçınılmaz görünüyor.
TBMM'de dört milletvekiliyle temsil edilen Türkiye İşçi Partisi'nin bu amaçla getirdiği "Üçüncü İttifak" önerisi bu bakımdan önem taşıyor.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş ANKA'ya verdiği bir demeçte şöyle diyor:
“Türkiye’nin önünde iki tane temel problem görüyorum. Bir tanesi, Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’ın iktidarından, AKP iktidarından, saray rejiminden en kısa sürede kurtulması gerekiyor. İkincisi ise, bu iktidardan kurtulduğumuz gün Türkiye’nin yeniden kuruluşa ihtiyacı var. Bu 20 yıllık iktidar ve iktidarın yıkımları ile hesaplaşmamız gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye’de bugün siyasetin dışında duran, siyasetin dışına itilen, siyasetin içine girme kanalları bulamayan milyonlarca işçinin, köylünün, gencin, kadının, LGBT+'nin, yoksulların, yok sayılanların, Kürtlerin, Alevilerin siyasette etkin bir rol alması gerektiğini düşünüyoruz.
"Aslında fiilen sokağa çıktığımızda iktidara karşı en kararlı, en dirençli duruşu sergileyen bu milyonlarca kişi bugün bu iki ittifak arasında kendisine bir yer bulamıyor. AKP’ye sonuna kadar karşılar. Saray rejiminden bir an önce kurtulmak istiyorlar ama Millet İttifakı da bu güçleri kapsamıyor. O zaman ne yapmak lazım? Bu nitelikli, birikimli, bu büyük enerjiyi siyasetin merkezine yerleştirmek lazım. Bunun yolunun biz Üçüncü İttifak olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin AKP’den kurtulması ve AKP sonrasında Türkiye’nin yeniden inşasında ezilenlerin, yoksulların, yok sayılanların sesinin daha güçlü çıkması için kuvvetle bir üçüncü ittifak şarttır diyoruz.”
HDP de daha önce aynı doğrultuda önemli bir çağrı yapmıştı: "98 yılı geride bırakan Cumhuriyet gerçekliği, bir kez daha toplumsal barışını tesis etmiş ve çoğulcu toplum yapısına uygun demokratik cumhuriyet hedefinin güncelliğine işaret etmektedir. Demokratik Cumhuriyeti gerçekleştirmek hepimizin görevidir."
Halen TBMM'de temsil edilen üç sol parti, HDP, DBP ve TİP'in yanı sıra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı verilerine göre, Türkiye'de aktif 21 sol parti daha bulunuyor.
Bu yasal partilerin yanısıra, farklı nedenlerle yasallaşamamış, ama kitle içinde önemli temsil gücüne sahip bulunan siyasal partilerin de Demokratik Cumhuriyet'i amaçlayan Üçüncü İttifak'ta yer alması ya da ona destek vermesi yaşamsal önem taşıyor.
Cumhuriyet'in 100. yıldönümünde ya da ondan daha önce yapılacak bir şeçimde Cumhur İttifakı'nın kesin yenilgiye uğratılması, Millet İttifakı partileri içerisinde ya da yanında yer almakla birlikte ırkçılığa ve Kürt düşmanlığına karşı olan yurttaşların da o partiler yönetimlerini hizaya getirmeleri ancak böylesi bir güç odağının oluşmasına bağlı...
Yoksa, Tayyip ve partisi devrilse bile, Millet İttifakı partilerinin kuracağı bir iktidar da özünde bugünkünden hiç de farklı olmayacaktır.