Bir ses bandı…
1995’te kaydedilmiş.
Konuşan: “Teşkilattan” Tarık Ümit…
Diyor ki: “Topal’ı kaldıracaktık. Evine gittim. Fotoğraflarını götürdüm, verdim. Pazartesi günü Topal’ı kaldırıyorduk.” “Topal” dediği, Mehmet Ali Birand…
Devam ediyor: “Ağar’a anlattım, ‘Aman Tarık, çok başımız ağrır. Bunu hemen düşüneceğim’ dedi.”
Bu ses kaydı, geçen cuma görülen “Faili Meçhuller davası” duruşmasına MİT tarafından sunuldu. Konuşma uzundu. Deşifresi 13 sayfa sürüyordu.
Ve çetenin nasıl kolayca cinayet işleyebildiğini, Kürt işadamlarını, gazetecileri, muhalif siyasetçileri hedef alabildiğini belgeliyordu. Birand’ın biyografisini yazarken bu suikast hazırlığını bizzat kendisinden dinlemiştim. (Can Yayınevi, 2012, s: 341)
Suikast planını MİT içinden haber almış ve kıl payı kurtulmuştu. Büyük sırrı, ona bu bilgiyi sızdıranlardan öğrenmişti: “Suikast, devlet katında alınmış bir karardı.”
Şimdi 20 yıl sonra, o kirli dosya açılıyor. 1990’larda “Vur” emrini vermekle suçlananlar, hastanelerden rapor alarak yargılamalara katılmadığı için bunca cinayetin emrini neden verdiklerini, kimden aldıklarını, nasıl uygulattıklarını öğrenemiyoruz. Ancak devlet adına tetiği çekmekle görevlendirilen Ayhan Çarkın’ın itirafları, tabloyu olanca netliğiyle ortaya koyuyor:
“Bu cinayetler, dönemin cumhurbaşkanının, başbakanının, Milli Güvenlik Konseyi’nin, İçişleri Bakanlığı’nın, Özel Harekât’ın, MİT’in talimatları ve koordinasyonuyla, o dönemki devlet yöneticilerinin bilgileri dahilinde işlenmiştir. Vatan-millet adına yola çıkanlar, zamanla yoldan çıkıp kutsal duyguları kendilerine rant kapısı yapmıştır.”
İşte “Susurluk” denilen örtünün altındaki gerçek budur. “Bir dönemin cinayetleri yargılanıyor” sanıyoruz değil mi? Oysa yargılanan, sadece 14 sanık… Onlar da Çarkın’ın bahsettiği emir-komuta zincirinin en altındakiler… Üstelik tutuksuz yargılanıyor ve duruşmalardan vareste tutuluyorlar.
Tutuklu sanık Ayhan Çarkın da son duruşmada bahsettiğim cesur açıklamalarını yaparken hâkim tarafından susturuldu, ardından da tahliye edildi. Devletin üst katları, yine derine gömülüp ortadan kayboldu. 20 yıl sonra, bir yandan bu kanlı dönemin kirli tutanaklarını okurken, bir yandan da yeni dönemin faili meçhul davalarını izliyoruz.
Dünkü Ali İsmail Korkmaz duruşmasına bakın: Saniyesi saniyesine kaydedilmiş, telsiz konuşmaları kayda geçmiş bir cinayet var ortada…
Ali İsmail’i döverek öldürmekten yargılanan tutuklu polisin telefonundan bir AK Parti milletvekilinin defalarca arandığına dair kayıtlar var.
Beyin kanaması geçiren Ali İsmail’i evine yollarken, onu tekmeleyen polise “ayağı şiş” diye rapor veren bir doktor var. O doktor hakkında takipsizlikle sonuçlanan bir soruşturma var.
En önemlisi, “devlet için kurşun atan” polise vur emrini bizzat verdiğini söyleyen bir Başbakan, yalvarıp yakardığı halde Başbakan’a söz geçiremediğinden yakınan, aciz bir İçişleri Bakanı var.
Susurluk’tan bugüne yaklaşık 20 yıl geçti. Geçen 20 yılda devletin sahipleri değişti.
Ama Susurluk, “Vatan-millet diyerek vurdur/üstünü ört” diyen bir devlet zihniyeti ve “kutsal duyguları kendine rant kapısı yapan” bir siyasetçi refleksi olarak bugün hâlâ yaşıyor.