“Vekil inançların
raf ömrü kısadır.”[1]
Bir kez daha 14 Mayıs 2023 seçim(sizlik)leri yazısını kaleme alırken öncelikle Theodor W. Adorno’nun, “Seyredilen nesnenin dışındaki her şeye karşı aldırışsızlıkla, hatta küçümsemeyle dolu olmayan bakışın güzelliğe erişmesi imkânsızdır. Ve var olanın hakkını verebilen de sadece karasevdadır,” saptaması eşliğinde Wilhelm Weitling’nun “Kocaman bir ateş yakacağız/ Kâğıt paralardan/ Tahvillerden/ Vasiyetnamelerden/ Vergi dosyalarından/ Kira kontratlarından/ Ve borç senetlerinden/ Ve herkes/ Kendi cüzdanını da bu ateşin/ İçine atacak,” dizelerini aktarıp, ekliyoruz: “Engel insanın önünde değil zihnindedir,” diyen Joseph Murphy’nin uyarısı, önemlidir.
“Neden” mi?
Seçim(sizlik) öncesinde ittifaklardan birliklere hemen her şeyin baş döndürücü bir hızla ilkesizleşip, abartıldığı ortamda Hicri İzgören’in, “Türkiye’de muhalefet cenahında yaşananlar baş döndürücü şekilde hız kazandı… Ciddi ‘değer’ kayıplarının yaşandığı, ‘etik’ kavramının anlamını yitirdiği bu sistemde kimi algı oluşturma yöntemleri kendine geniş bir yaşam alanı buluyor ne yazık ki… Günümüzdeki hâkim anlayış, kendi kokuşmuşluğunu sürdürmek için ya değerleri tümden yok ediyor ya da “değer”lerin taşıdığı anlamın içini boşaltıyor,”[2] saptamaları müthiş değerlidir.
Kim nasıl sunarsa sunsun: “Millet Cephesi’nin önlenemez yükselişi”nden[3] söz etmenin de; “Sandıktaki oyumuz en değerli gücümüz!”[4] ya da “14 Mayıs, tarihi önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilmelidir”[5] veya “Türkiye büyük bir değişimin arifesindedir. Bu süreçte saflar artık netleşmiştir.”[6] “Seçimin sonucunu da Türkiye halklarının geleceğini de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu belirleyecektir,”[7] ifadelerinin de makul olmadığının farkındayız!
Hatta toplum, “İslâmcı faşizan bir diktatörlük ile asgari de olsa hukukun, demokratik hak ve özgürlüklerin yürürlükte olduğu bir rejim arasında tercih yapacak. O nedenle solun, demokrasi ve emek güçlerinin öncelikli hedefi söz konusu yakın ve vahim tehlikeyi bertaraf etmektir. Dinci faşist bloku yenilgiye uğratmaktır. Diğer bütün hedefler bu bağlam ve bu tarihsel dönemeçte ikincildir,”[8] abartılı vurgularla seçim dışında her şeyi “ikincil/ tali” ilan etmek de müthiş bir talihsizlik, aymazlıktır.
Oysa yapılması gereken seçimi bir “faaliyet” olarak görüp, mevcut krizin ağırlaşacağı öngörüsüyle emekçilere güvenip, örgütlenmek ve her türlü sürprize, hamleye hazır olmaktır.
Çünkü “Erdoğan rejimine son verilebilir ancak derin krizden reform yoluyla çıkış kapalıdır ve seçimin hemen ertesinde hem rejimin seçim sonuçlarını tanımamasına, hem de sistem partilerinin ‘devrimci yükselişi’ çalma hesabına karşı çok yönlü hazırlık yapılmalıdır. Bu yazının amacı bir kere daha ‘umudumuz Karaoğlan’ faciasının ve ‘öncüyü tek başına savaşa sürme’ hatasının yaşanmasına karşı uyarıda bulunmaktır.”[9]
Tam da bu ufukta “Emek ve Özgürlük İttifakı olsun, Sosyalist Güç Birliği olsun, komünistlerin içerisinde bulundukları ittifakların yükselişte olacakları bir dönemdeyiz. Bu ittifakların ve bağımsız halkçı çizginin terk edilmesi depremin kendisi kadar yıkıcı olacaktır,”[10] uyarısına uygun davranmak kilit önemdedir.
Akıntıya karşı “farklı şeyler”i dillendirmek, eleştirip/ itiraz etmenin, kimileri için kabul edilebilir olmadığını biliyoruz.
Ancak Fydor Dostoyevski’nin, “Gösterişin, torpilin, kibrin ve sayamadığım binlerce putun kol gezdiği bu çağda; bir bakışın, bir duruşun, bir hayatın sadeliğine inanıyorum,” tutumuna müthiş değer atfedenlerin; Napolyon Bonapart’ın, “Seninle aynı fikirde olmadıklarını söyleyenlerden korkma, seninle aynı fikirde olmayıp da bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan kork,” uyarısını dillendirenlerin de olduğu unutulmamalı.
Kim nasıl ve ne kadar rahatsız olursa olsun; biz de onlardanız!
Hani, “Yüzleştiğimiz her şeyi değiştiremeyiz. Ama hiçbir şey yüzleşmeden değiştirilemez. Tarih geçmiş değildir. O, şimdiki hâldir. Tarihi biz taşırız. Biz kendi tarihimiziz. Başka türlüsünü iddia edersek, suçlu oluruz,” diyen James Baldwin ya da “Öyle şeyler vardır ki insanın susmaya, sessizce geçiştirmeye ya da eğretilemenin (istiarenin) örtüsü altına saklanmaya hakkı yoktur. İnsan inandığı şeyi dobra dobra söylemelidir,”[11] haykırışıyla Bertolt Brecht gibi…
Dünyayı değiştirme iddialarını yaşama geçirmek zor ve uzun vadeli bir süreçken; toplumu dönüştürmek isteyenlerin, “gerçekçilik” adına(?) dönüştürülmesi tehdidi hep gündemdedir. Bu da “kitleselleşmek”, “toplumun değerlerine saygı” refleksiyle devreye sokulan popülizmle/ kitle kuyrukçuluğuyla sistemle buluşmaya kapı açarken; olup, bit(mey)enin özeti maalesef budur. Ve onca yılın pasifliğinin, konformizminin, reel politikerliğinin, asli görevlerini ihmalin bedelidir…
HÂL VE GİDİŞ
Coğrafyamız “ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışıyla hareket eden, bir hükümetle karşı karşıyadır; CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı’nın, “Seçimlerde paramiliter gruplar devreye girebilir”[12] uyarısı da boşuna değildir.
14 Mayıs seçimleri gerçekleşir ve yeni bir 7 Haziran-1 Kasım süreci yaşanmazsa gelecekte bizleri daha ağır koşullar bekliyor. Faşizmin her halükârda devrimcileri, komünistleri, demokratları ve ilericileri yok etmeyi, etkisiz kılmayı hedefleyerek yoluna devam edeceği not edilmeli. Coğrafyamız kimine göre “100 yılın krizi”ni veya “neo-liberalizmin krizi”ni ya da birikim modeli krizini yaşarken, aslî meselenin sürdürülemez kapitalizm olduğu “es” geçilip, “ehven-i şer” açmazına sarılmamalı!
Mesela “İslâmcı faşizm veya altılı masanın Türkiye’ye sunduğu gelecek tasarımı olan, bir anlamda 2015’e dönüşü hedefle tutucu bir restorasyon... Altılı masanın temsil edeceği bir iktidar seçeneği, tutucu niteliğine rağmen İslâmcı faşizme göre ‘ehven’dir,”[13] söylemindeki üzere!
Evet, “14 mayıs seçimleri, mevcut iktidardan kurtulmak için önemli bir aşama, muhalefetin kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor. anketleri, iktidarın seçim sandıklarına ve ysk’ya hâkimiyetini, iktidarı elinde tutmak için yapabileceklerini hesaba katınca bu iyimserliği paylaşamıyorum. diğer yandan, elinin altında militer güçler bulunun bugünkü iktidarın, seçimi kaybetse de memlekete huzur vermeyebileceğini düşünüyorum. yani bizi her türlü sert ve sıkıntılı bir dönem bekliyor; inşallah yanılırım. ‘yine baharlar gelir’ de diyemiyorum çünkü hiç bahar hatırlamıyorum. zaten herhangi bir yeni düzen geçmişin tekrarı olamaz,”[14] diyen Ayşe Düzkan haklı.
Seçim ortamı, “parlamenter” yoldan beklentilere yol açarken; büyük bir krize dönüşecek ortamın zeminini oluşturuyor. Bir yanda “parlamenter hayaller” var, öte yandan da seçim sonrası çatışma/ kaos ihtimali devrede. Seçim(sizlik) ile devletin yeniden dizayn edilmek isteniyor; emekçilerin ve Kürtlerin mevcut Erdoğan hükümetinden çektikleri, gördükleri zulüm bir manivela olarak kullanılıp, sistemin bekasına yönelik restorasyona onayları istenmektedir.
Çetelerin kol gezdiği, düzenin mafyalaştığı, umutların mafya reislerine bağlandığı, yasaların askıya alındığı, kuralsızlığın hüküm sürdüğü sürdürülemez kapitalizmin tablosunda eskinin çürüyüp, yeninin doğamadığı bir canavarlar zamanına kapı açması muhtemel 15 Mayıs sabahında çok şeyin değişeceğini ummak büyük hayalcilik olur.
Kaldı ki “AKP hükümeti, seçim(sizlik)leri hile hurda ile kazansa da bir yıkım riskinin devreye gireceği; kapitalizmin krizi yönetebilmek zorlanacağı öngörülmelidir.
Çünkü ‘Seçim konjonktürünün bir bileşeni, iktidar yapısının artık sürdürülemez olmasıdır: Ülkedeki derin ekonomik krizin, emperyalist ‘yeniden paylaşım’ rekabetinin basıncı altında, siyasal İslâmın çıkarlarıyla, egemen sermayenin çıkarlarını, bağımlılık ilişkilerini bağdaştırmak artık olanaklı değildir. Konjonktürün ikinci bileşeni, ‘yapışkan statüko’ya (algısal kilitler-patika bağımlılığı) ilişkindir: Yukarıdaki ittifakın egemen sermaye (emperyalizm) kesiminin çıkarlarını temsil eden kültürün, aktörlerinin muhalefetin altılı masa ve HDP/ YSP kanadının listelerine neredeyse homojen biçimde dağıtılmış. ‘Süreç olarak faşizmin’ doğuşuna, doğrudan ya da işbirlikçi olarak katılmış beş isim bu durumu çok güzel sergiliyor. Bir tarafta, ekonomide Babacan, dış ilişkilerde Davutoğlu, adalette Sadullah Ergin. Diğer tarafta, ABD ve AB (emperyalizm) ilişkileriyle, AKP karşıtlarına ‘simgesel şiddet’ uygulama, Kürt hareketine sahte umutları satma işlevleriyle Çandar ve Cemal.
Bu resim bize, egemen sermayenin ‘Her şeyin aynı kalması için bir şey değişmelidir’ ilkesini benimsediğini gösteriyor.”[15]
SEÇİM/ PARLAMENTO ABARTILARI
Seçimler de, oy kazanmak önemlidir. Ancak devrimci sosyalist siyaset bakımından en önemli şey değildir ve ol(a)maz da; “oy pusulalarını ve seçimleri bırak/ evet/ seçimleri özellikle bırak/ çünkü açlık çoğunluktadır,” dizelerindeki üzere Turgut Uyar’ın (Bu arada Filipinli Devrimciler, “Yoksulluğun cevabı seçim değil, devrimdir” der!)…
“Türkiye, kaderinin yeniden çizileceği bir tarihsel eşikte bulunuyor. Önümüzdeki 14 Mayıs seçimleri bu eşiklerden biri, belki de en önemlisi hâline geliyor. Gericiliği ve faşizmi yenilgiye uğratmak, Türkiye’nin yanı sıra, solun ve emek hareketinin de önünü açacak,”[16] söylenceleri eşliğinde “Neden bu kadar seçimlere umut bağlanır oldu”? Sahi, neden artık “gericiliği, faşizmi yenilgiye uğratmak” için seçimler değil de emekçi kitlelerin örgütlü hareketine güvenmek gerektiğini düşünenlerin sayısı bu denli azaldı?
Parlamentarist hayaller ile birlikte coğrafyamızda yaş(tıl)an siyasal İslâmcı totalitarist “şok” bunda etkili olmuş olmalı!
Bilindiği üzere “Şok Doktrini” ilhamını CIA’in işkence tekniklerinden alır. İnsanlık dışı işkence yöntemleri üzerinde çalışan CIA, 1950’lerden itibaren insanların üzerinde yaptığı deneylerde, beyne elektrik şoku verildiğinde ortaya çıkan büyük acının, insan beyninin yeniden şekillendirilmesini sağlayacak şekilde direncini kırdığını “keşfeder.” CIA uzmanları işkenceyle boşaltılan zihinleri, üstüne yeniden yazılabilecek “boş bir levha”ya benzetir. “Boş levhalar”ın nasıl doldurulacağı ise artık bu yönteme başvuranların iradesine kalmıştır.
CIA’in söz konusu işkence metodu daha sonra neo-liberal teorisyenlere, otokratik yönetimlere “ilham” olur. Milton Friedman’ın Chicago Okulu, bu şokların toplumları etkileyecek boyutlarda olması hâlinde, bir toplumun bütün belleğini, alışkanlıklarını yeni bir ekonomik düzen kurabilecek şekilde etkileyebileceklerini ortaya atar. Bu tezin laboratuvarı ise Şili olur. Pinochet darbesiyle salınan “Şok Dalgaları”yla toplum hizaya sokulur, yeni rejimin inşası için kitleler teslim alınır. Sonrasında dünyanın dört bir tarafında bu “şok dalgaları” ile toplumlar teslim alınır.
Naomi Klein’ın kapsamlı biçimde irdelediği durumda egemenler kriz, korku, felaket, savaş ve travmatik olayları kullanarak, çaresizlikler üzerinden zorla “rıza üretir”ler.[17] Zaman, mekân, aktörler değişse de “Şok”lar yerkürenin dört yanında egemenler için hâlâ bir reçete; coğrafyamızda olduğu üzere!
Şuraya dikkat edilmeli: “Şok reçetesi”ni uygulayan aktörlerin senaryosunu burjuva iktidar yazarken; parlamento ve seçimler de bunun araçları olabilmektedir!
“Parlamento ve seçimler” deyince anımsatmadan geçmeyelim: Seçimler konusunda devrimci yaklaşımıyla Marksizm-Lenizm burjuva parlamentolarını burjuvazinin egemenlik aygıtı olan devletin bir organı olarak tespit eder. Marksizm-Lenizm’in sınıf egemenliği ve devletle ilgili diğer fikirleri ile bir arada düşünüldüğünde, bu cümle çok şey ifade etmektedir.
Buna göre parlamento burjuva egemenliğine yabancı ya da dışsal bir organ olmayıp, onun organik bir parçasıdır. Nasıl ki günümüzün devleti “tüm halkın devleti” değil de toplumda bir azınlık olan burjuvazinin devletiyse, onun bir parçası olan parlamento da aynı şekilde burjuvazinin parlamentosudur.
Elbette bu, parlamentolara işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin, hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür. Sorun şu ki, bu tür temsilcilerin varlığı olsun, bunların kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir mücadele yürütmeleri olsun, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir. Bunun somut örneği, XXI. yüzyıl başlarında Latin Amerika ya da Avrupa’da işbaşına gelen “halkçı”, “sol”, “sosyalist” yaftalı parti ya da ittifakların, sermayenin, borsaların vb. istemlerine tabi olmaları, üretim ilişkilerine dokunmaya tevessül etmemeleridir.
Karl Marx’ın ifadesiyle, “Her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Bu yapıda halk parlamentoya seçtiği “vekillerin” orada ne yapacağını belirleyemez, memnun olmadığı “vekili” görevden alamaz, onları denetleyemez.
Dolayısıyla, başka hususlar bir yana, bu bakımdan da parlamentoda çoğunluk elde etmek suretiyle burjuva düzenin ortadan kaldırılamayacağı, işçi sınıfının kendi sınıf iktidarını kuramayacağı açıktır.
Nitekim V. İ. Lenin, parlamentonun işlevi ve devletteki yerini iyi bilinen şu sözleriyle betimler: “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.”[18]
Evet, “Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun niteliğini değiştiremez,”[19] vurgusuyla V. İ. Lenin’in, ‘Duma Seçimlerine Burjuva Partilerinin ve İşçi Partisinin Yaklaşımı’ başlıklı yazısında ifade ettiği üzere: “Bizim için önemli olan, tavizler yoluyla Duma’da koltuk kapmak değildir; tersine, bu koltuklar ancak ve ancak kitlelerin siyasi bilincini geliştirmeye, onları örgütlemeye hizmet ettiği ölçüde değerlidir, ‘sükunet’, ‘düzen’ ve ‘barışçıl [burjuva] saadet’ uğruna değil, emeğin her türlü zulümden ve sömürüden kurtuluşu için mücadele uğruna.”
“Proletaryanın, burjuvazinin boyunduruğu altında, ücretli-köleliğin boyunduruğu altında yürütülen seçimlerde çoğunluk kazanması gerektiğini ve ancak bundan sonra iktidara geçmesi gerektiğini yalnızca alçaklarla ahmaklar düşünebilir. Bu, budalalığın, ya da ikiyüzlülüğün doruğudur; bu, eski sistem içinde ve eski iktidar altında, sınıf savaşımının ve devrimin yerine seçimleri koymaktır.”[20]
Aynı konuda Rosa Luxemburg’un da, “… ‘Biz hiçbir zaman formel demokrasi putuna tapmadık.’ Bunun anlamı şudur: Burjuva demokrasisinin toplumsal çekirdeğini, onun siyasi biçiminden her zaman ayrı tuttuk; her zaman tatlı biçimsel eşitlik ve özgürlük kabuğu altında gizli toplumsal eşitsizlik ve özgürlük yoksunluğunun sert çekirdeğini ifşa ettik-kabuğu reddetmek için değil, işçi sınıfını onunla yetinmemeye teşvik etmek için; demokrasiyi topyekûn yok etmek için değil, siyasi iktidarı ele geçirerek burjuva demokrasisinin yerine sosyalist bir demokrasi kurmak için,”[21] notunu düşerken; Gündüz Vassaf’ın, “Seçimlerde vatandaşlara bir şeylerin değişeceğinin düşleri pazarlanıyor, umut tacirleri bir şeylerin değişebileceğinin hayalini satıyor. Gerçekten adil bir dünya düşleriyle yola çıkan politikacılar da var. Onların ayağı kaydırılıyor, kandırılıyor, etkisizleştirilip bazen de öldürülüyorlar”;[22] Anthony Burgess’in, “Seni bir makine biçimine sokmuşlar. Seçme hakkını elinden almışlar. Toplumun kabullendiği davranış türlerine boyun eğmek zorundasın. Seçme hakkına sahip olmayan kişi, kişiliğini yitirmiş demektir,”[23] ifadelerini de aktaralım!
“İyi de parlamentoyu, seçimleri demokrasi için kullanıyoruz” itirazlarına/ fantezilerine de; V. İ. Lenin’in, “İlkeyi değil, sözcüğü savunuyorlardı, bir ilke yanılgısına düşme korkusundan değil, insanlar ne der korkusundan hareket ediyorlardı,”[24] uyarısı eşliğinde; Frantz Fanon’un, “Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerinizin hizmet ettiği ordu hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan ‘soykırım’ işlerken siz kurban değilseniz, o zaman kesinlikle işkencecisiniz”;[25] Sokrates’in, “Mal-mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz, ama vicdanınızla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz!” “Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez,” deyişlerini aktarmakla yetinelim…
KEMAL KILIÇDAROĞLU(=MİLLET İTTİFAKI)’NA DESTEK!
Buradan konuyla ilintili olarak Kemal Kılıçdaroğlu(=Millet İttifakı)’na destek faslına geçersek Wolfgang Pauli’nin ifadesiyle, “Buna doğru değil demek yetmez. Bu yanlış bile değil!”
Öncelikle hangi sınıfın temsilcisi olduğu “es” geçilmeye kalkışılan Millet İttifakı’nın sermaye için bir “restorasyon” olduğunu ve restorasyon “vaadi”nin/ “ihtimali”nin “demokrasi” yaygaralarına mündemiç bir “hüsnü kuruntu”dan ibaret olduğunu belirtelim. “Geliyor gelmekte olan” güzellemeleriyle sunulanın gerçek anlamda bir “restorasyon”a bile muktedir olamayacağı görülecektir. Tabii eğer “gelirse”…
Bu bir kehanet değil! İttifak bileşenlerinin kirli sicili ile ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nin ortaya koyduğu bir hakikât!
Hâlâ bilmeyen var mı? Varsa ne yazık! Altılı Masa’nın programı ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’, işçi ve emekçilerin, Kürtlerin, Alevîlerin, ezilenlerin taleplerini dikkate almayan sermayenin “mutabakat programı” ve Sinan Çiftyürek’in, “Millet İttifakı, ‘Demokrasi mücadelesinin yükü Kürtlere, mükafatı bize,’ politikasını tekrarlayabilir,”[26] notunu düştüğü politik manevradır.
“Milletvekili olmak için ilkesiz ittifaklar içinde olmayız, kimseye göz kırpmayız, yancılık yapmayız, takiye ise hiç yapmayız!” vurgusuyla Türkiye Komünist Hareketi’nin (TKH) belirttiği gibi, “CHP’nin başını çektiği ve 5 sağ partinin içinde olduğu Millet İttifakı’nın, yayınladıkları metinlere bakarak ülkeyi bu karanlıktan, sömürüden, yağmadan kurtarabileceği beklenmemelidir! AKP’nin içinden çıktığı Saadet Partisi ile, AKP’nin içinden çıkan Deva ve Gelecek Partisi ile ve MHP’nin içinden çıkan İyi Parti ile Türkiye’nin sorunları çözülemez!”[27]
Bu(nlar) böyleyken; “İyi Parti lideri Meral Akşener, yarattığı krizi yine kendisi çözmek zorunda kaldı. Neredeyse bütün iddialarını geri alarak Millet İttifakı’na döndü. İyi de oldu, itirazım yok. Çünkü, artık zaman, muhalefete muhalefet yapma dönemi değildir,”[28] vurgusuyla Millet İttifakı’na kafa yormak sosyalistlerin görevi olamaz, olmamalıdır da!
Ancak buna rağmen “Altılı Masa’nın bize değil, bizim Altılı Masa’ya ihtiyacımız var… Şöyle bir formül açıklayıcı olabilir: Altılı Masa’dakiler için Erdoğan’ın kazanması bir ölüm kalım sorunu değildir, bir savaşın yitirilmesi değildir, Bizim için ise, ölüm kalım sorunudur, Erdoğan’ın kazanması, bir savaşın yitirilmesi, kesin bir yenilgi ve bozgun anlamına gelecektir. Bu nedenle Altılı Masa’nın özellikle de İyi Parti ve ülkücülerin bizim oylarımıza ihtiyacı bizim Erdoğan’ı yenmek için Altılı Masa’nın ve Ülkücülerin oyuna ihtiyacımız gibi değildir. Bunu kısa ve öz olarak şöyle de ifade edebiliriz: Altılı Masa’nın Bize Değil, Bizim Altılı Masa’nın oyuna ihtiyacımız vardır,”[29] diyen Demir Küçükaydın ve onun gibilere İ. Metin Ayçiçek’in, “İki ittifaka da oy vermeyi düşünmedim hiçbir zaman… Onlar birbirine zıt kardeşler değil, bir cismin aynadaki görüntüsü kadar ikizdirler olmaktan öte bir farka sahip değildir,”[30] saptamasını aktarmakla yetinelim!
Millet İttifakı, sermayenin krizini “çözme”ye talipken (ama bunu nasıl yapacağını bir türlü açıklayamazken); emekçi solu yedekleyen ve araçsallaştıran bir politik manevradır. Bu hâliyle de biz(ler)e, “Bıra şêrê rokê be, ne roviyê salekê be/ Bir günlük aslan ol, bir yıllık tilki olma,” savsözünü anımsatan -doğrudan ya da “olaylı”- destek söylenceleri “umut(suzluğ)u”na gelince: Asılsız umudun nedeni umutsuzluktur. Coğrafyamızdaki yaygın umutsuzluk çaresizlikten kaynaklanıyor; “Denize düşen yılana sarılır,” deyişindeki gibi… Umutsuzluk çaresizlik bir teslim olma hâliyken; yıkıcı bir öfkeye zemin hazırlar; “Usancı, bezginliği bir an unutturan bir şey varsa, yaşama sokuverdiğimiz umuttur. Yaşama katabildiğimiz, katmayı becerebildiğimiz umuttur,”[31] saptamasındaki üzere Bilge Karasu’nun…
Örnek mi? TİP Genel Başkanı Erkan Baş, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda “Memlekete de ittifaka da hayırlı olsun. En kuvvetli adaylardan biri olarak ismi öne çıkıyordu,”[32] diyen ilk örnek olması yanında; HDP’nin ortak liste önerisine şerh koyup, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının da “desteklenmesi gerektiğini duyurdu.”[33]
Silivri zindanındaki Ş. Can Atalay’ın, Tek adam rejimine karşı demokratik, çoğulcu bir ortam özlemiyle geniş bir ortak hat oluştu. Elbette bu sürecin her noktasını yalnızca sonuçtan hareketle kutsamamalı, eleştirel değerlendirmelerden muaf tutmamalıyız,”[34] ifadesi de bir başka örnek...
SOL Parti de, seçimlerde Cumhurbaşkanlığında Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini açıklayıp, “Kılıçdaroğlu’na destek vererek tüm muhalefet ile birlikte mücadele edeceğiz” derken;[35] Hayri Kozanoğlu da ekledi: “Biz Sol Partililer, tüm sosyalistler, demokratlar son dönemde halkın artan güvenini boşa çıkarmayacağız, son ana kadar ortak aday etrafında tüm çabamızı harcayacağız.”[36]
Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) Genel Sekreter Yardımcısı Sait Kıran da, seçimlerde Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini duyuranlardandı;[37] “Mustafa Kemal Atatürk, kendi yurdunda onuruyla yaşamaktan başka çaresi olmayanlarındır,”[38] diyen Türkiye Komünist Partisi (TKP), Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapıp, “Bir oy Erdoğan gitsin diye, bir oy TKP’ye” çağrını dillendirdi.[39]
Ancak bu kadar da değil! Cumhurbaşkanı seçimlerinde, “Oyumuzu Erdoğan’a karşı kullanacağız.”[40] “Bu oy Erdoğan’a karşı verilmekte ve Erdoğan’ın bir an önce gitmesine odaklanmış geniş halk kesimlerine ‘sizi anlıyoruz, duygunuzu paylaşıyoruz’ mesajını taşımaktadır,”[41] diyen TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan hızını alamayıp, daha sonra da, “Utana sıkıla değil, açıktan söylüyoruz cumhurbaşkanı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na oy vereceğiz,”[42] diye ekledi.
Oysa, “CHP’li değilim. Kılıçdaroğlu’na kerhen oy vereceğim ayrı, asla Babacan, Karamollaoğlu, Akşener, Davutoğlu’na değil oy, selam vermem. Adres, Sosyalist Güç Birliği, oylar TKP’ye,”[43] ifadesindeki üzere Enver Aysever “utanıp, sıkılanlar”dandı!
Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), “Cumhurbaşkanlığı seçimi noktasında… sermaye adaylarına oy vermeme yönünde”[44] tavrı olduğundan söz ederken; bir habere göre, “Fatih Mehmet Maçoğlu, Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıkladı”![45] (Bir tekzip de gelmedi!)
Avrupa Alevî Birlikleri Konfederasyonu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesine[46] destek verirken; HDP eski Eş Genel Başkanı -Edirne Zindanı’nda tutuklu- Selahattin Demirtaş, Twitter hesabından “Yürü Bay Kemal!” dedi.
HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, “Türkiye’de ordunun ve elitlerin Kürt halkına kendi kaderini tayin umudu verdiği” gerekçesiyle HDP’nin varlığından rahatsız olduğunu söyleyip, bunun hayali bir inanış olduğu vurgusuyla “Partisinin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini umduğunu”[47] ifade etti.
Ayrıca HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar muhalefete, “Gelin, ilk turda kazanalım,”[48] çağrısını yaparken; diğer Eş Genel Başkan Pervin Buldan da, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, Türkiye halklarını nefessiz bırakmıştır. Evrensel hak ve özgürlüklerin tanındığı, demokratik hukuk ilkelerinin geçerli olduğu, sosyal ve ekonomik hakların olduğu bir düzen istiyoruz… Bu iktidardan hesap sorma konusunda kararlıyız. Bu nedenle CB seçimlerini, aday çıkarmayacağımızı tüm kamuoyuna buradan deklare ediyoruz,”[49] diyerek Kemal Kılıçdaroğlu’na dolaylı desteği resmileştirdi.[50] (Bu arada her ne demekse Veysi Sarısözen de, “Benim Kılıçdaroğlu’na vereceğim destek de, “asılacak adama ipin verdiği destekten” farklı olmayacaktır,”[51] sözleriyle “dolaylı” destekçilerdendi.)
Kim nasıl sunar ise sunsun: Kemal Kılıçdaroğlu(=Millet İttifakı)’na destek düzene destektir. Kaldı ki CHP, “Sempre idem/ Her zaman aynı”dır!
Siz bakmayın “CHP, hem Atatürkçü hem de sosyal demokrat bir partidir.”[52] Kemalist olduğu malum da, “sosyal demokrat” olduğu müphemdir…
CHP’nin kaynağında solculuk değil, ulusçuluk/ Kemalizm vardır. Sınıf mücadelesi geleneğine değil; devletin kurtarılması mücadelesine dayanır. Doğası böyledir.
CHP kendine istediği “kimliği” atfedebilir. Ancak, “solcu” ve “demokrat” olduğu sanmak ise tam bir yanılgıdır, yalandır!
Bu bağlamda şurası da çok açık: “Çözüm süreci fiyaskosu” ardından bir kez daha “Fırsat kapımızı çalıyor. Seçimlere barış açısından bakmak gerçekçi olup, imkânsız görünen için mücadeleyi gerektirir,”[53] satırlarındaki Kılıçdaroğlu desteği beklentinin nafile olduğunu ve Arundhati Roy’un, “O düşüş hiç bitmez. Ve düştükçe, düşen başkalarına tutunursun. Bunu ne kadar erken anlarsan o kadar iyi” sözünü hatırlatıp, devrimci itirazların olduğunun da altını çizelim.
Mesela HDP bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) “Devrimci ve emekçi sol hareket olarak bizim cephe, kötünün iyisi bir tutumla Millet İttifakı’nın arkasına bağlanmayı tercih etmemeli,”[54] derken; Merkez Yürütme Kurulu (MYK) da, “Başkanlık için oy kullanmayın!”[55] tavrını deklare etti.
Hüseyin Şenol, “Cumhurbaşkanlığı için ise iki adaya da oy verilmemeli… Ben buna “boş oy” diyorum. İsteyen “boykot”, isteyen başka bir şey desin, ama kesinlikle oy verilmesin. Karalayın, buruşturun, slogan yazın veya yırtın Cumhurbaşkanı adaylarının bulunduğu oy pusulasını…”[56] derken; “Seçim tutumunu açıklayan Komün… cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “HDP’nin (ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın), Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’ndan yana almış olduğu tutumu desteklemeyecek; emekçi sınıfların ve Kürtlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen, özgürlük taleplerini asgari düzeyde savunmayan hiçbir adayın/ittifakın arkasına dizilmeyecektir,” denildi.[57]
YSP/ HDP ABARTILARI
Selahattin Demirtaş, “Hayal kurmak, umut etmek, gerçekleştirmek... İlkini herkes yapar, ikincisini direnenler, üçüncüsünü de riski göze alanlar,” derken; Yeşil Sol Parti (YSP)/ HDP’nin seçim abartıları bu haklı tespitin uzağına düşmektedir.
Örneğin UKKTH “sümen altı” edilerek, HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın görüşmesi sonrasında Kılıçdaroğlu, “Kürt sorununun çözüm adresi TBMM’dir,” derken Sancar ise “Yapıcı bir görüşme gerçekleştirdik” ifadesini kullanmaktadır![58] (Yapıcı olan ne acaba?!)
Ayrıca YSP Seçim Beyannamesi’nde, bir “cennet ülke” vaadi eşliğinde İstanbul 1. Bölge adaylarından Kezban Konukçu Kok en az 20 vekil çıkarmayı;[59] temel seçim stratejilerinin “AKP-MHP iktidarına kaybettirmek” olduğunu belirten YSP MYK üyesi Ayşe Erdem de, seçimlerde yüzde 20’lik bir oyu hedeflediklerini söyledi…[60]
Öte yandan 14 Mayıs seçimlerinin dönüm noktası olduğunu belirttiği Seçim Beyannamesi’nde, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını, demokrasinin toplumsallaştığı Demokratik Cumhuriyet yüzyılı yapacağız” vurgusuyla çözüm olarak “radikal demokratik değişim”den[61] söz edilmesi de; adayların seçilmesi de[62] bir hayli tartışmalı görünmektedir.
Siz bakmayın Ali Saim’in “HDP’nin ittifak politikası ‘parlamentarist’ değil, ‘devrimci’ bir politikadır. Seçimlerde oyunu ‘arttırmak’ gibi sığ bir politika değildir,”[63] ya da HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan’ın, “Ehven-i şer bizde asla olmaz. Millet ittifakı bu noktaya getirmesin bizi. Bu olmasın diye uğraşıyoruz,”[64] demesine! Söz ile eylem arasında ciddi bir açı farkı söz konusu!
Örneğin “HDP, yıllardır kendisine omuzdaşlık yapanların haklı hassasiyetini hiçe sayarak Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi iki çürüğü aday göstermeye karar vermiş. Yerseniz, diyor. İki seçenek var; Yeriz, Yemeyiz,”[65] uyarısı yerindedir. HDP de dâhil, hiçbir şey ve hiçbir kimse eleştiri üstü olmadığını; HDP’nin yaptıklarının anlaşılabilir olsa da, sosyalistler tarafından otomatik kabulünün mümkün olmadığını; Friedrich Nietzsche’nin, “Bazen bir şeyin değeri ona ulaşarak ne kazanıldığıyla değil, ona ulaşmaya çalışırken nelerden ödün verildiğiyle belirlenir,” sözleri eşliğinde hatırlatalım.
Bu arada “Kürtlere akıl hocası olan bayat solculardan bıktık” diyenlerin de olduğunu biliyoruz. Ancak bayatlayan Dengir Mir Mehmet Fırat’lı, vb’li uzlaşma/çözüm(süzlük) aslında ve “Musa Piroğlu’suz, Hasan Cemal’li, Cengiz Çandar’lı listeye, zihniyete ‘Hayır’! Celal Doğan’lı, Altan Tan’lı saçmalığı unutma(dık)!”[66] demek bizim en doğal hakkımız ve görevimizdir!
Konuya ilişkin bir şey daha: Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş dahil, Kobanê Davası’nda HDP’liler hakkındaki tutuklama ve tutukluluğa devam kararlarında, bir zamanlar çözüm”de etkili olacakları umuduyla milletvekili yapılmış eski HDP’liler, Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ın ifadelerinin gerekçe olarak kullanıldığını[67] unuttunuz mu?
Bu arada Özdemir Asaf’ın, “Rengan tevde di heman lezê de dihatin lewitandin./ Yekamînî dane rengê spî// Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu./ Birinciliği beyaza verdiler,” dizelerini çağrıştıran; HDP (YSP) milletvekilliğinde iki dönem kuralının, hangi düzeyde olursa olsun, istisnasız herkes için geçerli olmalıydı değil mi?!
ALT BAŞLIK OLARAK LİBERALLER
YSP/ HDP’nin liberal seçim abartıları, bize ister istemez Blaise Pascal’ın, “Her seçim bir vazgeçiştir,” sözünü anımsatıyor…
Ayrıca “Liberalizm artık sınıflar savaşımını yadsıma cüretini göstermez, ama bu kavramı daraltmaya, güdükleştirmeye, iğdiş etmeye çalışır. Liberalizm, sınıf savaşımını siyasal alana değin kabul etmeye hazırdır, ama devlet iktidarı örgütünün onun eylem alanı dışında kalması koşuluyla. Sınıf savaşımı kavramının bu liberal bozulmasını hangi burjuva sınıf çıkarlarının oluşturduklarını anlamak güç değildir,”[68] uyarısı eşliğinde, “Qantir nazê xwê sin nayê/ Katır doğurmaz, tuz yeşermez,” diyen Kürt savsözünü de anımsamamak mümkün mü?
“Yetmez Ama Evet”ci liberal atraksiyonların AKP’yi 2002’de “Muhafazakâr Demokrat İnkılap” söylemiyle selamlayıp, 2010 referandumunda da “Evet” dediklerini ya da “İslâmcılardan demokrasi bekleyen”, “AKP’nin Türkiye’yi demokratikleştireceği”ni söyleyenleri unutmak mümkün mü? Elbette değil!
İvan Sergeyeviç Turgenyev’in ifadesiyle, “Öyle bir an gelir ki, bazı yolların dönüşü, bazı hataların özrü, bazı insanların anlamı olmaz”ken; AKP kurucusu ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in KRT TV’de, “İlk yola çıktığımız günden beri bize kredi açan ve bizi her platformda savunan liberal yazarlar vardı. Bunların hepsinin canına okuduk. Hasan Cemal’i yazamaz hâle getirdik, Cengiz Çandar çekti yurtdışına gitti. Altan kardeşleri, Nazlı Ilıcak’ı, Şahin Alpay’ı hapse attık. Öte taraftan Ali Bayramoğlu’ndan Gülay Göktürk’e kadar daha birçok Türkiye’de vicdan sahibi, şu cenahta bu cenahta değil bildiği doğruları yazan bu insanların biz hepsini mağdur ettik ama en zor günlerimizde bunlar bizimle oldular,”[69] ifadesi de not edilsin!
Gelelim “Birtakım sol kuruluşlar da var. Bunlar biraz dekorasyon gibi”;[70] “Faşizan zihniyetli kesimden gelen eleştiriler umurumda değil”;[71] “Gazetecilik serüvenim siyasi bir eylem gibiydi”; “Ömrümün yarısından çoğunu Türkiye’nin, Türkler ve Kürtlerin eşit ve özgür birlikteliği ve Kürt sorununun barışçı çözümü için harcadım,”[72] deyip eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın “Bu seçim döneminde Rusya’ya çok dikkat etmek gerekir” sözüne atıfla, kendisi aleyhine başlatılan kampanyanın Rusya’nın bir operasyonu olabileceğini ifade eden[73] Cengiz Çandar zırvalarına!
Biz(ler)e Friedrich Nietzsche’nin, “Ne çok gülmüşümdür, içinde binlerce kötülük bulunan ama kendini iyi biri zanneden zayıflara,” sözlerini anımsatan Onun için şunları dedik:
“Aydınlık hareketinde yer alıp, TİİKP merkez komitesi üyesi olan; ardından İran mollarşisine göz kırpan; dahası ‘Sabah’ ve ‘Yeni Şafak’ta ‘gazetecilik’ yapan; Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın özel danışmanlığı göreviyle ödüllendirilen; AKP’nin değirmenine su taşıyan zatın konuşmak yerine susması, yüzünün kızarması gerek.
Kaldı ki, her koşulda UKKTH’nı savunan, bedel ödeyen sosyalistlere ‘Faşizan zihniyetli’ demek hadsizliğiyle malûl liberal müsveddenin ‘maruzatları’ da kimsenin umurunda değil.
Çünkü bukalemunu andıran seyr-ü seferlerinde onun gibilerin, sağa sola çamur atmaya kalkışsa da söyleyecek yalanları kalmamıştır.
Biz onu iyi tanırız; o da bizi!
İlla konuşması gerekiyorsa, soruyoruz: ‘Kirli Savaş’ günlerinde ne yaptın, neredeydin?
Sesini kesmesi, susması hayrınadır!”[74]
Bir de, TBMM’ye seçilirse, “Frak giyeceğim. En temel nedeni bir yerde Atatürk’ten gelen bir şey, bu bir gelenek. Meclis’i kuran, Cumhuriyet’i kuran Atatürk o dönemde giymiş,”[75] vurgusuyla “Elimi bizzat taşın altına sokmak için 54 yıllık gazetecilik hayatımı kapatıyorum,”[76] diyen Hasan Cemal’den 17 Şubat 1999 tarihli ‘Dönüm Noktası...’ başlıklı yazısından aktaralım:
“Başbakan Ecevit’in televizyondan açıklamasını dinlerken bir heyecan dalgası yalıyor içimi. Gerçekten tarihi bir an, bir dönüm noktası. Apo’nun yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, 1984’ten beri Cumhuriyet devletinin PKK’ya karşı verdiği haklı ve meşru mücadelede bayrağın zirveye dikilmesi, zaferin tescilidir. Şimdi önemli olan, bir komutanın deyişiyle ‘teröristin geldiği vasatın yok edilmesidir’…
Tarihi bir dönüm noktası! Bir başka deyişle: Apo’nun yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, PKK’ya karşı Cumhuriyet devletinin 1984’ten beri sürdürdüğü haklı ve meşru mücadelesinde bayrağın zirveye dikilmesi ya da zaferin bir yerde tescil edilmesidir.”[77]
Şimdi sormadan geçmeyelim: Bunları diyen YSP/HDP adayı Hasan Cemal değil mi? Bu konuda bir özeleştirisini duydunuz mu? Ya onu “yeni bir çözüm süreci” hayaliyle aday yapanlar?
Tam da bu noktada, “yetmez ama evet”e ilişkin savunmasında hâlâ, “Darbecilere karşı Erdoğan’ın tarafını tuttum çünkü adam iyi şeyler yapıyordu,”[78] diyebilen(!) Hasan Cemal ile Cengiz Çandar’ın “Samimiyetlerinden asla kuşku yok” deniliyor. İyi de bu kuşkusuzluğun kriteri, tarihsel bilgi birikimi(niz) ne?
Cengiz Çandar, ona geç(me)mişini anımsatanlara “Faşist Zihniyetli” diye dursun! Hatırlatalım: “Farklı kimlikleri kabul etmeyen”, UKKTH’na sırt çeviren, halkların kardeşliği şiarıyla yetinmeyip eşitliğini vurgulamayan asla “sosyalist” ol(a)maz; ne derse desinler, zikredilmeye bile değmezler!
Şimdi her şey ne olduğu belirsiz bir “demokrasi yaygarası”na indirgenip; “Sosyalizm’den önce aslî görev demokrasi” vurgularının öne çıkarılması bir mazerettir, incir yaprağıdır; sınıftan kaçışın “devrim olmadı, demokrasi verelim,” maruzatıdır.
Kimse bize Chantal Mouffe’un, Ernesto Laclau’nun bayat(lamış) zırvalarını pazarlamaya kalkışmasın!
Hayır, “Yetmez ama evet”çi liberal “genişlik” vurgusu çok “müphem” olması yanında; sağ arayışların nerede duracağı da flu bir pozisyondur. Soru(n) da tam burasıdır.
Bu sınırları belirsiz (hatta orta burjuvaziyi de içerdiği söylenen!) duruşu da, ‘NATO’ya Hayır’ diyememeyi de tasvip etmek mümkün değil. (NATO bir savaş örgütü değil mi? Vurguyu istediğiniz kadar geniş yorumlayabilirsiniz)
Mesele Cengiz Çandar’lar, Hasan Cemal’ler ile sınırlı falan değil: “Adaylar”dan çok -ve onlar üzerinden- onları aday yapan zihniyeti tartışmalıyız.[79]
Sola “dekorasyon” demesine tepkiler ardından, “Dekorasyon güzelleştiren bir şeydir,”[80] yalanına sarılan Cengiz Çandar’ları, Hasan Cemal’leri savunanlar, kendini dünyanın merkezine koyan el değmezlik “iddia”larından kurtulup eleştiriye, itiraza tahammül etmek ve Sâdi Şirazî’nin “Düşmanın en büyük hilesi, dostluğudur,” sözünü unutmamak zorundadırlar.
Özdemir Asaf’ın, Güçlü olmanın türlü yolları vardır, dürüst olmanın bir tek,” saptamasından mülhem tavrım(ız) net: Ne “ulusal solcu”lar ne de “samimi demokrat” payesine layık görülen liberaller! Sahte bir ikilemlere esaret yerine alayına “Hayır”!
TİP Mİ? (DEDİNİZ!)
Kocaeli Zindanı’ndaki Gültan Kışanak’ın, “İttifak olarak tek liste ile seçime girmenin getireceği avantajlar biliniyor. Tek oyu bile heba etmeye kimsenin hakkı yok,”[81] diye eleştirdiği Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) bu tavrı Kemalist çevreler tarafından, “Cesur bir kararla ağırlıklı kendi listesiyle seçime katılıyor. Yolu açık olsun. Çevremde TİP’e oy verecek insanların çoğaldığını görüyorum,”[82] ifadeleriyle yüreklendiriliyor.
Bir “boşluğu” doldurduğu “iddiası”yla(?!) “AKP’lilerin çocuklarında AKP’den kopuş eğilimi var,” vurgusuyla tutumlarını açıklarken; “Geleneksel kodlar nedeniyle CHP’ye yönelmiyorlar. TİP farklı bir şey gibi gözüküyor gençlere. Adaletsizliğe isyandan bize yöneliş var,’ diyen Erkan Baş’ın elini sıkarken, 60’lı yılların TİP’inin Meclis’te estirdiği ‘Güleryüzlü Sosyalizm’ rüzgârı geliyor aklıma. Meclis’e girmeyi başaran 15 milletvekiliyle, halkın sosyalizm algısını değiştirmeye başlayan... Bu rüzgârda TİP Genel başkanı Erkan Baş’ın büyük payı var,”[83] diye veriyor coşkuyu Tuluhan Tekelioğlu…
Bu öfori içerinde Erkan Baş ekliyor: “İlk defa sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hâle geldi. TİP bunu başardı. Biz, sosyalizmin değerleri ışığında ülkemizin bugünkü sorunlarına bakıp bunlara ilişkin yanıtlar üretmeye çalıştığımız için insanlar teveccüh ediyorlar.’
‘Türkiye’deki bu kurtuluş arayışının her şeyin üstünde olduğunu düşünüyorum. Hiç kimsenin kendisini, kendi partisini ve kendi ittifakını memleket çıkarlarının üstüne koyma lüksü yoktur.’
‘Ben Deniz Gezmiş’in yoldaşıyım. İdam sehpasında tek başına da kalsan doğru bildiğini söyleyeceksin. Galilei, ‘Dünya dönüyor’ dediğinde herkes mahkûm etmeye çalıştı ancak dünya yine de dönüyordu. Halkın yararına olan bir şey önümüze geldiğinde kim yaparsa yapsın, ‘Doğrudur’ diyoruz. Halkın aleyhine bir şeyi kim yaparsa yapsın ‘Yanlıştır’ diyoruz.”[84]
“Sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hâle geldi. TİP bunu başardı” diyenler; “Ben Deniz Gezmiş’in yoldaşıyım” diyecek kadar komik bir tezat içindedirler! Bir karar vermeliler: bu ülkede insanlara sosyalizmi anlatmaya (yeni) TİP mi başladı, yoksa bundan 50 küsur yıl önce “yoldaşlarım” dedikleri devrimciler, ya da 100 küsur yıl önce komünistler var mıydı?
Polemiğe girmeye bile değmeyen bu hâlin somutu olarak “yeni TİP”, işçi sınıfı lafını ağzına almayan; üretim araçlarının mülkiyetinden zinhar bahsetmeyen; “yurttaş” kavramını sınıf politikasına tercih eden bir oluşumdur.
“Yeni TİP”in ajandası, emek örgütlenmesinden çok kentli küçük burjuvaların yaşam tarzını/ kriterlerini muhafazakâr AKP tasallutuna karşı korumaya ilişkinken; fiiliyatlarıyla da Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos’u andırıp; HDP ile CHP arasındaki boşluğa yerleşmeyi hedefliyorlar!
“Eski TİP’li” Oya Baydar’ın, “Bu genç ve aktif parti; son zamanlarda adından epeyce söz ettirmesine, tanınmış yüzleri, artistleri, televizyoncuları falan aday göstermesine, yakışıklılık imajı, hitabet gücü ve görece radikal söylemiyle HDP ile pek barışamayan sol muhalif ‘beyaz Türk’leri etkilemesine rağmen, seçim günü geldiğinde umduğunu bulabilecek mi, yoksa İttifaka milletvekilliği mi kaybettirecek? Bunu kendilerinin, ülkeye ve hepimize karşı taşıdıkları sorumlulukla iyi hesaplamaları gerekiyor”;[85] Levent Köker’in, “Eğer bu iş demokrat Türkiye’nin istediği gibi bitmez ve özellikle parlamento içindeki mücadele için olumsuz sonuçlar doğarsa bunun vebali TİP’in sırtında olacak, bunu bilsinler. Önümüz fırtına, aklımızı başımıza toplayalım,”[86] uyarısını dillendiği tabloya ilişkin İrfan Aktan’ın yorumu da şu oluyor:
“TİP’in kısa sürede bir ittifak imkânından ittifak engeline dönüşmeyi, HDP seçmeninin nefret objesi hâline gelmeyi başarmasının şımarıklıkla, kadir bilmezlikle açıklanması zor. Bu bilinçli, ideolojik bir tercihin yansıması olarak görülüyor…
Sahi TİP ne istiyor?
TİP’in ikisi kısa vadeli olmak üzere üç temel hedefi olduğu anlaşılıyor. Kısa vadeli hedefler; Emek ve Özgürlük İttifakı sayesinde ‘barajı yıkıp geçerken’ birkaç yerden milletvekili çıkarmak, yüzde 3 oy alarak Hazine desteği elde etmek ve bu destekle de kapasitesini güçlendirmek. Uzun vadeli hedef ise ‘Kürt hareketinin gölgesinden çıkmak’ ve solun merkezine oturmak.”[87]
TİP’in legal planda ne yapıp, yapamayacağı tartışmalıyken; yaptıkları ya da yapamadıkları 1971 kopuşundaki üzere devrimciler için bir kıymet taşımamaktadır!
Çünkü bir toplama “parti” olarak TİP Başkanı Erkan Baş’ın, “Sevgili Sera bize katıldığında bazı CHP’li arkadaşlar surat yapmaya başlamıştı. Birkaç arkadaşa sorduğumda ‘Yakıştı mı, size’ deyince, ben de ‘20 yıldır sosyalist oyları aldınız, ona sayın’ demiştim,”[88] diye lanse ettiği kişinin, Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan ile Behçet Cantürk’ün ölümlerinde rol oynayan; ayrıca Akın Birdal suikastçısıyla görüşmeleri ortaya çıkan; Ergenekon davasında yargılanan emekli albay Muzaffer Tekin’in avukatı olduğundan söz ediliyor.
Bunlar doğru ise Sera Kadıgil, CHP’den TİP’e iltihak ederken kamuoyuna bir öz eleştiri vermiş midir? Malum böyle meselelerde sosyalist partiler öz eleştiri gerekliliğini “es” geç(e)mezler!
Bu kadar da değil! Bir sosyalistin sırf kadın olduğu için Meral Akşener’e övgüde bulunması olası değildir. Ancak CHP’den milletvekili seçilip daha sonra TİP’e geçen Sera Kadıgil, aynen şu sözleri söylemiştir:
“Sayın Akşener ile de partisiyle de taban tabana zıddız. Ancak ataerkilin iliklerine kadar işlediği Ülkücü camiada bir kadın lider olarak sivrilmesi ve kadın konularında hiç geri basmaması bence kıymetli. Benim için bir kız kardeşlik mefhumu vardır. Çok darda kalmadıkça AKP’li kadın milletvekillerine bile ağzımı açıp cümle kurmam”![89]
Hatırlatalım: Sosyalistler, cinsiyetine bakmadan faşiste faşist derler; bu tartışma ya da te’vil konusu olamaz; hem de Ayşe Hür’ün, “Yetişkin bir insanın hele de sosyalist bir parti yöneticiliği gibi iddialı bir konumdaysa, 2021’den 2023’e ‘katettiği yol’un bu kadar radikal değişimler içermesi bana pek normal görünmedi ama yine de siz bilirsiniz elbette,”[90] ironisine karşın!
Yeri geldi belirtelim: Devrim(cilik), hayatın legal bir merkez etrafında örgütlendiği bir düzeniçi döngü değildir, ol(a)maz da.
Devrimcilik adına, bu rutinin dışında şeylere talip/ taraf olmak gerekir.
Çünkü legaliteden hareketle toplum yeniden biçimlendirilemez.
Ne kadar halisane niyetlerle bezenirse bezensin düzeniçini biçimlendirmeye çalışanlar, düzen tarafından biçimlendirilirler. Düzenin devrilememesi, düzen içinin el değiştirmesiyle karikatürleşir. SYRIZA’lı Çipras, Podemos’lu Pablo Iglesias örnekleri bize bunu anlatır.…
Legalite hep aynı yerinde, düzen içinde durur. Oysa devrim(cilik), bir altüst oluşu gerektirir, tüm değerleriyle yeniden yıkıcı bir inşaya muhtaçtır o.
Özetle devrim(cilik) adaleti özel mülkiyetin tekelinden kurtarma cüretidir.
“Yeni TİP” bunlar ve Tom Robbins’in, “Defter aynı olduğu sürece, yeni bir sayfa açmanın ne önemi var? Bazen defteri değiştirmek zorundasın,” sözüne ne der acaba?
NATO PARANTEZİ
“NATO, askeri bir mafyadır,” der Fidel Castro; haklıdır da!
Oysa… TBMM’de Finlandiya’nın NATO üyesi olması konusundaki oylamada AKP, MHP ve şürekası “Evet” oyu verirken, CHP ve İyi Parti vekilleri de “evet” oyu verdi.
CHP için “mesele devlet olunca gerisi teferruattır” oldu. Şaşırdık mı? Elbette “Hayır”!
Ancak başka bir durum daha vardı: HDP vekilleri TBMM oturumunda salondaydılar. HDP Dışişleri Komisyonu Sözcüsü Hişyar Özsoy, partisinin oylamaya katılmamasıyla ilgili olarak askeri anlaşmalara hiçbir zaman “Evet” oyu vermediklerini, daima “Hayır” oyu kullandıkları vurgusuyla, “İlk defa askeri bir anlaşmada böyle yapıyoruz,” dedi ve ekledi:
“Şimdiye kadar hepsine ret oyu verdik. Ama bu defa Finlandiya’nın güvenlik kaygılarını meşru gördüğümüz için bu oylamaya katılmama kararı aldık, ‘Hayır’ da demek istemedik!”[91]
Oysa HDP Programı, “Emperyalizme, savaşlara, sömürüye ve hegemonyacılığa karşı mücadele” ara başlığı altında; “Partimizin başlıca uluslararası amacı, savaşsız, sömürüsüz, halkların eşitliğine dayalı yeni ve özgür bir dünya kurulmasıdır. Partimiz, bu amaç doğrultusunda, emperyalizmin halklarımız, Ortadoğu, Kafkasya, Balkan ve tüm dünya halkları üzerindeki egemenlik ve baskı politikalarına; emperyalist askeri, ekonomik ve siyasi anlaşmalara, askeri üslere ve kurumlara karşı mücadeleyi öncelikli görevi olarak kabul eder. (…) Partimiz, Türkiye’nin ABD ve NATO desteğinde Suriye, Irak ve diğer bölge ülkelerine rejim ihracı girişimlerinin ve müdahalelerinin karşısında yer alır,” demiyor muydu?
Ya TİP? Onun vekilleri ise oturuma hiç katılmayıp; sessizce kararı onaylamış oldular.
TİP Programı da “Ülkeyi emperyalizme bağımlı kılan tüm uluslararası kurumlardan çıkılır, ülkenin bağımsızlığını ihlâl eden anlaşmalar iptal edilir; eşitlik, barış savunuculuğu ve halkların kardeşliği ilkelerine dayalı bir dış politika izlenir,” demiyor mu?
Kaldı ki “işçi sınıfı partisi, proleter enternasyonalist” olduğunu vurgulayan Behice Boran’ı ve mücadelesini sahiplenmiyor mu?
Behice Boran’ın kurucuları arasında yer aldığı Barışseverler Cemiyeti 25 Temmuz 1950’de Menderes’in Kore’ye asker gönderme kararına karşı çıkan bir bildiri yayımlamıştı. Birkaç gün sonra dernek kurucuları bu nedenle tutuklandılar ve derneğin faaliyetlerine son verildi. Şubat 1966’da Behice Boran bu sefer TİP milletvekili olarak TBMM kürsüsünde NATO’dan ayrılmak gerektiğini savunuyordu. Altmışlarda daha fazla işitilmeye başlayan bu seda büyük bir kamuoyu tarafından karşılık bulmaya başladı, sosyalistlerin öncülüğüyle pek çok kampanya örgütlendi, 6. Filo’nun denize dökülmesiyle daha da yükselen dalga 1971’e gelindiğinde sıkıyönetimle engellenmeye çalışıyordu. O sıralar idam edilmek istenen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i kurtarmak için Ünye’deki NATO üssüne baskın veren Mahir Çayan ve arkadaşları ise üç İngiliz askerini rehin almış, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de çarpışarak can vermişlerdi. Fakat anti-emperyalist mücadele dinmedi.
Sosyalistler, üzerlerindeki tüm baskılara karşın ilk günden bu yana Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkmaya ve anti-emperyalizm davasını gütmeye devam ettiler. Hatta bu ilkesel tutumdan ödün vermemenin uzun bir müddet sosyalist sol içinde tartışmasız bir ortak kesen olduğunu söylemek mümkündür. (Anti-emperyalizm her ne kadar bir dönemin fazla revaç bulan boyalı “yeni sol”unda “arkaik” olarak nitelenmişse de böyledir bu.) Altmışlardaki çizgiyi anımsatan bir adı alarak anti-emperyalist bir geleneği miras edinen bugünkü TİP de bu ilkesel tutumu benimser. Hatta geçtiğimiz yıl bir konuşmasında Erkan Baş’ın -sosyalist bir vekil olarak- dile getirdiği üzere onlar için de “NATO bir terör örgütüdür. NATO’nun varlığı dünya barışına, dünya halklarına dönük bir tehlikedir ve bugün bu kendisini çok daha açık biçimde göstermektedir”…
Tek bir “ret” dahi çıkmayan oylama yapılırken “sosyalist” olduğu iddiasında olan hiçbir vekil gidip de NATO aleyhinde el kaldırmadı![92]
HDP sözcüsü “Finlandiya’nın haklı güvenlik endişeleri” nedeniyle oylamaya katılmamalarının “dolaylı evet” anlamına geldiğini açıkça itiraf ederken, aynı ittifakta bulunan TİP adına hiçbir açıklama yapılmadı.[93]
Burada durup Cemal Süreya’in, “Hayattan bir şey öğrendiysem o da şudur, herkes her şeyin farkında ve kimse hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadı”; Sümer Atasözü’nün, “Çobanın kaval sesine kanıp yaylaya gittiğini zanneden koyunlar, mezbahaya gittiğini hiçbir zaman öğrenemediler,” saptamalarının altını çizerek ekleyelim:
An, geçmiş ve geleceği birleştirdiği gibi, bölen bir sınırdır da. Bu niteliğinden ötürü Giambattista Vico anı, “Şeytan Geçidi” olarak tanımlamıştır. Sınırı aşabilirseniz, geçmiş ile geleceği, süreklilik içindeki kopuşlar eşliğinde sürdürebilirseniz geleceğinizi inşa edebilirsiniz.
Aksi şimdi için geç(me)mişi tüketerek, geleceği gömmektir! NATO’yu kerhen “onaylayanlar”ın hâli de budur; böyledir!
DİĞERLERİ!
Şu seçim(sizlik) nasıl bir şeydir ki Doğu Perinçek’e bile, “Türk ve Müslümanım. Allahtan başka bir ilah yoktur, Hz. Muhammed onun kuludur ve Resulü’dür. Bu inançta hepimiz birleşiyoruz. Oruç çok tuttum. Bayram namazlarına gençliğimde gittim. Cenaze namazlarına katılırım. Günde 5 vakit namaz kılmadığımı dürüstçe söylüyorum. Ben iyi bir Müslüman olarak vatanına milletine hizmet eden bir insan olarak dinimizin bana yüklediği vecibeleri yerine getirdim. Cumalara gitmiyorum,”[94] dedirtir!
Şu seçim(sizlik) nasıl bir şeydir ki DTK (Demokratik Toplum Kongresi), DBP (Demokratik Bölgeler Partisi), Yeşil Sol Parti, HDP (Halkların Demokratik Partisi), KKP (Kürdistan Komünist Partisi), PİA (İnsan ve Özgürlük Partisi), PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi), DDKD (Devrimci Demokrat Kürt Derneği), Azadi Partisi’nin oluşturduğu “Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı”nın “Kürtlerin birliği, Kürtlerin özgürlüğüdür” mesajına[95] ilişkin olarak EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’e, “Daha Kürdi bir ittifak ve reflekslerde daha oranın ağır bastığı bir talep söz konusu olabilir. Bu HDP’yi de zorlayabilir, HDP’nin içindeki bazı güçler de bunu zorlayabilir,”[96] ifadelerini kullandırabilir?
Ya da Bülent Forta’ya, “Biz Cumhuriyet’in 100’üncü yılında aynı zamanda Cumhuriyet’in bundan sonraki yönelimine karar verecek bir tarihsel seçimle karşı karşıyayız. Bu ülkede ya siyasal İslâmcı rejimi yeneceğiz ve yeni bir cumhuriyete geçişin imkânları buradan doğacak ya da cumhuriyetin bütün kazanımlarını parça parça ortadan kaldıran ve giderek daha siyasal İslâmcı bir Cumhuriyet yıkıcısı olarak kuran yeni bir dönemle yüz yüze kalacağız. Burada esas olan Cumhuriyet’in getirmiş olduğu kazanımlara sahip çıkan ve onları aşma iradesini ortaya koyan bir muhalefet gücünün Cumhuriyet’i yeniden kurmaya imkân tanıyabilecek bir seçim zaferidir”[97]…
Veya Merdan Yanardağ’a, “Türkleri milliyetçi ve ulusalcılara, Kürtleri ezilen ulus milliyetçilerine, Sünnîleri İslâmcılara, aydınları liberallere terk ettiğimiz sürece, sosyalist hareket marjinal bir güç olmaktan kolay kolay çıkamaz. Türk deyince eğer aklınıza 1908 Hürriyet Devrimi değil de sadece ‘Ermeni soykırımı’ ya da 1923 devrimi değil de ‘Dersim katliamı’ geliyorsa; Bayrak denilince Gezi Direnişi değil de sadece 12 Eylül ve Kürt sorunu aklınızı kurcalıyorsa solun tecritten çıkıp ayaklarını bu topraklara basması zor görünüyor”…[98]
Sonra “Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda cumhuriyet daha anlamlı olacaktır. Bu kavgada yalnızız ama kalabalığız. Yalnızız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tepesindekiler sahiplenmiyor. Kalabalığız çünkü cumhuriyeti ve devrimleri koruması beklenen birkaç aygıtın ya da kişinin yerini milyonların coşkusu ve iradesi alıyor”… [99]
Ve nihayet Güven Gürkan Öztan’a, “Bu topraklarda cumhuriyet fikrinin filizlenip gelişmesi, Cumhuriyet’in resmi olarak ilânının çok öncesine uzanır. 1923 sonbaharında Cumhuriyet’in ilânı belki pratik bir meseledir ancak II. Meşrutiyet’ten itibaren yapılan tartışmalara bakıldığında halk egemenliğini tesis etme mücadelesinin Osmanlı hanedanının ve dini otoritenin toplum üzerindeki nüfuzunu geriletmekle iç içe geçtiği görülür. Kurtuluş Savaşı esnasında belirli bir olgunluğa ulaşan cumhuriyet fikri, bağımsızlıkla taçlandırılmış yeni bir başlangıç yapma iradesinin sembolü hâline gelmiştir,”[100] dedirtebilir?
“Tarihten aldığımız ders şudur; insanlar tarihten ders almıyorlar,” diyen Georg Wilhelm Friedrich Hegel haksız mı şimdi?!
NE Mİ İSTİYORUZ?
Hükümet(ler)i değil, sistem iktidarını değiştirmek; bunun da “seçim” ile olmayacağını biliyoruz!
Bunun yolu “Üçüncü Yol” denilen şey falan da değil;[101] emek eksenli toplumsallaştırılmış sınıf mücadelesidir!
“Seçim, seçim süreci ve devrimci tutum” başlıklı bildirilerinde, “Saray rejimi seçimle oluşmamıştır, seçimle gitmeyecektir. Saray Rejimi’ni alaşağı etmenin yolu, toplumsal bir ayaklanmadır. Elbette bu adım adım, an be an örgütlenmelidir,” vurgusuyla cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot çağrısı yapıp, oy pusulası üzerine Gezi direnişçilerinin adının yazılmasını öneren Kaldıraç Hareketi’nin öngördüğü gibi…[102]
Malum “Sınıf savaşımını kabul eden herkesin, en özgür ve en demokratik de olsa, burjuva bir cumhuriyette, ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’in, emtia sahiplerinin eşitlik ve özgürlüğünün, sermayenin eşitlik ve özgürlüğünün dışavurumundan başka bir şey olmayacağını ve hiçbir zaman da olmadığını kabul etmesi gerekir.”[103] “Sınıf savaşımını unutmak demek, emekçilere karşı sermayenin yanına, burjuvazinin yanına geçmek demektir.”[104] “Orta yol yoktur. Deneyim bunu gösterdi.”[105]
Görülmesi, kavranması gerek: “Bugün dünyanın çoğunluğu, on dokuzuncu yüzyıldan önce düşünülmesi mümkün olmayan bir özgürlük uğruna savaşa girmiş durumdadır: sömürüye karşı özgürlük: dünyanın maddi ve manevi ürünlerinden herkesin eşit derece yararlanarak yaşaması özgürlüğü.”[106] “Savaşımızı, belki on, belki yirmi yıl sürebilecek, kusursuz bir disiplin ve enerjiyle yürütülmesi gereken uzun bir çaba olarak düşünmeliyiz.”[107] “Doğal olmayan acıların yaygınlığı, doğal olmadıklarının kabul edilmesi, cesaret kavramını değiştirdi. Yüreklilik artık mutlu bir azınlığın belirli anlardaki özel hakkı olamaz; sürekli direniş içinde bulunan milyonlar adına bir gerekliliktir şimdi.”[108]
Açıkça deklare ediyoruz: İstediğimiz tek şey, sınırları olmayan bir dünyadır.
Bu uğurda vazgeçmemek, yapabilmenin “olmazsa olmazı”dır; Doris Lessing’in, “Her neyi yapmaya niyet ettiyseniz, bunu şimdi yapın! Koşullar daima imkânsızdır”; Jack Kerouac’ın, “Yıldızların arasına ağ örmeye çalışan bir örümcek çılgınlığında, tek bir mumla dünyayı aydınlatmaya kalkanları severim,” uyarısı eşliğinde…
İstediklerimiz konusunda biz(ler)i “topyekûn devrimcilik” ile “suçlayanlar”a yanıtımız da şu:
“Kaba bir Marksistin gözünde burjuva toplumun temelleri o kadar sarsılmaz bir sağlamlıktadır ki, bu temellerin son derece göze çarpan biçimde sarsıldığı anlarda bile yalnızca -normal- duruma dönülmesini diler, burjuva toplumunun bunalımlarını geçici olaylar olarak görür ve böyle zamanlarda bile mücadeleye asla yenilmez kapitalizm karşısında akıl dışı ve sorumsuz bir isyan olarak bakar. Ona göre, barikatlardaki savaşçılar delidir; yenilgiye uğrayan devrim bir hata ve başarıya ulaşan bir devrimde- bir oportünistin gözünde ancak geçici olarak mümkündür- sosyalizmi kurmaya girişenlerse düpedüz canidir.”[109]
Bu çerçevede Marcel Proust’un, “Asıl korkunç olan, hayal edilemeyen şeyler”; Sokrates’ın, “Dürüst bir insan daima çocuk kalır”; Ahmet Telli’nin, “hangi dağ efkarlıysa ordayız,/ perişan edilen her şey bizimdir./ yağmur oluyoruz hangi ırmak kurusa,/ gülüşümüz çocuk,/ adımız eşkıyaya çıkmıştır bizim”; Edip Cansever’in, “Biz aykırıya,/ ayrıntıya,/ ayrıksıya,/ azınlığa tutkunuz”; Behçet Necatigil’in, “Paraya ne çevrilmez,/ biz onun peşindeyiz”; Halil Cibran’ın, “Arkana bakma…/ Kimin geldiği önemli değil,/ kimin gelmediği de,” ifadelerine değer verenlerin safında olmak onuruyla “Dûr bi nure/ Uzak ışıklıdır,” diyor ve ekliyoruz Edip Cansever’in dizelerini:
“İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz/ Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka/ Coşkuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu...”
“İyi de 14 Mayıs seçimlerinde oyumuz kime” mi?
Yanıtımız da Vítězslav Nezval’ın şiirinde:
“Ben oyumu Devrim’den yana kullanıyorum/ (Ben, mutluluğun ölümcül gereksinimini duyanlardanım)/ İnsafsız beyinlere, daha çok zenginlik biriktirenlere/ Ve hayatı yok edenlere karşı.”
18 Nisan 2023, 14:14:29, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:262, Mayıs 2023 sayısında çıkacak…
[1] Zygmunt Bauman.
[2] Hicri İzgören, “Siyasette Zihniyet Değişimi Gerek”, Yeni Yaşam, 9 Mart 2023, s.9.
[3] Şükran Soner, “Millet Cephesinin Önlenemez Yükselişi”, Cumhuriyet, 11 Mart 2023, s.9.
[4] Şükran Soner, “Sandıktaki Oyumuz En Değerli Gücümüz!”, Cumhuriyet, 28 Mart 2023, s.9.
[5] Zafer Arapkirli, “Sol’un Önünü Açma Fırsatı”, Birgün, 31 Mart 2023, s.7.
[6] Özgür Müftüoğlu, “Değişimin Öznesi Emek ve Özgürlük İttifakı’dır!”, Yeni Yaşam, 11 Mart 2023, s.4.
[7] Özgür Müftüoğlu, “Yaklaşan Seçimler ve Emek ve Özgürlük İttifakı”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2023, s.8.
[8] Merdan Yanardağ, “Tarihin Çağrısı ve Seçimler”, Birgün, 26 Mart 2023, s.5.
[9] Veysi Sarısözen, “Reformizmin İki Yönü”, Yeni Yaşam, 10 Mart 2023, s.10.
[10] Hasan Durkal, “Deprem, Hegemonya ve Restorasyon”, Yeni Yaşam, 7 Mart 2023, s.9.
[11] Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği, çev: Asım Bezirci-A. Kadir, Evrensel Basım Yay., 1997.
[12] İklim Öngel, “Seçimde Paramiliter Tehlike”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2023, s.9.
[13] Tevfik Kızgınkaya, “Prof. Dr. Korkut Boratav ile Söyleşi”, “Atatürkçü Düşün Dergisi, No:150, Ocak-Şubat-Mart 2023.
[14] Ayşe Düzkan, “hazır mıyız arkadaşlar?”, 3 Nisan 2023… https://yeniyasamgazetesi4.com/hazir-miyiz-arkadaslar/
[15] Ergin Yıldızoğlu, “Seçimler ve Yapışkan Statüko”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2023, s.9.
[16] Merdan Yanardağ, “Türkiye’nin ve Solun Önünü Açmak”, Birgün, 19 Mart 2023, s.5.
[17] Naomi Klein, Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi, çev: Selim Özgül, Agora Yay., 2010
[18] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[19] V. İ. Lenin, Marks-Engels-Marksizm, çev: Vahap Erdoğdu, Sol Yay., 1976, s.285-304.
[20] V. İ. Lenin, Tüm Yapıtları, C:30, 4. Rusça baskısı, Moskova, s.40.
[21] Rosa Luxemburg, Rus Devrimi, çev: Cangül Örnek, Yazılama Yay., 2009
[22] Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İletişim Yay., 2008
[23] Anthony Burgess, Otomatik Portakal, çev: Aziz Üstel, Bilgi Yay., 1973.
[24] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1969, s.39.
[25] Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, çev: Bayram Doktor, Burhan Yay., 1984.
[26] Sinan Çiftyürek, “2023 Seçimleri ve Kürt Siyaset Stratejisi -1”, 24 Mart 2023… https://rojnameyanewroz3.com/p27851/
[27] “TKH: Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı Konusunda Komünistlerin Tutumu Nettir: Değiştirirse Düzeni Sol Değiştirir!”, 12 Mart 2023… https://gazetemanifesto.com/2023/tkh-kilicdaroglunun-adayligi-konusunda-komunistlerin-tutumu-nettir-507466/
[28] Merdan Yanardağ, “Memleketin Namusu ve Sol”, Birgün, 12 Mart 2023, s.5.
[29] Demir Küçükaydın, Altılı Masa’nın Bize Değil, Bizim Altılı Masa’ya İhtiyacımız Var”, 11 Ocak 2023, https://demirden-kapilar.blogspot.com/
[30] İ. Metin Ayçiçeği, “Değinmeler -2”, 8 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/deginmeler-2-i-metin-aycicek/
[31] Bilge Karasu, Altı Ay Bir Güz, Metis Yay., 2016, s.16.
[32] İklim Öngel, “Erkan Baş: İlk Turda Birleşelim”, Cumhuriyet, 13 Mart 2023, s.9.
[33] “TİP, HDP’nin Ortak Liste Önerisine Şerh Koydu”, 12 Mart 2023… https://www.nupel.tv/tip-hdpnin-ortak-liste-onerisine-serh-koydu-kilicdaroglunun-adayliginin-da-desteklenmesi-gerektigini-duyurdu-268293.html
[34] Ş. Can Atalay, “Başkasına Değil, Bay Kemal’e Yenilmek”, Birgün, 19 Mart 2023, s.10.
[35] “SOL Parti İttifak Kararını Açıkladı”, 24 Mart 2023… https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/sol-parti-ittifak-kararini-acikladi-7631733/
[36] Hayri Kozanoğlu, “6 Mart Çadır Tiyatrosu”, Birgün, 7 Mart 2023, s.10.
[37] “HKP’den Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adaylığına Destek”, 14 Mart 2023… https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/hkpden-kemal-kilicdaroglunun-adayligina-destek-7620811/
[38] “Mustafa Kemal Atatürk, kendi yurdunda onuruyla yaşamaktan başka çaresi olmayanlarındır. Mücadele azminizi kaybetmeyin. Devrimi unutmayın. Onu devrimle hatırlayın.” (Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Kasım Açıklaması, Zülâl Kalkandelen, “Solda Tarihsel Gelişmeler”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2022, s.4.)
[39] “TKP Seçim Tavrını Açıkladı: Kemal Kılıçdaroğlu’na Destek Kararı”, 15 Mart 2023… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/tkp-secim-tavrini-acikladi-kemal-kilicdarogluna-destek-karari-2061180
[40] “Kemal Okuyan: Oyumuzu Erdoğan’a Karşı Kullanacağız!”, 10 Mart 2023… https://hafizagazetesi.com/oyumuzu-erdogana-karsi-kullanacagiz-kemal-okuyan/
[41] “TKP Seçim Tavrını Açıkladı”, 15 Mart 2023… https://gazeddakibris.com/tkp-secim-tavrini-acikladi-kilicdarogluna-oy-verilmesi-cagrisi-yapildi/
[42] Ogün Akaya, “TKP: Kemal Kılıçdaroğlu’na Oy Vereceğiz”, 9 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/tkp-kemal-kilicdarogluna-oy-verecegiz-haber-1612571
[43] Enver Aysever, Soldan Bakış @SoldanBakiss 31 Mart 2023.
[44] “SMF: 14 Mayıs 2023 Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine İlişkin Tavrımız”… https://www.sosyalistmeclisler.net/14-mayis-2023-parlamento-ve-cumhurbaskanligi-secimlerine-iliskin-tavrimiz/
[45] 25 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/fatih-mehmet-macoglu-kilicdaroglunu-destekleyecegini-acikladi
[46] “AABK: Oylar, Milletvekilliğinde Emek ve Özgürlük İttifakı’na, Cumhurbaşkanı’nda İse Kılıçdaroğlu’na”, 23 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/aabk-oylar-milletvekilliginde-emek-ve-ozgurluk-ittifakina-cumhurbaskaninda-ise-kilicdarogluna/
[47] “Kürt Seçmen Erdoğan’ı Göndermek İstiyor”, 14 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/kurt-secmen-erdogani-gondermek-istiyor
[48] Gamze Kolcu, “Sancar: Gelin, İlk Turda Kazanalım”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2022, s.4.
[49] https://www.youtube.com/watch?v=_nyo-d2J4n4
[50] “HDP’li Sırrı Sakık, Sırrı Sakık, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, verdiği sözleri Türkiye toplumuna açıklaması gerektiğini söyledi.” (“Sakık: Kılıçdaroğlu Kapalı Kapılar Ardında Verdiği Sözleri Kamuoyu İle Paylaşmalı”, 6 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdpli-sirri-sakik-kilicdaroglu-kapali-kapilar-ardinda-verdigi-sozleri-kamuoyu-ile-paylasmali/)
[51] Veysi Sarısözen, “Yeşil Sol: Üçüncü Yol”, 9 Nisan 2023… https://yeniyasamgazetesi4.com/yesil-sol-ucuncu-yol/
[52] Emre Kongar, “CHP, Hem Atatürkçü Hem de Sosyal Demokrat Bir Partidir 13-1”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2022, s.2.
[53] Hakan Tahmaz, “Seçime Barış Açısından Bakmak”, 17 Mart 2023… https://www.politikyol.com/secime-baris-acisindan-bakmak/
[54] Ziya Ulusoy, “İktidar Mücadelesi ve Bizim Cephe”, 11 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/iktidar-mucadelesi-ve-bizim-cephe-ziya-ulusoy/
[55] “HDP Bileşenlerinden Sosyalist Parti ESP”, 26 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdp-bilesenlerinden-sosyalist-parti-esp-milletvekilliginde-oyumuz-yesil-sol-partiye-baskanlik-icin-oy-kullanmayin/
[56] Hüseyin Şenol, “Yok Aslında Birbirlerinden Farkı”, 9 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/yok-aslinda-birbirlerinden-farki-huseyin-senol/
[57] “Komün Seçim Tutumunu Açıkladı”, 1 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/komun-secim-tutumunu-acikladi/
[58] “Çözüm Adresi TBMM’dir”, Cumhuriyet, 21 Mart 2023, s.5.
[59] “İstanbul Hedefi En Az 20 Vekil”, 14 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/istanbul-hedefi-en-az-20-vekil/
[60] “Yeşil Sol Parti’de Hedef Yüzde 20”, 29 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/yesil-sol-partide-hedef-yuzde-20
[61] Özgür Paksoy, “Yeşil Sol Parti: İkinci Yüzyılı Demokratik Cumhuriyet Yüzyılı Yapacağız”, 30 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/yesil-sol-parti-ikinci-yuzyili-demokratik-cumhuriyet-yuzyili-yapacagiz/
[62] Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki ayrı seçim listesi için “Bu siyasi karar, en azından ittifak oluşturulurken ki o heyecanını, o coşkusunu, umudunu karşılamıyor,” (Roni Aram, “Onur Hamzaoğlu: 2015’te AKP’yi Gerileten Sinerji Şansına Bugün de Sahip Olabilirdik”, 6 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/2015te-akpyi-gerileten-sinerji-sansina-bugun-de-sahip-olabilirdik/) diyen YSP’nin İstanbul 2. Bölge 4. sıradan aday gösterdiği Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Yüksek Seçim Kurulu’na kendi bilgisi dışında başvuru yapıldığını ve milletvekili adayı olmadığını açıkladı. (“YSP’nin Aday Listesindeydi: Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’ndan Sürpriz Çıkış”, 11 Nisan 2023… https://www.birgun.net/haber/yesil-sol-parti-nin-aday-listesindeydi-prof-dr-onur-hamzaoglu-ndan-surpriz-cikis-428622)
[63] Ali Saim, “İttifaklar Meselesine Devrimci Bakış”, Politika Gazetesi, Yıl:9, No:85, 27 Mart 2023, s.5.
[64] “Bakırhan: Mansur Yavaş aday Olursa Asla Oy Vermeyiz”, Birgün, 26 Kasım 2022, s.9.
[65] Mustafa Sönmez @mustfsnmz, 7 Nisan 2023.
[66] Temel Demirer @temeldemirer, 10 Nisan 2023.
[67] “Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ın İfadeleri”, 23 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/ayhan-bilgen-ve-altan-tanin-ifadelerinin-hdplilerin-tutukluluguna-gerekce-olarak-kullanildigi-ortaya-cikti/
[68] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977.
[69] Zülal Kalkandelen, “… ‘Yetmez Ama Evetçiler’ Yetti”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2022, s.6.
[70] “Çandar: “HDP’de Sol Kuruluşlar Da Var Ama Biraz Dekorasyon Gibi”, 15 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/cengiz-candar-hdpde-sol-kuruluslar-da-var-ama-biraz-dekorasyon-gibi-partiye-nerden-bakarsaniz-kurt-partisi/
[71] Ceren Bayar, “Çandar: Faşizan Zihniyetli Kesimden Gelen Eleştiriler Umurumda Değil”, 10 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/candar-fasizan-zihniyetli-kesimden-gelen-elestiriler-umurumda-degil-haber-1612778#
[72] “Cengiz Çandar:Birlikte Başaracağız…”, 6 Nisan 2023… https://t24.com.tr/haber/cengiz-candar-yesil-ve-sol-parti-nin-milletvekili-adayligi-teklifini-kabul-etti-birlikte-basaracagiz,1102686
[73] Sürur Öztürk @sururozturk 14 Nisan 2023… https://twitter.com/sururozturk/status/1646654806377787393
[74] Temel Demirer @temeldemirer… 12 Nisan 2023… https://twitter.com/temeldemirer/status/1646017860823662592
[75] 14 Nisan 2023… https://www.gazeteduvar.com.tr/hasan-cemal-meclis-acilisinda-frak-giyecegim-ataturkten-gelen-bir-gelenek-haber-1613472
[76] Hasan Cemal, “Hayata Yeni Bir Başlangıç”, 10 Nisan 2023… https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/hayata-yeni-bir-baslangic,39510
[77] Hasan Cemal, “Dönüm Noktası...”, 17 Şubat 1999… https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/donum-noktasi-5256726
[78] “Hasan Cemal’den Yetmez Ama Evet Savunması”, 18 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/hasan-cemalden-yetmez-ama-evet-savunmasi-darbecilere-karsi-erdoganin-tarafini-tuttum-cunku-adam-iyi-seyler-yapiyordu/
[79] “Bu iki adayın bir başka ortak özelliği de AKP yani Erdoğan tarafında yürütülen çözüm sürecini desteklemiş olmalarıdır. Bugünkü politik süreçte bu iki ismin ön plana çıkartılması, Kürt sorunun çözümünde atılacak adımlara bağlı olarak devletle olan bağları ve uluslararası ilişkilerdeki rolleri ile ilişkili olduğu söyleniyor.” (Mustafa Peköz, “Hasan Cemal’e ve Cengiz Çandar’a Biçilen Rol Nedir?”, 16 Nisan 2023… https://www.dokuz8haber.net/dr-mustafa-pekoz)
[80] 16 Nisan 2023… https://odakdergisi2.com/hdp-icindeki-sola-dekorasyon-diyen-candardan-tepkiler-sonrasi-yeni-aciklama-dekorasyon-guzellestiren-bir-seydir/
[81] “Gültan Kışanak’tan ‘TİP’ Eleştirisi: Ortak Liste De Olmayacaksa Bu Seçim İttifakı Değil”, 3 Nisan 2023… https://serbestgorus.com/2023/04/gultan-kisanaktan-tip-elestirisi-ortak-liste-de-olmayacaksa-bu-secim-ittifaki-degil/
[82] Orhan Bursalı, “Sol İttifaklar Ne Yapar?”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2023, s.6.
[83] Tuluhan Tekelioğlu, “AKP ve MHP’den Bize Gelenler Var”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2023, s.4.
[84] Erkan Baş, 24 Mart 2023 @tipgenelmerkez
[85] “Eski TİP’li Oya Baydar’dan ‘Yeni’ TİP’e Sorular”, 5 Nisan 2023… https://politikahaber.com/eski-tipli-oya-baydardan-yeni-tipe-sorular/
[86] Mahmut Mutman, “Levent Köker: TİP’in Son Seçimi”, 8 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/tipin-son-secimi-mahmut-mutman/
[87] İrfan Aktan, “TİP’in Tercihi ve Açmazları”, 5 Nisan 2023… https://www.avrupademokrat2.com/tipin-tercihi-ve-acmazlari-irfan-aktan
[88] “Erkan Baş: Erdoğan Tahmin Bile Edemeyeceği Kadar Ağır Bir Yenilgi Alacak”, 13 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/erkan-bas-erdogan-tahmin-bile-edemeyecegi-kadar-agir-bir-yenilgi-alacak
[89] Zülal Kalkandelen, “Sosyalist Soldaki Bölünmüşlük”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2023, s.5.
[90] Ayşe Hür @HurAyse 26 Mart 2023 https://twitter.com/HurAyse/status/1639992912854302723?s=20
[91] “HDP, İlk Kez Bir Askeri Anlaşmaya ‘Hayır’ Demedi”, 31 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdp-ilk-kez-bir-askeri-anlasmaya-hayir-demedi/
[92] TİP, NATO’nun genişleme politikaları kapsamında Finlandiya’nın üyeliğe kabul edilmesiyle ilgili TBMM’nde yapılan oylamaya katılmaması 68’li devrimciler tarafından protesto edildi. “68’liler olarak en hassas olduğumuz noktadan bakarak NATO’yu ve Amerikan emperyalizmini desteklemek anlamına gelebilecek bu gaflet hâlini şiddetle protesto ediyoruz.” (“68’lilerden TİP’e NATO Uyarısı...”, 15 Nisan 2023… https://www.odatv4.com/guncel/68-lilerden-tip-e-nato-uyarisi-listede-kimler-var-280613)
[93] Yasin Durak, “TİP’in NATO Yanlışı”, Birgün, 5 Nisan 2023, s.7.
[94] Gazete Pencere, 15 Nisan 2023… https://www.gazetepencere.com/dogu-perincek-oruc-cok-tuttum-5-vakit-namaz-kilmadigimi-durustce-soyluyorum/
[95] “Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’ndan 7 Maddelik Karar”, Kurdistan24… https://www.kurdistan24.net/tr/story/88018-K%C3%BCrt-%C3%96zg%C3%BCrl%C3%BCk-ve-Demokrasi-%C4%B0ttifak%C4%B1%E2%80%99ndan-7-maddelik-karar
[96] “Akdeniz’den ‘Kürdi İttifak’ Değerlendirmesi: Bizim Açımızdan İyi Olmaz”, 5 Nisan 2023… https://www.dokuz8haber.net/emep-liderinden-kurdi-ittifak-degerlendirmesi-bizim-acimizdan-iyi-olmaz
[97] Mehmet Emin Kurnaz, “Bülent Forta: Yeni Bir Cumhuriyet”, Birgün, 29 Ekim 2022, s.16.
[98] Merdan Yanardağ, “Solda Türk Kompleksi!”, Birgün, 30 Ekim 2022, s.5.
[99] Barış İnce, “Artık Cumhuriyet Biziz”, Birgün, 29 Ekim 2022, s.7.
[100] Güven Gürkan Öztan, “100. Yılına Doğru Cumhuriyet ve Sol”, Birgün, 29 Ekim 2022, s.5.
[101] “Üçüncü yol, ezilenleri, ötekileri, bürokratik siyasi mekanizmanın barındırmadığı toplumsal grupları örgütleyebilmek; dikey hiyerarşik, otoriter, cinsiyetçi, emek ve doğa karşıtı yapının lağvedilmesi üzerine mutabakata varılarak ortak bir mücadelenin verilmesi, mevcut siyasal sistemin yapı söküme uğratılması demektir. Herhangi bir mücadele ayağının merkezi düsturu oluşturması sakıncalı bir yaklaşım olacağı gibi, mutabakatı bozacak, siyaseti bürokratikleştirecek ve toplumdan kopuk bir hâle getirecektir; bununla beraber yürütülen siyasetin kolektif irade inşasında esnek olması gerekmektedir. Üçüncü yol ne aşırı sağcılarca istismar edilebilecek bir kavram, ne de yabancılaşmış siyasetin devamcısı olabilecek bir düşüncedir; ezilen, ötekileştirilmiş bütün toplumsal kesimlerin ortak mücadelesidir.” (Ilgar Akansel, “Üçüncü Yol Ne Değildir?”, Yeni Yaşam, 6 Mart 2023, s.11.)
[102] Kaldıraç, “Seçim, Seçim Süreci ve Devrimci Tutum”, 5 Nisan 2023… https://kaldirac3.org/secim-secim-sureci-ve-devrimci-tutum/
[103] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977.
[104] yage, s.169.
[105] yage, s.81.
[106] John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, Agora Kitaplığı, 2007, s.124.
[107] yage, s.126.
[108] yage, 2007, s.124.
[109] György Lukács, Lenin’in Düşüncesi-Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998.