“Bir insanın gerçek değeri,

sahip olduğu vicdanın

derinliğinde yatar.”[1]

Öncelikle hatırlatmak için aktararak başlayalım!

Albert Schweitzer’in, “Yaşama saygı en yüksek temyiz mahkemesidir”…

Richard Dawkins’in, “Bir türü, diğer bir türden üstün kılacak hiçbir nesnel dayanak yoktur”…

Gary Yourofsky’un, “Siyasi ve dini dogmalar aksini iddia etse de hayvanlar bize ait değildir. Onlar eşya ya da mal değildir. Hissetmek ve düşünmekten aciz yaratıklar değildir”…

Jacques Derrida’nın, “İnsan olmayan tüm canlıları tek bir kategori altında toplamak, öncelikle, aptalca bir tutumdur, teorik açıdan saçmalıktır ve tam da insanların hayvanlara uyguladığı gerçek şiddete iştirak etmek demektir”…

Yine Richard Dawkins’in, “Hayvanları birbirinden kopuk türlere ayırmayı seçenler bizleriz”…

Steve Best’in, “Hayvan özgürlüğü, insanlardan diğer hayvanlardan üstün olduğu şeklindeki inançlarından vazgeçmelerini ve türler arasındaki Berlin Duvarı’nı yıkmalarını talep ediyor”…

Peter Singer’in, “Kendi türümüzle ilişkilerimizde eşitliği sağlam bir ahlâki temel olarak görüyorsak, kendi türümüzden olmayanlarla, yani insan dışı canlılarla olan ilişkilerimizde de eşitliği ahlâki bir temel olarak kabul etmemiz gerekir”… “Hayvanların hissettiği acıyı insanların hissettiği aynı miktardaki acıdan daha önemsiz görmenin hiçbir ahlâksal gerekçesi olamaz”…

Sevgi Soysal’ın, “Bir kedi her zaman güzeldir. Açlık, tokluk, aşk, nefret tanımayan sürekli bir güzellik”…[2]

Amos Oz’un, “Bir kedi, onu sevmeyecek biriyle asla arkadaş olmaz. Kediler insanlarda yanılmazlar”…[3]

Mina Urgan’ın, “Kedilere tutkuyla bağlananlar, öteki insanlardan bambaşka bir soydandır bana kalırsa. Bu soy, gerçekten soylu bir soydur”…

James Cromwell’in, “Ben bir hayvan hakları aktivistiyim, çünkü diğer türlere karşı bu şekilde davranmaya devam edersek bir gezegenimiz olmayacağına inanıyorum”…

Yerli Atasözü’nün, “Her şey aynı nefesten alır; hayvanlar, ağaçlar, insanlar... Hayvanlar olmazsa insanlar ne yapar? Bütün hayvanlar gitse insanların bilinci büyük bir yalnızlığa boğulur; insanlar yalnızlıktan ölür,” saptamalarına; hayvanlara yönelik nefret ve şiddetin derinleştiği bu dönemde ve içinden geçtiğimiz karanlık dönemi simgeleyen; özellikle de sokak hayvanlarına yönelen sözel ve fiili birçok vahşete tanıklık ettiğimiz günlerde büyük değer atfediyoruz…

Kolay mı?

AKP iktidarı ile yandaşları, hedef hâline getirdiği sokak hayvanlarını yasa tasarısıyla katletmek isterken; yaşamı savunanların “İtperest”, “Köpektapar”, “Köpeksevici”, “Kadıköy marjinalleri” vb’i sıfatlarla mahkûm edilmeye kalkışıldığı günlerde August Landmesser’in, “Gücü gördüğünüzde aldığınız pozisyon ahlâkınızı belirler,” uyarısı haklı ve haksız arasındaki ayrımı çok net çizgilerle saflaştırıyor.

Tam da burada Milan Kundera’nın, ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki önemli karakterlerden ‘Köpek Karenin’i anımsamamak mümkün değil.[4] Adını Lev Tolstoy’un Anne Karenina’sından alan Karenin, Tereza’nın sevgili köpeği, bu ikisi arasındaki ilişki de romanın ana temalarını derinleştiren önemli unsurlardan biridir; Karenin bir köpek olarak, bize sevgiyi, sadakati, güvenmeyi, var oluşu, ölümü, kaybetme korkusunu, acı çekmeyi ve daha bir sürü şeyi hissettirir.  Ve hayvanların da insanlar gibi hisli canlılar olduğunu “es” geçenlere çok şey anlatır: Elbette anlayanlara!

Şunu görmek ve göstermek gerek: Masum canları öldürmeyi planlayan ve bunu destekleyen herkes sorgulanması gereken sorumlulardır!

Kim inkâr edebilir? Tüm canlılar bizim bir parçamız. Onlardan bizde, bizden onlarda bir sürü özellik var.

Canlılık büyük bir havuz; milyonlarca yıl öncesinden beri gen alışverişi yapmışız ve bu süreç sürüyor.

40 bilimcinin imzaladığı ‘New York Hayvan Bilinci Bildirgesi, “Bugüne dek iç dünyaları olmadığı düşünülen sürüngenler, balıklar, böcekler ve daha başka hayvanlar için de ‘bilinçli deneyim olasılığının’ söz konusu olduğu, kuşlar ve memelilerde bilinci destekleyici “güçlü bilimsel kanıtların” bulunduğu”nu duyuruyor. (Nature)

“Canlıların bu tür deneyimleri çevresindeki dünyayı koklama, tatma, işitme ya da dokunmanın yanı sıra, korku, hoşlanma ya da acı duymayı içeriyor -özünde, o hayvan olmanın nasıl bir şey olduğunu yansıtıyor.”[5]

Özetle onlar hakkında karar vermeye kalkışırken; bin kez düşünmemiz gerekir. Ancak bunun coğrafyamızda kolay olmadığı çok açık!

Çünkü hayvanların yaşama hakkını, sokakta kadın öldüren erkek sayısının, sokakta insana saldıran köpek sayısından fazla olduğu gerçeğini haykırarak savunmak zorunda kalacak kadar korkunç bir iklime hapsedildik!

Oysa istatistiklere göre Türkiye’de 2023’de 46 kişi köpek saldırısı veya köpeklerin neden olduğu kazalar sonucu yaşamını yitirdi. Buna göre, bir köpek saldırısına kıyasla, bir iş kazasında ölme riskiniz 60 kat, silahlı bir saldırıda ölme riskiniz 76 kat ve bir trafik kazasında ölme riskiniz ise 218 kat daha yüksekken;[6] coğrafyamızda hâlâ iş güvenliği, bireysel silahlanma veya kural tanımayan şoförler sorununu değil, “başıboş köpek” meselesi konuşuluyor; ne hazin değil mi?!

* * * * *

Şiddet kapitalist dünya gibi (ve hatta daha da fazlası!) coğrafyamızın gündemi!

Şiddeti önleyecek, caydırıcı olacak cezalandırmalar yerine katiller ödüllendiriliyor, yüceltiliyor. Şiddet kutsanıyor.

Kaybedilen insanlar listesi, istismara uğrayan çocuklar, işkence görenler ya da toplatılıp barınaklarda işkence gören hayvanlar, hunharca katledilen köpekler… Ve daha da fazlası!

Bu tabloda Gary Yourofsky, “Hayvanlara yapılanların dünyanın en kapsamlı soykırımı ve kölelik türü olduğundan hiç şüphem yok. Ve gün gelecek bugün hayvanlara yapılanlara; geçmişte siyahi insanlara, çocuklara, kölelere, kadınlara ve azınlıklara yapılanlara baktığımız gibi aynı iğrençlikle bakacağız,” derken; Etienne de La Boétie, “İnsanlar sağır olmasalardı, hayvanların ‘Yaşasın özgürlük!’ diye bağırdıklarını işitirlerdi,” Isaac Bashevis Singer ise “Hayvanlar için bütün insanlar bir Nazi; hayvanlar için bu, sonsuz Treblinka’dan başka bir şey değil,” diye eklerler![7]

Aslı sorulursa hayvan dünyası, kapitalizmin biçimlendirdiği insan(cık) dünyasından çok ama çok daha masumdur.

* * * * *

İyi de “Ne oluyor” mu?

Tam da Angela Davis’in, “Hiyerarşinin en altında yer alan insanlara davranışımız ile hayvanlara uyguladığımız muamele arasında sıkı bir bağ var,” ifadesindeki hâl!

Veya Steve Best’in, “Kürk çiftlikleri, sınaî çiftlikleri, hayvan deneyleri vs. terörist endüstrilerdir; bu endüstrileri destekleyen devletler de terörist devletlerdir,” saptamalarında formüle ettikleri” şey”!

Şu bir gerçek: AKP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduğu sokak köpekleriyle ilgili yasal düzenlemede müthiş bir algı operasyonu yapılıyorken; Konya’da olduğu gibi yetersiz ve eğitimsiz personeli ile hayvan hapishanelerinde köpekler öldürülüyor.

Oysa Adalet istatistikleri, asıl tehlike altında olanın AKP ve yandaşlarının hedefe koyduğu sokak hayvanları olduğunu gösterdi. 2023’te Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında açılan dosya sayısı 4.123, suç sayısı ise 5.570 oldu.

1 Temmuz 2004 tarihinde yürürlüğe giren ve “Hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamayı” amaçlayan yasa binlerce kez ihlâl edildi.

Hayvanlara kötü muamele eden kişiler hakkında açılan 4 bin 123 soruşturma dosyasındaki şüpheli sayısı, 5 bin 134 oldu. Dosyalardaki suç sayısı ise 5 bin 570 olarak kayıtlara geçti. 2023’de hayvanlara karşı suç işlediği gerekçesiyle hakkında Cumhuriyet başsavcılıklarında dosya açılan 5 bin 134 kişiden 2 bin 176’sının dosyası hakkında, “Kavuşturmaya yer yoktur” kararı verildi! Toplam bin 149 hakkında ise kamu davası açıldı![8]

* * * * *

Bertolt Brecht’in, “Eğer iyiliğe talep yoksa hiç kimse uzun süre iyi olamaz,” uyarısını “es” geçen kapitalist insan(sız)lık suçlardan birisi de, üzerinde tahakküm kurmaya çalıştığı kendi dışındaki canlılara karşı güç gösterisi sergilemesi. Diğer bir ifadeyle doğaya uyguladığı tarifeyi tekrarlayarak hayvanları tüketme yoluna girmesi.

İnsan doğanın, hayvanların ve dünyanın yalnızca kendisine ait olduğunu düşünmeye başladığında ölçüyü kaçırıp talan ve katliamlara girişti. Doğayı ve hayvanları gözüne kestirip hemen her konuda olduğu gibi burada da tüketime yönelen insan, türcülüğe de hız verdi. Bu durum giderek ekolojik, sosyal ve ahlâki bir mesele hâline geldi. Daha doğrusu bir krize dönüştü.

Peter Singer, ‘Hayvan Özgürleşmesi, Hemen Şimdi’de[9] hayvanlar için bir adalet çağrısında bulunur. Kitap için giriş yazısı kaleme alan Yuval Noah Harari de, “Tarihin esas mağdurları” dediği hayvanlara karşı işlenen suçları hatırlatır.

Bu konuda Singer, “Çoğu insan türcüdür” derken; buna “Acı çektiren” ve “Kendi çıkarlarını hayvanların haklarından ve özgürlüğünden önde gören” ifadelerini de ekleyebiliriz. Hayvanların bilincini, benliğini ve duygularını yok sayan bir türcülük bu. Başka bir deyişle hayvanların kişiliğini, dilini ve yaşam hakkını kasıtlı olarak önemsizleştiren ve görmezden gelen bir marifet!

Sokakta yaşayan ve “insan için tehlike oluşturduğu” söylenen, deneylerde kullanılan ve endüstriyel çiftliklerde faydalanılan hayvanların tamamı, bahsedilen türcülüğün cefasını çekiyor. Kafeslerdeki tavuklar, havuzlardaki balıklar, duvarların ardına hapsedilen domuzların yanı sıra etinden, sütünden ve derisinden yararlanmak üzere üretilen buzağılar, inekler, zapturapt altına alınan mandalar vd. hep bu türcülükten muzdarip.

“Önce insan gelir”, “doğa ve doğadaki her şey insan içindir” anlayışı, hayvan sömürüsünün önünü açan türcülüğün esas dayanağı. Bunun “doğal” sonuçlarından biri, duyarsızlaşma ve hayvanların haklarını önemsizleştirme. Hatta hayvanlar için hiçbir şey yapmama. Daha da ötesi herhangi bir tatmin için hayvanlara ıstırap verme ve onları öldürme…[10]

* * * * *

İnsanlarla köpekler arasındaki ilişki 15 bin yıl öncesine dayanıyor. Önümüzdeki çağlarda da devam edecek. İnsanlık tarihine vahşetle leke sürmüş olanlar da, bir canı kurtarmak için varını yoğunu ortaya koyanlar da tarihteki yerini alacak.

Sokak hayvanları ile ilgili tartışmalar aslında AKP ile başlamadı. Hem Osmanlı İmparatorluğu döneminde hem de Cumhuriyet döneminde bu konu defalarca tartışıldı ve rezil uygulamalar hayata geçirildi. Sokak hayvanlarının katlini savunanlar bugün olduğu gibi dün de azınlıktaydı.

Ömer Obuz’un ‘Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye-Kediler, Köpekler, Kargalar’[11] başlıklı yapıtında işaret ettiği üzere sokak hayvanlarına karşı dönem dönem savaş ilan edilmesi bu toprakların gerçeği…

Steve Best’in, “Eğer tarih efendiler ve köleler arasında bir mücadele ise; insanlar efendidir, hayvanlar ise köle.” “Tarih, insanların hayvanları sömürüp katletmesi, ardından diğer insanlara hayvanmış gibi davranıp aynısını onlara yaptığını gösteren bir kalıbın varlığını ortaya koyuyor,”[12] saptamasını sınıflı sömürü toplum pratiği açısından yaşa(tıla)nlar doğrularken; yüzyıllardır sokaklarımızı köpekler ile paylaştığımız bu coğrafyada dönem dönem köpekler yok edilmeye çalışılmış, toplu katliamlar yapılmıştır. Lubenau’nın anlatımına göre 1587-1589 kesitinde Nasuh Paşa köpeklerin toplanıp Üsküdar ve Kadıköy’e atılması emrini verdi.

Yenilikçi padişah olarak anılan II. Mahmud döneminde İstanbul’un köpeklerine savaş açıldı. Robert Walsh’ın anlatımına göre hayvanlar topluca zehirlendi, halkın tepkisi üzerine bu uygulamaya son verildi. Geriye kalan köpekler Üsküdar ve Kadıköy’e götürüldü ve halkın burada köpekleri beslemesine izin verildi. 1910’da şehirleri modernleştirme planı yüzünden köpekler yine hedef alındı ve Hayırsız Ada katliamı yaşandı. 80 bin köpeğin zulmedilerek toplanıp Hayırsız Ada’da ölüme terk edildiği bu olay günümüzde hâlâ hatırlanan toplumsal bir travmaya dönüştü.

Özetle köpeklere karşı katliamcı politikalar özellikle II. Mahmud döneminde kurumsallaştı. Bu dönemde köpekler toplatılıp katledildi. Hatta kimi yazarlar Yeniçeri Ocağı’nı kapatan padişahın, köpeklerle ilgili neden adım atmadığını sorguluyor. II. Mahmud devrinde İstanbul’da toplanan köpeklerin bir kısmı Büyükada, Üsküdar, Kadıköy gibi yerlere sürülüyor. Bakkallarda üretilen zehirli sucuklar da köpeklerin katledilmesi için bir yöntem olarak kullanılmaya başlanıyor. 

2 Nisan 1910 tarihine vurgu yapmak şart. Köpek katliamıyla ilgili dünya tarihine geçmiş bir gün diyebiliriz...

İstanbul Belediyesi, aldığı kararla birlikte sokakların köpeklerden temizlenmesi için harekete geçiyor. Yaklaşık 2 ayda 5 bin civarında köpek toplanıyor. Birkaç hafta sonrasında ise 50 bin civarındaki köpek Sivriada/Hayırsızada’ya götürülüyor. Hayırsızada’da yaşananlar bugün dahi tüyler ürpertiyor.

Toplumda büyük bir acıya sebep olan bu politika ileriki yıllarda da devam ediyor. 1923 yılının başında dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ziya Bey, 15 bin civarı köpeğin öldürüldüğünü açıklıyor. Kimi zaman yöntemlerde de değişiklik yapıldığı görülüyor. Mesela havagazı ile hayvanların katledildiğini öğreniyoruz. Holokost’un ilk örneklerinden birisi köpekler üzerinde deneniyor. 

1918-1933 arasında 150 bin köpeğin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Tabii ki tüm bu katliamlar köpek popülasyonunda bir azalmaya sebep olmuyor. Bazı yöneticiler buna şaşırsa da, katliamın sürmesi için harekete geçiyor. Halkın da katliama katılması için kimi ödüller ilan ediliyor. 

Denilebilir ki, 2004’de çıkan Hayvanları Koruma Kanunu’na kadar sokakta yaşayan hayvanları öldürmek bir devlet politikasıydı. Belediyelerin “itlaf ekipleri” düzenli aralıklarla sokakta yaşayan hayvanları zehirlerlerdi ve bizler sokaklarda can çekişerek ölen hayvanlar görürdük.

2004’de yasanın çıkması ile belediyelere hayvanları aşılarını, tedavilerini yapma ve kısırlaştırarak aldığı yere bırakma zorunluluğu getirildi. 2011’de yeni bir yasa taslağı hazırlandı bu taslak hayvanların doğal yaşam alanları denilen yerlere bırakılacağını söylüyordu. Tepkiler üzerine yasa geri çekildi.

* * * * *

Sadri Alışık’ın, “Sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir”; Albert Schweitzer’in, “Ahlâk, kelimenin en geniş anlamıyla, canlı olan her şeye karşı duyulan sorumluluk demektir”; Albert Einstein’ın, “Köpekleri sevmeyen insanlara güvenmiyorum; fakat bir köpek bir insanı sevmezse, o köpeğin hislerine güvenirim,” vurguları eşliğinde bir parantez açıp, soruyoruz: İnsan da, hayvan da, ağaç da can değil midir?

Ya da İnsan-doğa ilişkisi dediğimiz şey nedir? Hayvanların da bu bütünün bir parçası olduğu ve onların da saygı ve sevgiyle muamele görmesi gerektiği düşüncesi ve pratiği değil midir?

Bu noktada Panait İstrati’nin, “İnsan olmak ve hayatı hayvanlardan daha az anlamak ne hazin şey,” vurgusu haksız mı?

Bitmek bilmeyen bir katliam döngüsü içine girdiğimizde, daha hayvanlar toplanırken sokaklarda öldürüldüğünde, bakımevlerinden her gün Konya’dan tanık olduğumuz görüntüler geldiğinde, hayvanlara yönelik nefret politikasının yasallaşmasından güç alan potansiyel katiller sokağa döküldüğünde meydana gelecek toplumsal travmayı iyileştirmenin imkânsız hâle gelme olasılığı ne kadar da korkunç, ve süreç içinde faşizm güzergâhına su taşıyorken…

Anatole France’ın, “İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz,” saptaması ile Fyodor Dostoyevski’nin,“Kimi zaman insanda ‘hayvanca’ bir zalimlik olduğu söylenir. Bu hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık, hakarettir. Bir hayvan asla bir insan kadar zalim olamaz. Bu zalimlik sadece insanda olur,” betimlemesi sarkacında 19 Nisan 2024’de yayınlanan ve yaklaşık 300 bilim insanı tarafından imzalanan New York Hayvan Bilinci Deklarasyonu, hayvanların neşe, acı, korku ve hatta empati gibi duyguları algılama ve deneyimleme yeteneğini vurguluyor. Bu duyarlılık, böceklerden balıklara ve ahtapot gibi daha karmaşık canlılara kadar birçok hayvan türünde gözlemlendi.

İsviçreli RTS medyasında yayınlanan habere göre bilim insanları, bilincin sadece insanlara özgü olup olmadığını sorguluyor. Bazı hayvanların, memelilerde bulunan neokorteks gibi kompleks beyin yapıları olmadan da duygu ve bilinç belirtileri gösterebildiği keşfedildi. Örneğin, kuşlar neokorteks olmamasına rağmen duyguları hissedebiliyor. Aynı şekilde, böceklerin de benzer hislere sahip olabileceği düşünülüyor.

2022’deki geniş çaplı bir çalışmada, böceklerin acıya karşı duyarlılıkları incelendi. Araştırma, hamam böcekleri ve sineklerin ağrılı bölgeleri ovuşturma gibi davranışlar sergilediğini, yaban arılarının ise sıcak yapraklardan kaçındığını ortaya koydu.[13]

Romain Rolland, “Özgür düşünceli bir insan için hayvanların çektiği acı, insanların çektiği acıdan daha katlanılamazdır. Zira ikincisinde, hiç olmazsa, çekilen acı lanetlenir ve neden olan suçlu ilan edilir. Oysa her gün binlerce hayvan en ufak pişmanlık duymadan, hiç lüzumu yokken katledilir. Birisi bundan söz edecek olsa alay edilir,” der ve ekler Tom Regan, “Hayvanlar da tıpkı insanlar gibidir ve onların yaşamlarında da arzu, hissediş, güdüler ve hafıza vardır tıpkı insanlarda olduğu gibi”; Elias Canetti de, “Kim ki hayvanlardan çok bahsediyorsa, insanlar adına utanıyordur,” diye…

* * * * *

İyi de “Çözüm ve Öneri” nedir? denilirse…

Öncelikle hiçbir sorunun kapitalizm koşullarında hayata mündemiç kalıcı çözümü yoktur ve ol(a)mayacaktır da! Ancak düzenin sınırlarında kimi öneriler sıralanabilir…

Jean-Jacques Rousseau, “Vicdanın sesinden daha yüksek bir ses yoktur,” uyarısından hareketle, yapılması gereken ilk şey hayvanların öldürülmesine asla izin verilmemesidir!

Günlerdir köpek sorununu tartışıyorlar: “Sokaktakileri ne yapacağız?” Akıllarına gelebilen tek yanıt: “İtlaf edelim!” …

İyi de hayvanlar bir suç da işlemedi ki, yok edilmeyi hak etsinler…

Çözüm: Sıkı ve yaygın bir aşılama ve kısırlaştırma; “Uyutmak”, cinayet demektir!

Tarım ve Orman Bakanlığı Yerel Hayvan Koruma Görevlisi ve Sokaktaki Patili Canları Yaşatma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Alper Karmış’a göre, “Devlet, sistematik olarak farklı tarihlerde köpekleri öldürme yöntemine gitmiş, ancak hiçbirinde başarı elde edemedi. En yakın tarihli olarak 30 sene önce belediyelerin bir kısmı zehirli etle bir kısmı da silahla öldürüyordu. Çözüm olmadığı anlaşıldı. Zaten bu olaylardan sonra 2002’de AKP tarafından mevcut yasa çıkarıldı. Sonra da güncellendi. Fakat bu güncelleme yapılırken meclise gittik ve milletvekillerine sunum yaptık. Öldürmenin doğru olmadığını anlattık. Şu anki şartlarda yapılabilecek en insani çözüm, kısırlaştırmadır. Biz mecliste kısırlaştırma seferberliğinin başlatılması gerektiğini, sahipli sahipsiz tüm köpeklerin kısırlaştırılması gerektiğini, cins köpek üretiminin durması gerektiğini, elindeki köpeklerden işine ‘yaramayanları’ ilçelere ve illere atan köylülere ve çobanlara müdahale edilmesi gerektiğini anlattık. Köy, mahalle, şehir demeden her yer kontrol altına alınmalı, cins hayvan üretimi mümkünse sonsuza kadar durmalı -çünkü istemeyen bir kitle de var-. Bunlar yapılmadan başarılı olunamaz.”[14]

Ayrıca Ankara Bölgesi Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Ahmet Baydın ise ülkede sokak hayvanlarına yetecek barınak kapasitesinin olmadığını belirterek, “Bu yasa teklifiyle hayvanlar barınaklara alınacak ve sahiplendirilmeyenler uyutulacak. Sahiplenilmeyen hayvanlar uyutulacaksa sağlıklı bir hayvanın öldürülmesi cinayettir… Bilimin gösterdiği tek yol kısırlaştırmadır,”[15] derken; coğrafyamızda her üç kişiden ikisi “kısırlaştırma” önerip, yüzde 53.7’si “Sokak hayvanlarının tehlikeli olduğunu düşünmediğini” ifade ediyor; yüzde 35.6’sı da hayvanların “rehabilite edilmesi gerektiği”ni savunuyor ve yüzde 67.2’si ise “çözümün kısırlaştırma olduğu”nu ifade ediyor.[16]

Ve bir ek daha: KONDA, sokakta yaşayan hayvanların katledilmesini kapsayan yasa teklifini halka sordu: Toplumun yüzde 15’i “gerekli hâllerde uyutulabilir” dedi. Toplumun yüzde 85’i yasaya karşı olduğunu ifade etti.[17]

Bu arada belirtmeden geçmeyelim: “Sokakta yaşayan canlarımız öldürülmesin” demek “sokaklarımız güvensiz olsun,” demek değildir. Durumu başkalaştırıp içinizdeki körelmiş vicdanınızı rahatlatmaya çalışmayın! 

Vicdanların sesini dinlemek istiyorsanız, öncelikle çocuk işçiliği sorununu Meclis’e getirin. İşçi Sağlığı ve İş Güvenli (İSİG) Meclisi’nin raporuna göre 10 yılda 14 yaş ve altı 234, 15-17 yaş arası ise 437 çocuk olmak üzere 671 çocuk işçinin hayatını kaybetti.

Her çocuğumuz bir candır, bir istatistik değil. Ama yüzlerce çocuğumuzun katledildiği sisteme müdahale etmek, hem de hiç bir canı yakmadan çözülebilir bir konu iken, çok daha öncelikli olması gerekmez miydi?

Sokakta hırçın ve sürü oluşturan köpeklerimizi kısırlaştırıp onları rehabilite edecek mekânların oluşması için bütçe oluştursanız, sorun falan kalmaz! Bu işi bütçesi sınırlı belediyelere yüklemek çözüm değil, çözümsüzlük üretir! 

* * * * *

Hızla sıralayarak noktalayalım…

“Çözüm “öldürmek değil!

Hayvanları sevmeyen insanları da sevemez!

Thomas Edison’un, “İnsanların hayvanlara karşı zalim olması, bir gün diğer insanlara da zalim olacağının işaretidir”; Thomas Mann’ın, “Tolere edilen şey kötülük olduğunda, hoşgörü bir suçtur!”; Arthur Schopenhauer “Hayvanlara karşı acımasız olan, iyi bir insan olamaz”; Lev Tolstoy’un, “Hayvan öldürmeden, insan öldürmeye sadece bir adım vardır; dolayısıyla hayvana işkence etmekle, insana işkence etmek arası da sadece bir adımdır,” ifadelerindeki üzere, hayvanlara kötülük yapmayı doğal sayan bir kişi, bilin ki onu insanlara da yapmaktan çekinmeyecektir.

İnsan doğanın sahibi değil, bir parçası. Böyle bakmazsak dünyamız çölleşecek, ıssızlaşacak.

Bir şey daha: “Bitkiler sahipsizdir, hayvanlar sahipsizdir, bebekler de sahipsizdir. Bu demektir ki herkese aittirler, herkese seslenirler. Bir bebeğe bakmak için onun anası babası olmak zorunda değiliz. Sahipsiz bir bebek herkeste sorumluluk uyandırır. Bizle birlikte yaşayan, kaderlerini ister istemez bizim kaderimize bağlamış hayvanlar için de durum farklı değildir.”[18]

Ve nihayet “Hayvan özgürlüğü derken insan özgürlüğünden söz ettiğimiz gibi söz ediyoruz. Hiç kimse fiziksel nesneleri köleleştiremez, baskı altına alamaz ya da sömüremez,” diyen Steve Best’in altını çizdiği gibi, “Hayvanlara saygı göstermek, bir nezaket meselesi değildir, bir adalet meselesidir,” vurgusunun altını çizer Jiddu Krishnamurti…

Lakin unutulmamalıdır ki, “Kapitalist devleti devirmedikçe hayvan soykırımı asla bitmeyecek,” saptamasıyla “olması gereken”i ifade eder Roland Vincent…

Ancak, ne, nasıl olursa olsun “Birgün insanların hayvanları öldürmeyi tıpkı insan öldürmek gibi cinayet kabul edeceğine inanıyorum,” diye olacağı anlatır Leonardo da Vinci…

21 Temmuz 2024 15:53:54, İstanbul.

N O T L A R

[*] Avrupa Demokrat, Temmuz 2024…

[1] Karl Marx.

[2] Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bilgi Yay., 1980, s.59.

[3] Amos Oz, Aşk ve Karanlık, çev: Gülden Şen, Doğan Kitap, 2006.

[4] Milan Kundera’nın, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, çev: Fatih Özgüven, İletişim Yay., 1987

[5] Orhan Bursalı, “Tüm Hayvanlar ve Canlılar Bizim Bir Parçamız”, Cumhuriyet, 26 Mayıs 2024, s.6.

[6] Serkan Köybaşı, “Masum Canları Öldürmeyi Planlayan Herkesin Merhameti Sorgulanır”, Birgün Pazar, 2 Haziran 2024, s.13.

[7] “Hayvanlara uzun uzun bakıyorum da, hiçbiri kendi türünden birinin önünde diz çökmüyor.” (Walt Whitman)

[8] Mustafa Bildircin, “… ‘Başıboş İnsan’ Sorunu: 5.570 Suç Dosyası”, Birgün, 27 Mayıs 2024, s.2.

[9] Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi Hemen Şimdi, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 1975.

[10] Ali Bulunmaz, “Irkçılık ve Cinsiyetçilik Gibi Büyük Bir Tehlike: Türcülük”, 13 Temmuz 2024… https://bianet.org/yazi/irkcilik-ve-cinsiyetcilik-gibi-buyuk-bir-tehlike-turculuk-297423

[11] Ömer Obuz, Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye-Kediler, Köpekler, Kargalar, İletişim Yay., 2022.

[12] “Gözümüzü dört açmalıyız, dedi. Çünkü kedilerden farelerden çok daha tehlikeli bir hayvan var! -Hangisi? -İnsan!” (Alexandre Dumas)

[13] “Bilim, Hayvan Bilincini Araştırıyor”, 4 Haziran 2024… https://www.avrupademokrat3.com/bilim-hayvan-bilincini-arastiriyor-hayvanlarla-iliski-yeniden-dusunulmeli/

[14] İlayda Kaya, “Ölüm Fermanını Derhâl Geri Çek”, Birgün, 23 Mayıs 2024, s.2.

[15] Tuğçe Çelik, Katliam Yasına ‘Hayır Oyu’ Ver, Birgün, 16 Temmuz 2024, s.2.

[16] “Üç Kişiden İkisi ‘Kısırlaştırma’ Öneriyor”, Birgün, 28 Mayıs 2024, s.2.

[17] “KONDA: Halk, ‘Katliam Yasası’na Hayır Diyor”, 20 Temmuz 2024… https://bianet.org/haber/konda-halk-katliam-yasasi-na-hayir-diyor-297680

[18] Ayhan Geçgin, “Komün Varlıkları: Köpekler, Kediler…”, 21 Temmuz 2024… https://www.k24kitap.org/komun-varliklari-kopekler-kediler-4728