Paris’te işlenen cinayetleri kınıyorum.  İnsanlık adına, barış adına, kadın adına kınıyorum. Kim yapmış olursa olsun, o kurşunlar anne ve babaların kulağının “barış”ta olduğu bir dönemde sadece onların bu umutlarına değil Türk ve Kürt kardeşliğine de sıkılmıştır. Umalım bu cinayetler yeni başlatılan sürecin kırılma noktası olmasın.

Üç kadının katledilmesinin üzerinden nerdeyse on beş gün geçmiş bulunuyor. Ama olayla ilgili açıklama ve değerlendirmeler de sürüyor. Bu durumun daha uzun süre devam edeceği de anlaşılıyor. Netleşme, cinayetler ve faille ilgili ayrıntıların ortaya çıkması ile oluşacak. Bu da ne kadar zaman alır, belli değil. Her şey Fransa’nın tutumuna bağlı. Ama Kürt ve Türk halklarının kaderi bu sürece bağlanamaz, bağlanmamalı. Bağlanırsa süreç, “suyun başı”nı tutanlara göre ilerleyecek. Böyle ilerlerse kazananlar kimler olur bilmiyorum, ama kaybedecekler belli: Türk ve Kürt halkları.

Bu bakımdan yaşanmakta olan “belirsizlik süreci”nin nasıl değerlendirileceği önemlidir.

Şu andaki durum-belirsizlik- doğal olarak tarafların kendi içlerinde, kamuoylarında bir birinden çok farklı  yorum ve değerlendirmelere yol açmaktadır. Bu nedensiz de değil. Otuz yıldır süren bir savaş var. Savaşlar da kendilerine göre ekonomi-politika geliştirir, toplumlarda karşılıklı psiko/kültürel refleksler oluştururlar. Hem hükümet çevresinin hem de PKK’nin gösterdiği yaklaşımlara, yaptığı yorum ve tartışmalara bu açıdan bakmakta yarar var. Bu yaklaşımlar olayın netleşmesini bekleyerek değil, başlatılan “barış” görüşmeleri içinde tarafların birbirilerini daha yakından tanımalarıyla aşılır. Güney Afrika barışını sağlayan, o dönemin devlet başkanı  olan De Klerk’in şu yaklaşımı olmuştur: “Düşmanlarınız konusunda klişeleşmiş-kalıplaşmış kavramlardan kurtulun. Muhaliflerinizi tanıdıkça , hayal ettiğiniz kadar ya da kendi propogandanızda tasvir ettiğiniz kadar kötü olmadıklarını göreceksiniz.”

Kaldı ki olay, başlı başına bir provokasyon olduğu kokusunu yayıyor etrafa. Türk ve Kürt birliğine, barışına karşı bir hareket olduğu algısını güçlendiriyor zihinlerde. Konunun uzmanları dururken bu konuda uzman edasında tahlil yapma ukalalığına düşmeden herkes gibi benim de söyleyebileceğim bir iki cümlem var: Çünkü içinden geçmekte olduğumuz koşullar, bunu belirtmemi gerektiriyor.

1-      Olay ferdi değil. Olayın katil zanlısı olarak tutuklanan kişinin sadece kimliğine bakarak olayı kimlik üzerinden ilişkilendirmek doğru olmaz. Kimliğin açıkta bırakılması manidardır; bunu, bir yönlendirme politikası olarak ta yorumlamak, dikkat almak olanaklı

2-      Olay içinden geçilmekte olan süreçle mutlaka ilişkilendirilmelidir. Kürt Sorunu 1990’lara kadar ağırlıklı olarak Türkiye’nin bir iç sorunuydu. 2000 yılına kadar bölgesel, sonrasında ise artık Merkez Güçler’i de yakından ilgilendiren uluslararası bir sorun boyutuna yükseldi. Bugün bölgenin içinde  bulunduğu kaotik durum dikkate alındığında bu sorununun “çözümü”ne başka güçlerin de ortak olacağı olmak istediğini görebiliyoruz. Paris Cinayetleri, bu güçler (her kim ise)  dikkate alınmadan Türkler ile Kürtler arasında bir “barış masası”nın kurulamayacağı yönünde verilmiş güçlü bir mesajdır.

3-      Türkiye’nin PKK yöneticilerini hedef alan söylemleri (sürece ters söylemler) olsa da Sakine Cansız’ın  PKK’nin yönetici kadroları arasında olmadığını Türk istihbaratının bilmemesi olanaksız değil. PKK siyasal bir örgüt olmanın gereklerine göre hareket ediyor. Yöneticilerini gizlemiyor. Sakine Cansız’ın bu konumuna karşın Türk devleti tarafından hedef alınmış olması olsa olsa kendi politikasının önünü tıkamak olur. Otuz yıllık savaşta PKK ve devletin bu tür yöntemlere başvurmamış olması da dikkate alınması gerek bir başka boyuttur.

4-      Cinayet zanlısı Güney’in içinden geldiği milliyetçi çevre, homojen bir yapı değildir artık. Bu da bu  kimlik üzerinde çeşitli güçlerin oyunlar oynanmasına olanak yaratmaktadır. Bu güçler; Türkiye’nin kendi içinde iktidar savaşımı verenlerden, uluslararası Merkez Güçler’e kadar kadar uzanan oldukçe geniş bir çevredir.

5-      Olasılıklar dahilinde görülen “Türkiye’ yaptı” yorumlardan hareketle söylemek gerekirse, böyle bir olayı gerçekleştirmekle Türkiye kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Sorunun kendi kontrolünden çıkmasına hizmet etmiştir. Otuz yıllık bin acı deneyden sonra böyle bir şey yapıl mı? Bu konuda düşünmek gerek.

6-       Cinayetin arkasındaki  güç veya güçler belirlense bile bunun açıklanacağını düşünmüyorum. Bizler sorunu olaylar üzerinden tartışmaya devam ederken Fransa, elde ettiği sonuçları Fransa’nın yararına kullanacaktır. Bundan Türkler de Kürtler de emin olmalıdırlar. Bunun için kahin olmaya gerek yok. Tarih bu türden olay ve deneylerle doludur. Bir göz atmamız yetiyor.

Acının dili her zaman gerçeklerle örtüşmez. Ama bu dili konuşanları anlamanın yolu da büyük bir empatiyi gerektiriyor. İçinden geçmekte olduğumuz bu günlerde hala ayrı dili konuşsalar da insanların bir birine çok uzak olmadığını unutmamamız gerekiyor.

25.01.2013