Üzerinden çok zaman geçse de hala en çok o dinleniyor, en çok onun parçaları paylaşılıyor. Oysa 17 yıldır ülkesinden uzakta. Üstelikte bir sürgün. Paris’teki Pere Lachaise Mezarlığı’nda beyaz bir mermere sarılmış halde yatıyor.
Ünlü Fransız edebiyatçı, sanatçı, politikacı ve bilim adamlarının bulunduğu bir yer olması nedeniyle sadece Paris, Fransa’da değil, dünyada bilinen, tanınan bir yer Pere Lachaise Mezarlığı.
Onun sevenleri MeBouleverd de Menilmontant (bulvar)’ın hemen köşesindeki çiçekçinin yanındaki demir kapıdan içeri girer, dar ve dik merdivenleri çıkarak Avenue Circulaire yoluna saparlar. Parke taşlarıyla döşenmiş dik bir yokuştur Avuenue Circulaire. Yokuşu tırmanırken vedalaşmanın ağır yüküyle dönmekte olan omuzları düşmüş, üzgün yüzlü insanlar karşılar sizi.
O ziyaretçisiz, mezarı da çiçeksiz kalmaz. Yaz-kış ne zaman gitseniz mermer göğsünün üzerinde taze halleriyle demet demek çiçekler görürsünüz. Sadece bu kadar değil; oraya konuşmak, dertleşmek için giden de çoktur. Bıraktıkları küçük kart ve mektuplarda kimi sevdasını, özlemini kimi de sitemini atlatır ona. Mezarının etrafı rüzgarın rast gele savurduğu bu tamamı el yazma mektuplarla doludur. O mektupları toplayıp okumak istersiniz, ama zordur; tarih olmuşlardır: Paris’in yağmurları mürekkeplerini silmiş, okunamaz hale getirmiştir her birini.
Yedi yıl önceydi. Onun sürgün yıllarını anlatan “Yağmurlu Ülkenin Sürgünü” adlı belgeselin biri İstanbul, diğere Paris olmak üzere iki ayrı yerde eş zamanlı galasını yapıyorduk. Paris’teki gala sonrası son bir kez ona gittim. 18 kasım ve hava soğuktu. Mezarının üstü yine öyle çiçeklerle doluydu. Yan tarafında Paris’in yağmurlarının ezerek okunmaz hale getirdi mermer taşa yapışmış bir mektup duruyordu. Çizgili defter sayfalarına yazılmıştı. Ne ki, Paris’in yağmurları onu ıslatmış, okunmaz hale getirmişti. “Sevgili Ahmet abi, ...” diye bir başlık okunuyordu zar zor. Bir de 17 yaşında genç bir kız olduğu, acılara tutunduğu... Sonrası yağmurla birlikte akıp gitmişti. Dokunsam elimde kalacaktı her bir yeri. Birkaç sayfalık bir mektup sevgi ve özlemden çok daha fazlasını taşıyor olmalıydı. Onun gibi ben de Paris’in yağmurlarına kızdım. On yedisinde genç bir kızın acılarını onunla paylaşması...
O insanlara böylesine yakın hala. Sadece şarkılarıyla değil, sorunlarını anlatabilecekleri kadar umut veriyor onlara. Ama ne ki Ahmet Kaya’ya bir zincir de vuruldu. Ailesi tabi ki onu sahiplenecek, onun emeği ürünlerini tabi ki koruyacak; korumalı. Ama bu onu araştırmaya ve anlatmayı engelleyecek boyutlarda olmamalı. O sakalı, kiraz ağacındaki yırtılan gömleğiyle halka mal olmuş tarihi bir kişiliktir artık. Onunla ilgili çok daha şey yazmak, anlatmak varken onu yasal haklar sınırlandırması içene hapsetmek ona zarar veriyor, sevenlerinin ve gelecek kuşakların onunla daha uzun yıllar birlikte olmasını engelliyor.