Bir hafta önce, Pazar günü Britanya’da olağan zamanlarda akıllara zarar olarak görülecek bir yasa yürürlüğe sokuldu. Protesto amacıyla yapılan yavaş yürümelere katılanlar üç yıl hapis cezasına çarptırılabilecekler. Muhafazakâr Britanya hükümeti bu uygulamayı “halkımız gündelik yaşamın egoist protestocular tarafından aksatılmasını istemiyor” diyerek gerekçelendiriyor ve iklim koruma aktivistlerinin eylemlerini örnek gösteriyor. Böylelikle Britanya polisi “yavaş yürüyerek kamu düzenini bozacağını tahmin ettiği” her kişiyi gözaltına alabilecek. Benzer bir uygulama Almanya’da da yürürlüğe sokulmuş ve bazı eylemciler eylemden günler önce “önleyici gözaltına” alınmışlardı.
Burjuva demokrasilerinin en temel hak ve özgürlüklerinden olan yürüyüş özgürlüğü bu şekilde rafa kaldırılmış oldu. Protesto yürüyüş ve mitinglerinin amacı zaten gündelik yaşamı aksatarak talepleri görünür ve duyulur kılmaktır. Gündelik yaşamı aksatmayan protesto, protesto değildir ki yavaş yürüme eylemi 1970’li yıllardan bu yana etkin protesto biçimi olarak kullanılmaktadır. Örneğin Pinochet faşizmi döneminde Santiago de Chile’de insanlar yavaş yürüyerek, bisiklet veya otomobillerini yavaş sürerek faşist diktatörlüğe karşı protestolarını dile getiriyorlardı, hem de kitlesel olarak ve rejim buna karşı hiçbir şey yapamıyordu. İklim aktivistleri de bugün yarım kilometreyi bir saatte kat ederek kendilerini takip eden polisleri çileden çıkartıyorlar. Ama artık bu da mümkün olmayacak. Anlayacağınız Britanya hükümeti Pinochet faşizminin dahi göze alamadığı bir yasağı yürürlüğe sokarak tarihe adını yazdırmış oldu.
Aslına bakılırsa “demokrasinin beşiği” Avrupa’da bu tür uygulamalar öyle aniden karar altına alınmadılar. Yavaşça, küçük adımlarla getirilen ve “toplum lehine” olduğu anlatılan yasaklarla ve toplumu sessiz yığın hâline dönüştüren mekanizmalar işleme sokularak bugüne gelindi. Önce sosyal haklar, hemen peşinden de temel demokratik hak ve özgürlükler “güvenlik” gerekçesiyle törpülendiler ve teker teker rafa kaldırıldılar. Her defasında da önce göçmenler, mülteciler ve yoksul kesimler gibi en savunmasızlara uygulanan yöntemler, zaman içinde tüm topluma uygulanmaya başlandı. Kanımızca “sigara içme yasağı” gibi, yetişkin insanları reşit olmayan çocuk muamelesine tutup, “sağlıklı ve üretken iş gücü” kalıbına sokan yasaklar da bu tür yöntemlerin arasındadır.
1989/1990 karşı devriminden bu yana geçen otuz yılı aşkın süre içinde öylesine köklü değişimler gerçekleştirildi ki, bugün 40 yaşlarında veya daha genç olan insanlar açısından bu otoriterlik artık olağan hâle geldi. Dolayısıyla, değil sosyal ve demokratik hakların ellerinden alınmasına karşı çıkmak, kolektif biçimde karşı çıkmayı düşünemeyen toplumlar oluşturuldu. Nihâyet bıçak kemiğe dayandığında ise hiddetlerini sorunlarının asıl kaynağına, yani egemen sınıflara ve uygulamalarına yöneltmek yerine, kendilerine günah keçileri olarak sunulan göçmen ve mülteciler ile sürekli “asosyaller, tembeller, hantallar” diye tanıtılan yoksul kesimlere yöneltiyor, siyasi tercihlerini basit çözümler sunan ırkçı-faşist hareketlerden yana yapıyorlar. Dünya çapında ırkçı-faşist ve milliyetçi siyasi formasyonların böylesine toplumsal destek bulmalarının temel nedenlerinden birisinin, elbette toplumsal ve siyasi solun hatası olduğu kadar, otoriterliğin olağanlaşmasında yattığını söylersek, sanırız yanlış yapmış olmayız.
Avrupa ülkelerinde yürürlüğe sokulan bu tür sert yasaların ve uygulamaların hâlihazırda sisteme karşı tehdit oluşturmayan toplumsal hareketlere dahi yöneltilmesi bir tesadüf değildir. Çünkü bu tür yasaların ve otoriterliğin olağanlaştırılmasının asıl hedefi yaşam ve çalıştırılma koşulları giderek kötüleşen, işsizlik ve yoksullaşma tehdidi altına giren, güvencesizlik ve perspektifsizlik baskısından kurtulamayan emekçiler ve orta katmanlardan oluşan toplumsal çoğunluktur. Otoriter neoliberal siyasetçiler ve temsil ettikleri sermaye sınıfları örneğin Fransa banliyölerini yangın yerine çeviren gençlerin barikatlarına emekçiler de katılırsa, dünyanın başlarına yıkılacağını çok iyi bilmektedirler. Asıl korkuları bundandır ve toplumsal direnişi daha tohum hâlindeyken yok etmek, geri püskürtmek için bu yasaları çıkartmaktadırlar.