Geçtiğimiz pazar günü Franko faşizminden yarım yüzyıl sonra aşırı sağı tekrar iktidara getirme tehlikesi taşıyan İspanya seçimlerini izlerken, tam 62 yıl önce Yassıada'da 15 DP yöneticisine idam cezası verildiği gün İstanbul'da yaşadıklarım gözümün önünden gitmiyordu.

15 Eylül 1961... Yüksek Adalet Divanı Yassıada’da yargılanan DP yöneticileri hakkında hükmünü vererek 15 sanığı idama mahkum etmişti. Milli Birlik Komitesi’nin hükmü onaylayıp onaylamayacağı merakla bekleniyordu.

İzmir'in çalışan gazetecilerini temsilen katıldığım Basın İlan Kurumu genel kurulu toplantı halindeydi... Tartışmaların kızıştığı bir sırada toplantı salonunun kapısı açılmış, bir görevli Genel Müdür Sabahattin Selek’in kulağına eğilerek bazı şeyler fısıldadıktan sonra hemen dışarı çıkmıştı. 

Selek'in tartışmalara ara vererek "Bayar dahil 12 kişinin idamı müebbete tahvil edilmiş. Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamı ise onaylanmış..." demesi üzerine salon buz keserken arsız bir kahkaha kopmuştu. Yıllarca Menderes’in desteğiyle Türkiye’nin en büyük medya patronlarından biri olan Yeni Sabah gazetesi sahibi Safa Kılıçlıoğlu, eski efendisinin idam hükmü karşısında üzüntü duymak şöyle dursun, arka arkaya histerik kahkahalar atıyordu. 

Toplantı sırasında genel kurul üyelerine verilen yemekte, katılımcılardan biri havayı yumuşatmak için herkesin bir şiir okumasını önermişti. Bunun üzerine Divan edebiyatından hece veznine kadar türlü şiirler okunmuştu.

Sıra bana geldiğinde, "Ben Türkiye dışından bir şey okuyacağım" diyerek Paul Eluard’ın dizileriyle devam etmiştim:

      Kan rengi bir ağaç varsa İspanya’da

      Hürriyet ağacıdır

      Susmayan bir ağız varsa İspanya’da

      Hürriyeti haykırır

      Bir bardak saf şarap varsa İspanya’da

      Milletin olmalıdır.

Safa Kılıçlıoğlu son derece sinirlenerek "Burada da mı komünistlik?" diye tepki göstermişti.

Niçin İspanya?

Sol örgütlenmenin yasak olduğu 50'li yıllarda bizim kuşağın sol bilinçlenmesinde tek kaynak Türkiyeli komünist yazar ve şairlerin yasaklanmış olsa da sahaflarda bulunabilen eserleriyle, yabancı komünist yazar ve şairlerin edebiyat dergilerinde yayınlanan çevirileriydi...

Beni en fazla etkileyenler arasında İspanyol İç Savaşı'nda Franco faşistlerinin kurşuna dizdiği büyük ozan ve yazar Federico Garcia Lorca da bulunuyordu.

1963'te, Türkiye İşçi Partisi genel merkezinin basın ve yayın ve etüd bürolarında hizmet vermek üzere İstanbul'a yerleşmiştim. Parti çalışmaları genellikle akşam yapıldığından, hayatımı kazanmak için öğle üzeri yayınlanan Gece Postası gazetesinin önce sayfa sekreterliğini, ardından genel yayın yönetmenliğini üstlenmiştim.

Gazetenin patronu Ethem İzzet Benice’yi “Yakılacak Kitap” adlı romanın yazarı olarak biliyordum, ama siyasal eğilimleri konusunda pek bilgim yoktu. Gazetenin benden önce genel yayın yönetmeni olan Cengiz Tuncer, "Ethem İzzet Benice ilginç bir insandır. Daha yüzyılın başında İstanbul’da İstirakçi Hilmi’nin Sosyalist Fırkası’nda militanlık yapmış, zamanın sokak yürüyüşlerinde kızıl bayrak taşımıştır" demişti.

Gerçekten de gazetenin ilginç bir yapısı vardı. Aşırı milliyetçi, anti-komünist bazı muhabirlerin yanısıra örneğin 1951 TKP tutuklularından Nihat Tunalı sekreter olarak çalışıyor, ama daha da önemlisi, Türkiye’nin ilk solcu kadın gazetecilerinden büyük yazar Suat Derviş hayatını kazanmak için zaman zaman çeviriler getiriyordu. 

Ben genel yayın yönetmeni olduktan sonra gazetede Türkiye İşçi Partisi haberlerine geniş yer verdiğim gibi, hayatta olmayan iki dedemin isimlerinden oluşturduğum Fevzi Rıza adıyla sol yazılar yazmaya başlamıştım.

Suat Derviş'i, Şoför Mustafa adlı yeni romanını Gece Postası'nda tefrika olarak yayınlamaya başladıktan sonra gazeteci, yazar ve komünist nitelikleriyle daha yakından tanımak şansına sahip oldum.

Artıgercek2.jpeg

Gece Postası öğle üzeri dağıtıma verildiği için gazeteyi bağladıktan sonra sendikaya ya da partiye gitmeden önce Suat Derviş'le benim hem meslekte, hem siyasal mücadelede yetişmeme büyük katkı sağlayan söyleşilerimiz oldu.

Türkiye'nin ilk kadın gazetecilerinden biri olan Suat Derviş özellikle 30'lu yıllarda Alman nazizimi, İtalyan faşizmi ve İspanyol frankizmi'nin gelişimini izleyerek bunların çirkin yüzlerini çalıştığı gazetelerde Türkiyeli okurlara yansıtmıştı.

Bu nedenle söyleşilerimizde o konuda da kendisinden çok şey öğrendim. Bunlar 1966 yılında Akşam gazetesini yönetirken Faşizm adlı kitabı yazmamda büyük etken oldu. 

Dahası, Suat Derviş'in tıpkı kendisi gibi Türkiye komünist hareketinin en önemli şahsiyetlerinden Reşat Fuat Baraner'in eşi olduğunu da o dönemde öğrendim. TKP davalarından mahkum olmuş çoğu komünistler gibi Baraner de, Derviş de, yasallığına halel getirmemek için Türkiye İşçi Partisi'ne üye olmamışlardı. Ama TİP saflarındaki mücadelemizi sonuna kadar destekliyor, tavsiyelerde bulunuyorlardı.

Reşat Fuat Baraner 1944'de tutuklandıktan sonra 9 yıl 6 ay hapse mahkum edilmiş, DP iktidara geldikten sonra, Nazım Hikmet gibi, 1950'de çıkartılan Af Yasası'yla tahliye edilmişti. Ancak kısa bir özgürlük döneminin ardından 1951'de başlatılan ünlü komünist  tevkifatında tekrar tutuklanarak 1959'a kadar yeniden hapis yatmıştı.

Reşat Fuat Baraner 12 Ağustos 1968'de yaşama veda etti... Ölümü üzerine Ant'ın kurucularından Yaşar Kemal'in aracılığıyla komünist hareketin önde gelen simalarından Müntakim Öçmen'den yoldaşı üzerine bir yazı rica etmiştim.

20 Ağustos 1968 tarihli Ant'ta yayınladığımız "Reşat Fuat Baraner'i kaybettik" başlıklı yazısında Öçmen şöyle diyordu:

"Türk toplumunun devrimci çizgisinde öncü görev üstlenmiş olan Reşat Fuat artık aramızda değildir. Adı her zaman en başlarda anılacaktır. Her devrimci gibi zor yaşamıştır. Hiç kimsenin dayanamayacağı yerlerden ve koşullardan kimseyi kınamadan, kimseye kızmadan çıkmıştır. 

"Marksist literatürde, ekonomide, özellikle felsefede, kendisine her sorunun sorulabildiği güçteydi. Çok eziyet görmüştür, çok kahır çekmiştir. Hiç eziyet görmemiş, hiç kahır çekmemiş bir insan gibi kalmıştır. 

"Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın akrabasıydı, önünde bütün ikbal yolları açıktı. Reşat Fuat arkadaş zor yolu seçmiş, ömrünü Türk emekçisinin yoluna koymuş ve ekmek parası olan kalemi elinde ölmüştür." 

Baraner'in Şişli Camii'nde yapılan cenaze töreni ilk kez eski TKP liderlerinin ve militanlarının bir araya gelmesine, bizim de kendilerini daha yakından tanımamıza vesile oldu.

Cenaze töreni bizim kuşak solcuları için hayli şaşırtıcıydı. Bizler dinsel töreni cami avlusunun gerilerinde izlerken Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı hiç tereddütsüz imamla birlikte tabutun başında cenaze namazına durdular. Daha sonra da cenaze hepimizin katılımıyla büyük bir kafile halinde Zincirlikuyu Kabristanı'nda toprağa verildi.

Baraner'in ölümünden sonra Suat Derviş yazmaya devam ederken 1970 yılında Neriman Hikmet, Zehra Kosova, Mediha Özçelik ve Necla Özgür'le birlikte Türkiye Devrimci Kadınlar Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. 

Suat Derviş'in giderek daha da ciddileşen sağlık sorunları nedeniyle 23 Temmuz 1972'de hayata veda ettiğini biz üzüntüyle sürgünde öğrendik. 

51. ölüm yıldönümünde meslek büyüğüm Suat Derviş'i ve onun hayat ve mücadele arkadaşı, komünist hareketin unutulmaz siması Reşat Fuat Baraner'i saygıyla anıyorum.