Başta Federal Alman Cumhuriyeti (FAC) olmak üzere, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülke hükümet ve devlet başkanları yanı sıra, siyasi parti ve çok sayıda Sivil Kitle Kuruluşu (STK) aylardır ‚ mülteci‘ kaynaklı yaşanan‚ insanlık dramı‘ konusunda birbirini suçlayıcı açıklamalar ile çalkalanıyor.
Alman Sol Parti'si ölüm yolculuğuna çıkan mülteci akınının baş sorumlularının başında gelenlerden birinin, dünya sıralamasında en fazla silah ihraç eden ülkeler sıralamasında üçüncü ülke olan FAC ve batılı diğer devletlerin izlediği yanlış politıkalar olduğuna vurgu yaptı. Bu açıklama İkinci Dünya Savaşı sonrası şartlarda kurulan AB’nin sahip olduğu idda edilen evrensel değerlerin ne kadar çifte standartlı olduğunun bir anlamda altını çizer mahiyettedir.
1957 tarihli Roma Anlaşmaları ile kurulan dönemin 'Avrupa Ekonomik Topluluğu‘ (AET)' dünya kapitalist sisteminin Batı Avrupa kanadını oluşturmaktaydı. AET kurucu ülkeler arasında yer alan Benelüks Ülkeleri olan Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’nın yanı sıra Fransa, kurdukları ortaklığa pazar bulmak açısından Afrika kıtasında yer alan eski sömürgeleri ile bir çok ikili ve uluslararası anlaşmalar yaptılar. Bu anlaşmaların en belirğin özelliği ise, AET kurucu ülkeleri tarafından belirlenen ve ortak olmayan üçüncü ülkelere yönelik olarak uygulamaya konan ortak politıkaların zamanla bu ülkelerin sürdürülebilir iktisadi büyüme ve kalkınmalarını sekteye uğratmak oldu. Bu yetmedi, aynı zamanda bu ülkelerin giderek kendilerine ( AET ve günümüzdeki devamı olan AB‘ye) ekonomik olarak tek taraflı olarak daha da şiddetli bir şekilde bağlanmasını sağladı. AB‘nin Ortak Tarım, Balıkçılık ve Akdeniz Politikaları bunun canlı örnekleridir.
Öte yandan FAC, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin şu an Avrupa‘ya akın eden göçmenlerin yaşadıkları insanlık dışı dramlarının sorumlusu olan kendi rejimlerinini de kurucusu ve düne kadar destekleyicisi oldukları özenle dikkate alınmalıdır. Saddam Hüseyin, Esad ya da Kaddafi gibi Afrika ve Ortadoğu diktatörlerin yıllar boyu kendi halkına karşı uyguladığı terör, adı geçen AB ülkelerinin gözü önünde yaşanıyordu. Saddam’ın Kuzey Irak’da yaşayan Kürdlere karşı kullandığı kimyasal gazın hangi AB üyesi ülke tarafından üretilip Saddama‘a Amerikan Dolar karşılığı sattığını yazmama gerek var mı?
Mültecilerin kendi ülkelerinde birbirlerine karşı kullandıkları silahların üreticisi ve satıcısı kim? Birbirlerine sıktıkları kurşunların üretildiği ve parayı veren, herkese satan ülkeler hangileri? Herşeyden önce mültecilerin anavatanlarında yaşanan iç savaşın ve akan kardeş kanınının siyasi sorumluları kim?
Yukarda sıralanan soruların yanıtlarını arayanların yolu mutlaka ve mutlaka bazı AB üyesi ülkelerin başkentlerinden geçmektedir. Dolaysıyla Avrupa‘ ya akın eden mültecilerin bedenlerini Akdeniz’in dalgalı sularına kurban vermelerinde, tavuk ticareti yapan şirketlerin kamyon kasalarındaki buzluklarda havasızlıktan boğulmaları da ve insan olanın yüreğini yakan zeytin gözlü esmer çocukların bedenlerinini kurda kuşa yem olarak verilmesinde, AB‘nin mültecilerin anavatanlarındaki diktatörlerle iş birliğinini sorumluluğu tayin edicidir.
AB gerçeğini bilmeden, AB’nin Akdeniz Politikası ile Afrika-Karabik ve Pasifik ülkeler ile 1960lı yılların başından beri imzaladığı ve uygulamaya koyduğu anlaşmaların nedeni, içeriği ve uygulamada neden olduğu sonuçları bilmeden ve buna karşı etkin tavır alınmadan, mültecilerin kurtarıcı sandıkları AB’nin aslında kendi azrailleri olduğunu fark etmeleri daha çok zaman alacaktır.
Münih, 11 Eylül 2015