Misket, fukara çocuklarının en kral eğlencesidir.
Bisiklete para yetmez, uçurtma tele takılır, inmez.
Oysa misket oynamak için, düzgün bir zeminle bir avuç küçük cam küre yeter.
O olmazsa alternatifi, büfe bahçelerinden toplanmış gazoz kapaklarıdır.
Ötesi biraz nişan alma becerisidir, biraz da parmak hâkimiyeti...
“Baş”ı vuran bilyeyle “ütülen” o rengârenk küçük toplar, yoksul oğlanların yatak altındabir camdan hazine gibi yatar.
***
Tarladan başımı kaldırıp okula gittiğimde“Pal Sokağı’nın Çocukları” ile tanıştım.
Budapeşte arsalarında da, bizcileyin çocukların nasıl bilyeleri, bayrakları, hakları için savaştıklarını öğrendim.
Pal Sokağı’nda savaş, kızıl gömlekli Paster Kardeşler’in Nemeçek’in bilyelerine elkoymasıyla başlar.
“El koymak”, kaba kuvvetin, zorbalığın, hırsızlığın ifadesidir.
Ardından Sokak’ın bayrağı gider, sıra arsasına gelir.
Ki Molnar’ın kitabında anlattığı arsa, aslında bir ülkedir:
“Şu avuç içi büyüklüğündeki, verimsiz, yamru yumru toprak, iki yapının arasındasoluksuz kalmış şu sıkışık düzlük, sonsuzluk ve özgürlüğün simgesi, yağmurda deniz, karda kuzey kutbu olan, onları eğlendirmek için kılıktan kılığa giren candan dostları şu toprak parçası, belki de onların değildi artık...”
***
Pal Sokağı’nın çocukları, “Yaşasın arsamız” diye ayaklanıp hayatları pahasına savunur sokaklarını, tarlalarını, topraklarını...
Ne var ki, ön saftaki Nemeçek yatağa düşer kavgada...
Anası, onu battaniyeye sarıp evine götürür.
Yoğun bakımdayken Nemeçek, bir ara gözünü aralayıp,
“Kazandık mı” diye sorar. “Kazandık” der yoldaşları, “Bu zaferi sana borçluyuz.”
Nemeçek’i toprağa verdikten sonra, canları pahasına savundukları arsaya giderler:
“Burada barışalım artık, sonsuz bir barış olsun” derler.
Oysa toprağına bastıkları arsanın sırtına bir inşaat yüklenmek üzeredir.
Çok yakında o sıkışık düzlükte, dört katlı bir apartman yükselecektir.
***
Demem o ki kardeşler, biz bu “İnşaat inşallah”çıları, taa Pal Sokağı’ndan tanırız.
Çocukları birbirine düşürüp onların park yerlerine bina kondurmalarına ilkokuduğumuz kitaplardan tanığız.
Büyürken misketimizi, kâh oyunumuza “Baş”, kâh sapanımıza taş yapmışız.
Gün gelmiş, yitik evlatlarımızın kabrine yoldaş yapmışız.
“Kızıl gömlekli” bir rantiyeci çıkıp arsamıza “el koymaya”, bilyemize, Nemeçek’imize dil uzatmaya kalktı mı, delleniriz.
Masumdur bilyemiz; ama acıya bile saygısız zalimlerce kışkırtılınca, “solgun bir halk çocukları ayaklanması”nın mühimmatı olur
“Baş”ı korkutur.