Bugün 18 Mart... İşçi sınıfının dünya tarihinde ilk kez egemen sınıflar diktasını yenerek Fransa'nın başkentinde, 72 gün için de olsa, kendi devrimci iktidarını kurmasının 150. yıldönümü... Kuşkusuz bugün devrimci-demokrat medyamızda bu yıldönümüne en azından Rusya'daki 1917, Çin'deki 1949 ve Küba'daki 1959 devriminin yıldönümlerindeki kadar geniş yer verilecek.
Nasıl olmasın ki, yıllarca süren tek parti diktası ve onu izleyen "demokrasi" aldatmacasının ardından Türkiye'de de işçi sınıfınin öncülüğünde sosyalist örgütlenmenin ve düşüncenin kitlelere mal olduğu 60'lı yıllarda bizim kuşağımız için 1871 Komünü önde gelen tarihsel referanslarımızdandı.
3. Napolyon'un diktası altındaki Fransa'nın Prusya karşısında yenilgisini izleyen açlık, sefalet ve aşağılanma döneminde halkın Paris Belediye binasını işgal ederek demokratik bir seçimle kurduğu devrimci yönetim sadece Fransa'da değil tüm Avrupa ülkeleri yönetimlerinde büyük korku ve paniğe yol açmıştı. O sırada Versay'a sığınmış olan gericilerin hükümetin oluşturduğu silah üstünlüğüne sahip 130.000 kişilik ordu 21 Mayıs'ta Paris'e girerek sadece 30 bin kişilik bir savunma gücüne sahip devrimci yönetime misli görülmemiş bir kan banyosuyla son vermişti. 25 bin kişinin katledildiği operasyonda 40 bin kişi tutuklanmış, yüzlerce direnişçi kurşuna dizilerek idama mahkum edilirken diğerleri ya Fransa'daki zoraki çalışma kamplarına ya da sürgün olarak Cezayir ve Yeni Kaledonya'ya gönderilmişti.
Komün nedir? Fransızca yazılımı Commune olan bu kelime, Fransa'da ve Belçika'nın Fransızca konuşan kent ve kasabalarıyla iki dilli başkent Brüksel'de belediyelere verilen isimdir. Bu belediyeler demokratik seçimler sonucunda halk tarafından seçilen bir belediye başkanı ve bir belediye meclisi tarafından yönetilir.
Fransa'daki belediye sayısı 36.681, Belçika'da ise 19'u başkent Brüksel'de olmak üzere 581'dir.
Bu anlamda, Türkiye'de mevcut tüm belediyeler de Fransızca adıyla birer komün'dür. 31 Mart 2019 yerel seçim sonuçları itibariyle Türkiye'deki belediye sayısı, 30'u büyük şehir, 51'i il, 519'u büyükşehir ilçe, 400'ü ilçe, 397'si belde belediyesi olmak üzere 1.397'dir.
Yine aynı seçimin sonuçlarına göre 3'ü büyük şehir, 5'il, 45'i ilçe ve 12'si belde belediyesi olmak üzere 65 belediye Kürt halkının iradesini temsil eden Halkların Demokratik Partisi (HDP)'ye emanet edilmiştir.
Özetle bunlar 65 Kürt komünüdür.
Ancak ülkenin yönetimini elde tutan Türk-İslam Sentezi diktası, Türkiye'nin imzacısı olduğu insan hakları evrensel bildirgelerini ve tamamen uymayı vaad ettiği Avrupa Müktesebatı'nı hiçe sayarak 3'ü büyük şehir, 5'i il, 33'ü ilçe olmak üzere tam 48 Kürt kömününü işgal edip seçilmiş Kürt belediye başkanlarının yerine sallabaş kayyumlar atamıştır.
Aynı derecede korkunç bir başka gerçek... HDP'nin 24 Nisan 2021'de açıkladığı "İrade Gaspı ve Kayyım Gerçekleri" adlı rapora göre, 19 Ağustos 2019'dan beri 72 Kürt belediye eş başkanı göz altına alınmış, 19'u kadın olmak üzere 37 belediye eş başkanı çeşitli tarihlerde cezaevlerinde tutsak edilmiş olup halen 7'si kadın olmak üzere 15 belediye başkanı Türkiye'nin değişik cezaevlerinde tutsak bulunuyor.
Bunun öncesi de var... Kürt belediyelerine kayyum atama ve Kürt belediye başkanlarını tutuklama kepazeliği aynı iktidar tarafından 2016 yılında KHK'larla başlatılmıştı.
30 Mart 2014 yerel seçimlerine Kürt adaylarla katılan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) listesinden seçilen 89 Kürt eşbaşkan artarda tutuklandığı gibi, bu partinin kazandığı 103 belediyeden 83'üne kayyum atanmıştı.
Kürt halkı bu terör uygulamasına boyun eğmemiş, beş yıl sonra yapılan yerel seçimlerde HDP listesindeki Kürt adaylara oy verdiği gibi, HDP'nin demokratik bir özveriyle muhalif oyların bölünmemesi için aday göstermediği İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde ana muhalefet partisinin adaylarına oy vererek AKP-MHP diktasının bu belediyelerdeki despotizmine büyük darbe indirmişti.
Tüm bunları göz önünde tutarak Paris Komünü'nün 150. yıldönümünde Kürt komünlerinin tarihsel direnişi üzerine daha uzun yazmayı düşünüyordum. Ancak yazımı yazarken bilgisayar ekranının bir yanını ayırdığım Türkçe haber siteleri HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında kesinleşen yargı kararının Meclis Genel Kurulu’nda okunarak milletvekilliğinin düşürüldüğü haberi verilmeye başlandı.
Mazlum-Der genel başkanı olarak yıllarca insan hakları savunuculuğu yapmış olan Gergerlioğlu'nun islamo-faşist iktidarın boy hedeflerinden biri olmasının nedeni, ülkenin tüm ezilenleri gibi Kürt halkının da özgürlük ve barış davasına sahip çıkmasıdır.
2017 yılında t24'te yayınlanan "Devlet adım atarsa barış bir ayda gelir" başlıklı bir haberi twitter'da paylaştığı için 21 Şubat 2018'de Tayyip'in Karakuşi adaleti tarafından 2 yıl 6 ay hapse mahkum edilmiş olan Gergerlioğlu'nun yanı sıra HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın da aralarında bulunduğu 25 HDP'li milletvekiline ait 33 dokunulmazlık dosyası daha TBMM Başkanlığı'na sunulmuş bulunuyor.
Kürt direnişinin halkoyu ile seçilmiş temsilcilerinin varlığına belediyelerde kayyum atamaları ve onu izleyen tutuklamalarla son verilirken, aynı kirli operasyon yasama meclisinde de AKP-MHP çoğunluğunun oylarıyla gerçekleştirilmek isteniyor.
Bir önceki yasama döneminde, üstelik ana muhalefet CHP'nin de desteğiyle milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanan HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ, üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin emredici kararına rağmen, hâlâ zindanlarda tutulurken 25 milletvekilinin daha dokunulmazlıkları kaldırılarak hapsedilmek istenmesinin tek amacı, AKP-MHP diktasının halkoyuyla çökertileceği belli olan 2023 seçimlerinden önce Türkiye'nin barış ve demokrasiyi gerçekten savunan tek partisi HDP'yi devre dışı bırakarak muhalefet cephesini zayıf düşürmek...
Gergerlioğlu operasyonuna HDP milletvekillerinin Meclis çatısı altındaki haklı tepkileri devam ederken, ekranlara düşen bir başka haber amacın bu olduğunu kesinlikle ortaya koydu... HDP'nin varlığına hukuken son vermek için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açmıştı.
Siyasal mücadelenin giderek yasama platformu dışına kaymakta olduğu bu dönemde demokrasi ve barış güçlerinin parlamento dışı yaratıcı ve birleştirici girişimleri büyük önem kazanıyor.
Bu plandaki en son önemli girişimlerden birisi hiç kuşkusuz, Artı Gerçek'in destekleyerek günlerdir duyurusunu yaptığı "Kürtçe Eğitim Dili ve Resmi Dil Olsun" istemli imza kampanyasının başlatılmış olması.
Kürt Dil Platformu'nun Change.org'da* başlattığı kampanyanın Türkçe'sini aynen paylaşıyorum:
"Dilimiz varlığımızdır, dilimiz kimliğimizdir, dilimiz onurumuzdur. Fakat neredeyse yüz yıldır hakim siyaset zor kullanarak Kürtleri bu meşru hakkından mahrum bırakmaya zorluyor. Diğer bir deyişle, Kürtleri varlıklarından, kültürlerinden uzaklaştırılmak, kimliksizleştirmek istiyor.
"Bugün Ortadoğu'da milyonlarca Kürt asimilasyon ile karşı karşıyadır. Coğrafyamızda egemen siyaset Kürtleri ve dillerini ortadan kaldırmak istiyor. Bu yanlış politika Kürtleri dil ve kültür olarak yok etmek istiyor, ama bu tutum asla demokratik ve insancıl bir tutum olamaz. Bu tutum aynı zamanda eşitlik fikrine de aykırıdır. Bu yanlış politika bir an önce durdurulmalı ve Kürtlerin dil ve kimlik hakları tanınmalıdır. Kürt dili resmi bir yasal statüye sahip olmalı, Kürt dili eğitim dili olmalıdır.
"Bu nedenle Kürtçe üzerindeki baskılar son bulmalı ve önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Kürtçe devletin her kademesinde, kurumunda resmiyet kazanmalıdır. Kürtçe ana sınıfından üniversiteye kadar eğitim ve öğretimin her aşamasında yerini almalıdır. İsteyen herkes kendi anadilinde eğitim alabilmeli, bütün kamu kurumlarından kendi dili ile istifade edebilmelidir ve bunun önündeki bütün resmi engeller kaldırılıp bu haklar anayasal güvence altına alınmalıdır. Bu nedenle biz aşağıda adı ve soyadı yazan kişiler Türkiye de Kürtçe Eğitim Dili ve Resmi Dil Olsun imza kampanyasını imzalıyoruz."
Bana kalırsa, "Kürtçe devletin her kademesinde, kurumunda resmiyet kazanmalıdır" talebinin pratikteki uygulamalarından biri Kürt nüfusunun çoğunlukta veya yoğunlukta bulunduğu tüm kent ve kasabalarda cadde, meydan, sokak isimlerinin, resmi dairelerin, sosyal servislerin tabelalarının Türkçe ile birlikte Kürtçe ile de yazılması, resmi yazışmalarda Türkçe ile birlikte Kürtçe'nin de kullanılması olmalıdır.
Kürt komünlerine her türlü baskıyı uygulayan, seçilmiş Kürt milletvekillerini sürekli zindan tehdidi altında tutan AKP-MHP diktasının, hattâ ve hattâ milliyetçiliği "demokrat"lığına ağır basan birçok muhalif milletvekilinin de böyle bir öneriden ne denli rahatsız olacaklarını deneylerimle biliyorum.
Bundan 28 yıl önceydi... Devrimci dostlarımdan Kemal Uzun'un girişimiyle Kürt sorunu üzerine "Aydınlar ne diyor?" adlı bir kitap hazırlanmış, Belçika'dan ben de bu kitaba "Kürt sorunu değil, Türk diktası sorunu!" başlıklı bir yazıyla katkıda bulunarak şöyle demiştim:
"Tüm siyasal örgütlerin özgürce katılacağı referandumlarla ve seçimlerle ulusların kendi yazgılarını belirlemesi sağlanmalıdır. Üniter bir devlet içinde kalmak mı, federatif bir yapıda bir arada olmak mı, yoksa tamamen bağımız olmak mı? Bu soruların cevabını ilgili halkların kendileri özgürce verebilmelidir.
"Ankara’dakilerin kapılanabilmek için her türlü cambazlığı yaptıkları Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de bile, Flamanlar nüfusun sadece yüzde 10’nu oluşturdukları halde, Brüksel Bölge Meclisi’nde ve Bölge Hükümeti’nde kendi partileriyle tam eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde yer alıyor. Brüksel kamu kurumlarının balkonlarında arslanlı Flaman bayrağı, horozlu Frankofon bayrağı ve iris çiçekli Brüksel bayrağı yanyana dalgalanıyor.
"Çok gıpta ettikleri Avrupa’nın başkentinde bu oluyorsa, İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Adana’da istisnasız tüm Kürt partilerinin de seçimlere katılarak kent meclislerinde ve kurumlarında özgürce temsil edilmeleri niçin olmasın?
"Yoksa, sabah akşam Brüksel’in kapısını aşındıran bakanlar, milletvekilleri, bu kentin tüm tabelalarının iki dilde, Fransızca ve Flamanca, yazılmış olduğunu farkedemeyecek kadar ebucehil mi?" (Aydınlar ne diyor?, Ortadoğu Verlag, Aralık 1993)
Yine Kürt komün'lerine dönüyorum.
Yukarıdaki yazıyı yazdığım dönemde Belçika'da Faslı, Cezayirli, Tunuslu, Filistinli yoldaşlarla birlikte göçmenlerin ülke yurttaşlığına geçmemiş olsalar bile seçme ve seçilme hakkına sahip olması mücadelesi veriyorduk.
Bu mücadelenin sonunda bu hak tanındığı gibi, daha da ileri gidilerek, geldikleri ülkenin vatandaşlığını koruyanların dahi komün meclislerine, bölge meclislerine, hattâ Millet Meclisi ve Senato'ya seçilebilmelerine olanak sağlayan reformlar yapıldı.
Bu sayede Türk lobisinin hizmetindeki çifte vatandaşlılar, seçim propagandalarını Türkçe afiş ve bildirilerle yürütüp Türk kökenli seçmenlerin tercih oylarını toplayarak yukarıda sözünü ettiğim meclislere girdiler, hattâ bakan, belediye başkanı ya da encümen üyesi olabildiler.
Ama onlar Belçika'da makam koltuklarını işgal ederken Türkiye'deki Kürt komünlerinde Kürt belediye başkanlarını görevden alma, zindana atma, yerlerine de Türk kökenli sallabaş kayyumlar atama vahşeti devam ediyor.
Evet, bugün 18 Mart, Paris Komünü'nün 150. yıldönümü...
18 Mart, aynı zamanda, Komintern’in almış olduğu bir kararla tüm dünyada 1920'li yıllardan bu yana"Politik Tutsaklarla Uluslararası Dayanışma Günü" olarak her yerde dayanışma eylemleriyle karşılanıyor.
Avrupa'daki Tutsakların Sesi Platformu, bugün birçok ülkede politik tutsaklarla dayanışma etkinlikleri düzenliyor, Türkiye konusunda da şu çağrıyı yapıyor: "2015'ten bu yana Erdoğan'ın faşist şeflik rejiminin yurtsever, devrimci, ilerici muhalefete ve onun öncülerine dönük fiziki tasfiye, ideolojik ve psikoljik ezme, yok etme saldırı konsepti kapsamında politik tutsaklar özel hedef durumunda. Polisin, jandarmanın gözaltı terörünü, mahkemelerin tutuklama ve keyfi uzun-ağır hapis cezaları yağdırma terörü izliyor; halklarımıza emekçilere bir yandan her an gözaltı, zindana atılma korkusu yaşatılırken diğer yandan hapishanelerde kazanılmış her türlü insani ve politik hakları gasp ederek hem tek tek devrimci öncüleri hem de onların varlık koşulu olan kollektif örgütlülüklerinin dağıtılması hedefleniyor, hapishaneler birer işkence merkezi haline getirilmeye çalışılıyor."
Bugün bir yandan siyasal tutuklularla dayanışma etkinliklerini desteklerken Paris Komünü'nün 150. yıldönümü nedeniyle o tarihsel direnişte can veren onbinlerce Fransız emekçisiyle birlikte, Türk faşizmi tarafından sürgüne zorlandığı için Paris'te hayata veda eden ve Komün'cülerle birlikte Père Lachaise Mezarlığı'nda yatan yaratıcı-devrimci iki Kürt dostumuzu, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'yı özlemle anıyorum.
(Artı Gerçek, 18 Mart 2021)