Sabahın beş buçuğunda telefon çaldığında, arayanın Willy hoca olduğunu tahmin etmiştim. Yanılmamıştım, hocaydı ve höpürdeterek kahvesini yudumluyordu. Huysuz ihtiyar yarım yamalak »Günaydın delikanlı« dedikten sonra, keyifli bir alaycılıkla, »nasıl, gördün mü, boksör dediğin böyle olmalı işte«. »Ne boksörü hocam?« dedim. »Görmedin mi« dedi, »Fransız Frukosunu yumruklayanı?«
Ohoo, başımıza iş aldık. Kimse polislere Fruko demiyor artık. »Fruko mu kaldı hocam? O eskidendi. Ama, evet gördüm. Fransa’daki şiddet olaylarını...« »Ne şiddeti be, burjuva ağzıyla konuşma. Zaten faşistin tekini dövdüler diye bir sürü şamata yapıyorlar.« Hoca Bremen’de dayak yiyen AfD’liyi kast ediyordu. »Tamam hocam tamam, ben sadece insana şiddet uygulanmasını...«
Willy hoca sözlüye kaldırıyormuş gibi sakince, »Şiddet nedir yavrum?« diye sordu. Kekelemeye başladım. »E, yani hocam, sen öyle bodoslama sorunca...« »Ulen kerata« dedi, »nasıl da liberal virüs bulaşmış her tarafınıza. Devletin baskı aracı polisi veya faşistin tekini dövünce, aman ha şiddet olmasın! Sokağa çık, şiddet! Savaşa karşı çık, şiddet! Greve çık, şiddet! Koyun sürüsü müyüz len biz!«. Eyvah coştu gene, »Ya hocam bi saniye, bi dur, bi destur de...«
Hocayı durdurabilene aşk olsun. Telefonda saydırmaya devam ediyordu. »Asıl şiddet nedir biliyor musun kuzum? Her altı saniyede bir çocuğun açlık veya hastalık nedeniyle ölmesidir. 1 milyar insanın açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmesidir. Dünya nüfusunun yüzde birinin geri kalanlara hükmetmesi, emeğin yarattığı değerlere el koymasıdır. İnsanın köleleştirilmesi, kâr ve rant uğruna, doğanın yok edilmesidir. Kendi geleceğin hakkında başkalarının karar vermesidir. Yaşamın her alanının ticarileştirilmesidir. Savaştır, sömürüdür, ulusların ezilmesidir. Şiddet tekelini elimde tutuyorum diyen kapitalist devletin bizzat kendisi şiddettir.«
Eyvah ki ne eyvah. »Ya hocam, elbette biliyoruz, asıl kapitalizmdir şiddeti yaratan. Ben sadece, yani ne bileyim, demokratik mücadele falan diyorum...« Derin bir iç çekiş sesi geldi ahizeden. »Bak delikanlı« dedi, »demokratik mücadele için koşullar mı kaldı ortada. Türkiye’den, Kürdistan’dan, Ortadoğu’dan bahsediyorum, ama Avrupa da pek iç açıcı değil.« »Tamam hocam anlıyorum, ama ne yapalım, silah mı alalım elimize? Onu mu diyorsun?«
Sesinde acı bir gülümseme izi vardı, »Onun da zamanı gelecek elbet. Ama, şöyle kodumu oturtan bir kaç akıllı deli olacaktı elimde...« Şaşırmış bu, »N’apacaktın, milletin üstüne mi salacaktın?«. »Anlatayım« dedi, »Hani Soma’da yere düşen işçiye tekme atan müsteşar vardı ya. İşte onun gibilerini yakalayıp....« »Aman hoca n’apıyorsun, zaten telefonum dinleniyor, yakacaksın kendini. Öyle şiddete davet etmek falan...«
Kahkaha attı, »Yok be kuzum, bu yaştan sonra, olacak iş mi? Hani elimden gelse, düşünürüm de, ama 95 yaşımda biraz zor. Demek istediğim egemenlerin, muktedirlerin gözünü korkutan şiddettir. Yani halkın sokağa dökülmesi, devrimcileşmesi, iktidarı hedeflemesi, hesap sorması. Asıl budur önemli olan, bunu örgütleyebilmektir. Kendiliğindenlik bir noktaya kadar.«
Duraksadı. »Ama düşünsene« dedi, »halk adına iki tokat yeseydi, fena mı olurdu?« deyip, telefonu kapattı. »Delirmiş bu« dedim kendi kendime...