Küba Devrimi, emperyalist/kapitalist sistemin tüm saldırılarına karşın, dimdik ayakta durma onura sahip. Sosyalist ülkeler Berlin Duvarı gibi yıkılırken, emperyalist güçler ile kapitalizme geri dönen ülkelerin gözleri Küba'ya çevrilmişti. Küba'nın da bu kervana katılacağı umudundaydılar. Hatta, 20 Mayıs 2002'de G.Bush, Küba'ya Nikaragua'yı örnek alarak kapitalizme dönme çağrısı yaptı. Küba halkı, 8 milyon ıslak imzanın bulunduğu bir karşılık verdi: Sosyalizm ilkesi anayasada değiştirilemez.
Hatice Eroğlu Akdoğan, “Fidel Castro / Kendi Gerçeğini Yaratan Efsane” eserinde, Fidel'in biyografisi ekseninde Küba'yı incelemiş. 'Yaptıkları ve bıraktıklarıyla ölümsüzleşen' Fidel ile yoldaşlarını tanıtmış. Fidel ile Raul'un Küba'yı onlarca yıl yönetmesi sol içinde çokça tartışıldı. Bunun Marksizme, Leninizme ters düştüğü eleştirileri yapıldı.
“Devrimin tek bir adama ait olduğunu düşünmek hatadır. Gerçekten böyleyse işler kötü demektir. Yeni adamlar yetiştirdik. Bir sürü genç insan var. Biz kendimizi yenilemeye çalışıyoruz. Neden beni yenilemiyorlar diye merak ediyor olabilirsiniz. Eğer beni yenileyebilselerdi bu harika olurdu. Ama eğer bu zor günlerde yerime birini bulup emekliye ayrılmaya, istifa etmeye kalkarsam beni dünyanın en hain adamı olmakla suçlarlar...”⁽²⁾
Fidel Castro'nun örnek aldığı kişilerin en başında Jose Marti (1853–1895) gelir. J.Marti, Küba bağımsızlık mücadelesinin öncüsü olan şair ve yazardır. Bartoloméo de la Casas'ın “Yerlilerin Gözyaşları” eserinde İspanyol sömürgecilerin İnka, Maya ve Aztek yerlilerini nasıl yok ettikleri anlatılır. 1511 yılında Küba'da kolonileşmeye başlayan İspanyollar, 1526'da Afrika'dan köleler getirirler. Küba halkının hoşnutsuzluğu, 1868'de ayaklanma boyutuna yükselir. İsyanı örgütleyip başlatan bir çiftlik sahibi olan Carlos Manuel Cespedes'tir. İspanya Kübalılara daha fazla özerklik verme ve reform yapma anlaşması yapmış olsa da anlaşmanın gereklerini yerine getirmez. 1868 ayaklanması sırasında Jose Marti, Küba'nın bağımsızlığı düşüncesini savunan genç bir lise öğrencisi dir. 1892 yılında Küba Devrim Partisi'ni kurar. J.Marti ile Maximo Gomez, 24 Şubat 1895'de bağımsızlık için bir manifesto yayınlayıp savaşı başlatırlar. “Savaş Küba'yı İspanya'dan kurtarıp bir başka efendiye verme denemesi değildir,” anlayışındaki J.Marti başlattığı ilk savaşta vurulur ve 42 yaşında ölür.
İspanyolların zamanla güçten düşüp zayıflamasını fırsat bilen ABD, adanın üstüne çökmek ister. İspanya-ABD savaşında Fidel'in babası Angel Castro da, bir zenginin yerine Küba'ya çatışmaya gider. İspanya ABD karşısında savaşı kaybeder. Bir süre sonra, İspanya'nın yoksulları Küba'ya göç etmeye başlayınca Angel Castro da Küba'ya döner. Fidel (1926) ile Raul(1931), ikinci evliliğinden doğan çocuklarındandır.
Fidel'in Havana Üniversitesi'nde hukuk okurken, kardeşi Raul'u da yanına alır. Öğrenimini sürdürmesini ister. Fidel üniversite döneminde arayış içindedir. Sosyalist Devrimci Hareket'in (MSR) sözcüsü Alfredo Guevara şunları söyler: “Castro bir volkandı, ya Marti olabilecek ya da gangster olabilmeye adaydı.”⁽³⁾
Fidel kendi başına buyruk biridir. Hiçbir grubun içinde yer almaz, ama Ortodoks Parti'nin doğal gençlik lideri gibidir. Marksist literatürle yeni yeni tanışmaya başlamıştır. İlk evliliği sonrası balayı için, New York'a gitderler. J.Marti onun yol açıcısıdır. New York'dan Küba'ya dönerlerken pek çok klasik Marksist eseri yanında getirir.
Batista, 1952'de darbe yaparak anayasayı rafa kaldırır. Seçimleri askıya alır. Bu gelişme devrim için uygun bir ortam yaratsa da, Ortodoks Parti bekle-gör pasifizmi içindedir.
“Benim bir pusulam vardı; bunu Marks ve Lenin'de buldum. Bir de Marti'de bulduğum ahlak. Belki başka faktörlerin de etkisi olmuştur (...) 1952 Batista darbesi gerçekleştiğinde ben geleceğe yönelik bir strateji geliştirdim: devrimci bir program oluşturup bir halk ayaklanması başlatmak. (...) İktidarın devrim yoluyla ele geçirilmesi gerektiği fikrine sahiptim.”⁽⁴⁾
Fidel, o andan itibaren, belirlediği stratejiyi yaşama geçirmek amacıyla, örgütlenmesini bağımsız olarak gerçekleştirmeye başlar. Faaliyetlerini yarı-legal şekilde sürdürür. Paris Komünü, Fransız Devrimi, Zapatista hareketi dahil tarihsel devrimci olayları çok ayrıntılı biçimde inceler. 'Maceraperestliğe' ve 'orduya bel bağlamaya' karşı çıkar. Batista'ya karşı darbe planlayan Milliyetçi Devrimci Hareket'e karşı çıkar. Öngördüğü gibi bu darbe planı da başarısızlıkla sonuçlanır.
Fidel ve yoldaşları⁽⁵⁾ Moncada Kışlası'nın basılmasını planlamaktadır. Moncada sonrasında halkın ayaklanmaya katılmaya başlayacağı düşüncesindedirler. Fidel'in seçtiği devrimci hareket üyelerine atış eğitimi yaptırılır. 26 Temmuz günü gerçekleştirilen Moncada baskını öncesi yaptığı konuşmada şunları söyler:
“Birkaç saat içinde ya muzaffer olacağız, ya da yenileceğiz. Fakat sonuç ne olursa olsun hareketimiz uzun vadede muzaffer olacak. Marti'nin hayali gerçekleşecek.”⁽⁶⁾
Moncada ve Bayamo saldırıları başarısızlıkla sonuçlanır. Batista güçleri 69 kişiyi öldürür. Oradan uzaklaşırlarken Fidel Santiago şehrine bakarak, şöyle seslenir: “Bugün bizim kaybettiğimiz bir gün. Ama geri döneceğiz.”
Moncada baskınından sağ kalanlar ele geçirilir. Batista Fidel'i katlettirmek istese de, kirli planı açığa çıkarılır. Fidel, tarihi savunmasında şöyle der:
“Ben, hapishaneye girmekten korkmuyorum. Yetmiş arkadaşımın canını alan sefil zorbanın gazabından da korkmuyorum. Mahkun edin beni. Önemli değil. Nasılsa TARİH BENİ BERAAT ETTİRECEKTİR...”⁽⁷⁾
Cezaevindekiler içeriyi adeta akademiye çevirmişken, dışarıdakiler af kampanyası başlatır. Bir süre sonra, eylemcilerin yaptıklarından pişman olduklarını beyan etmek koşuluyla salıverilme yasası çıkarılmak istenir. İçeridekiler, siyasi rehine olduklarını belirterek, “bir gram taviz vermeyeceğiz” açıklamasını yaparlar. Ve sonunda af çıkarılır. 15 Mayıs 1955'te Fidel ile arkadaşları serbest bırakılır. Ancak, Batista serbest bırakılanları rahat bırakmak niyetinde değildir. Batista'nın kirli planları ortaya çıkınca, Meksika'ya gitmek zorunda kalırlar.
Meksika'da sürgündeyken Raul, Che'yi Fidel ile tanıştırır. Onlara katılan Che, 1958 yılında Arjantinli gazetecinin kendisiyle yaptığı röportajda şunları söyler: “Fidel, benim üzerimde olağanüstü bir insan izlenimi bırakmıştı. Olanaksıza karşı kafa tutuyor, isyan ediyordu. Bir kez yola çıktığında Küba'ya varacağına, bir kez vardığında ve mücadeleye başladığında yeneceğine sarsılmaz bir inancı vardı, (...) Çünkü ne söylüyorsa onu yapıyordu.”⁽⁸⁾
Fidel Meksika'da da yoğun tempoyla çalışmaktadır. İspanya İç Savaşı'ndan sonra Meksika'ya sürgüne gönderilen altmış beş yaşındaki general Alberto Bayo ile tanıştırılınca onu, toparlayacağı askerlerini eğitme konusunda ikna eder. İlk anda çocukça bulsa da, ikna edilen A.Bayo; “Bu adam tek eliyle dağları kaldırmak istiyor,” diye düşünür.
Meksika'da tüm hazırlıklar tamamlanınca Granma, 25 Kasım'da seksen bir yolcusuyla yola çıkar. Celia Sanchez'in yaptığı planlar doğrultusunda Niguera'ya çıkarma yapılacaktır. İki gün gecikirler. Batista da onları beklemektedir. Granma çıkarmasından hemen sonra başlatılan saldırıda sağ kalanların sayısı sadece yirmi birdir. Saldırılardan sağ kurtularak yanlarına gelen Raul'a Fidel kaç tüfek getirdiğini sorar. “Beş tüfek” yanıtını alınca, verdiği karşılık şudur: “Sahip olduğum ikisiyle bu yedi yapar! Evet, şimdi savaşı biz kazandık.”⁽⁹⁾
Granma çıkarmasında ağır darbe alsalar da, halkın 'uzun sakallılar / Barbudoslar' dediği 26 Temmuz Hareketi gücünü artırır, lojistik destekleri güçlenir. Mücadele yürüten farklı siyasi güçlerle (Devrimci Direktuvar, Sosyalist Halk Partisi) ittifaklar yapılır. Fidel ve Celia'nın özel çabalarıyla dağda 'Marianas' adı verilen bir kadın taburu kurulur. Celia Sánchez kadınlara örnek olan, çok önemli bir rol model ve devrimin önderleri arasındadır. Fidel, 'kadınların erkekler kadar iyi birer asker olabileceğini kanıtladık, erkeklerden daha iyiydiler,' der.
Fidel'in yoldaşlarına sahip çıkma yanı da örnektir. Che'nin Bolivya'da katledilmesi sonrasında “Che'den kalan neydi?” sorusuna verdiği yanıt bu yanıyla da çok önemlidir:
“Bence ahlaki değerler. Che, en yüksek ahlaki değerlerin simgesidir, olağanüstü bir örnektir. Bir ışık halesi ve efsane yaratmıştır. Ben ona büyük hayranlık besler, takdir ederdim.(...) Bize pek çok unutulmaz hazine bıraktı. Tanıdığım en asil, en olağanüstü, en özverili insanlardan biri olduğunu da bu yüzden söylüyorum işte. (...) Ender görülen şekilde öne çıkan insanlar, bu nitelikleri özümseyebilecek, içlerinde bunların tohumlarını taşıyan kendileri gibi milyonlarca insan olmasa, hiçbir şey yapamazlar. İşte devrimimizin cehaletle mücadele etmek, eğitimi geliştirmek için bunca çaba göstermesinin nedeni bu. Herkes Che gibi olsun diye...”⁽¹⁰⁾
ABD, 26 Temmuz Hareketi'ne karşı sürdürdüğü savaşta güç kaybeden Batista'ya verdiği desteği çekip, yerine başkasını geçirmek ister. Fakat, 'MR-26-7' saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Ve 2 Ocak 1959 günü Moncada kışlası ele geçirilir. Fidel 8 Ocak'ta Havana'da zafer konuşmasını yapar.
Küba, 63 yıllık devrim sürecinde, emperyalizmin tüm saldırılarına karşı onurlu duruşunu sürdürdü, taviz vermedi. Küba efsanesini yaratanların önderliğini yapan Fidel, 26 Kasım 2016'da aramızdan ayrıldığında, vasiyeti gereği naaşı yakıldı. Gerilla savaşını başlattıkları Sierra Maestra dağındaki bir kaya mısır taneciği şekline getirilir. Bu mısır taneciğinin ortasındaki oyuğa Fidel'in küllerini yerleştiren ise, yoldaşı ve kardeşi Raul Castro'dur. Böyle yaparak, “Dünyanın bütün şaşaası bir mısır taneciğinin içine sığar,” diyen Jose Marti'ye duydukları saygıyı da göstermişlerdir.
30 Kasım'da Havana'da Devrim Meydanı'nda düzenlenen cenaze töreninde alanı dolduran Kübalılara, “Fidel nerede?” diye seslenildiğinde, verilen karşılık şudur:
“Yo soy Fidel!” (Ben Fidel'im)
Kitap pek çok şeyi düşündürtmesi yanısıra, Küba Devrimi öncesi ve sonrası gelişmeler hakkında okuyucularını bilgilendirdiği için okunması gereken bir eser.
Küba devrimi, ülkemizde, sınıf mücadelesini sürdüren kimi silahlı mücadele örgütleri arasında en olumlu örneklerden biriydi. Bana göre, Mahirler, Denizler, İbolar da Fidel gibi sorumluluklarının gereğini yaptılar. Onlar katledilerek devrim sürecine nokta konmak istense de, yarattıkları stratejilerin peşinden giden milyonlar oldu. Günümüzün gerçeklerine baktığımda, şunu demek zorundayım: Siyasal boşluğu doldurabilmek için, ülkemizde de yeni Fidellere ihtiyaç var. Bu, tartışılmaz bir gerçektir.
⁽*⁾ Hatice Eroğlu Akdoğan'ın “Fidel Castro / Kendi Gerçeğini Yaratan Efsane” adını verdiği eserine ilişkin bu değerlendirmem, 09.02.2022 tarihinde “Yazı Atölyesi”nde (www.yaziatolyesi.com) yayınlandı. Burada sizlerle de paylaşmak istedim.
⁽¹⁾ “Fidel Castro / Kendi Gerçeğini Yaratan Efsane”, Hatice Eroğlu Akdoğan, Ceylan Yay., 1.baskı, Kasım 2021
⁽²⁾ Leycester Coltman, Yaşayan Devrimci Fidel Castro, Çeviren Şebnem Kırmacı, Kesit Tanıtım Ltd.Şti, 2005 Ankara, s.322... Age, s.319
⁽³⁾ Age, s.44
⁽⁴⁾ Ignacio Ramonet, Fidel Castro; İki Ses Bir Biyografi”, çeviren Bülent Levi, Doğan Kitap, 2006 İstanbul... Age, s.79
⁽⁵⁾ Hayde Santamaria, Melba Hernandez, Jesus Montane ve şair Garcia Fidelista hareketinin ilk öncüleridirler. Daha sonraları bu sürece Raul Castro, Celia Sánchez, Pedro Miret, Camilo Cienfuegos, Frank Pais, Ernesto Tizol, Jose Luis Tasende ve Meksika'da Che Guevara...
⁽⁶⁾ Age, s.109
⁽⁷⁾ Age, s.141
⁽⁸⁾ Age, s. 162
⁽⁹⁾ Age, s.190
⁽¹⁰⁾ Ramonet, s.223-224... Age, s.285