Bahar geliyor. Sabah kahvaltım olan Çağlayan mesailerini okumayı ihmâl etmiyorum yine.

Büyük bir isyanla atıveriyorum bu başlığı işte.

Oralarda yaşayamadıklarımızı, okuyamadıklarımızı, kaçırdıklarımızı aktaran kadın akademisyenlerle besleniyorum her sabah. Mahkeme savunmaları, koca bir tarihsel inceleme-araştırma kitabı mahiyetinde olan bu kadınları! Yılmadan, yorulmadan; Alman tarihini karıştırmaya, Alman yazarlardan aktarımlar yapmaya devam ediyorlar. 1933 öncesinde, gelecek olan günlerin çözümlemesini yapan yazarları öneriyorlar, dünyanın bugünüyle benzerliklerini sıralıyorlar.

Yürekten, dolu dolu teşekkürler ediyorum onlara her gün.

***

Bahar geliyor. O kaçarken, usanmadan yakalamaya çalıştığımız güneş ışınları göründü yine bu memlekette.

8 Mart hazırlıkları konuşuluyor harıl harıl. Dışımızdaki sansürler sıralanmakla bitmez. Ancak Avrupa’nın göbeğinde, toplumsal döngünün bizlere vurduğu sansürlere karşı kulaç atmakla geçiyor her gün. “Söylesem ne fayda, değiştirmek çok güç” deyip sustuğumuz da oluyor ara ara. Yine de söylemek-konuşmak için direniyoruz her gün. Ama her gün.

“Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız,\ silkeler durur düşman, silkeler durur bizi,\ ve yemişlerimizi daha rahat daha kolay toplamak için,\ vurur prangayı ayağımıza değil,\ vurur prangayı kafamızın içine.” dizeleri dınk dınk dınk geziniyor kafamda.

***

Ötesi mi var! Daha daha ötesi mi var bu yaşananların!

Yazarken bile ürperiyorum; memlekette sayısı ikiyüz bine varan hamile kız çocuğu raporları sunulmakta. Raporu duyan-okuyanlar, bunları “defolu mal” gibi algılamakta! Göçmen kadınların; evlerini anonslarla terkedişleri, ardından başlarına gelenlerin istatistiki verileri toparlanıp sunulmakta. Bir duyarlılık yaratılmaya çalışılmakta. Bunların dillerde dönüşü ise, “çatlak yumurta” mahiyetinde âdeta!

Dünyada şiddet sebebiyle genital yaralanmalara uğrayan kadınların sayısının iki milyonu aştığı bildirilmekte. İnsanlar bu haberlere, “çürük domates” gibi bakıp geçmekte.

Buralarda, katolik kiliselerinde ayyuka çıkan; kiliselerdeki çocukların cinsel istismarı gündemli Vatikan Konferansı haberleri her gün merkezde. Ancak onlar henüz Afrika ülkelerindeki verileri toparlayamamışlar! Oralarda durum daha vahimmiş! Bu sefer de kız değil, bir erkek çocuğunun ifadelerinin görüntüleriyle, sadece “duyarlılık sağlama görevini” merkeze almışlar! Bütün bunların ısıtılıp ısıtılıp sunulmasını protesto etmekte belli gruplar-kişiler. Kilise üyeliklerinden çıkanlar arttıkça artmakta.

&219a paragrafı reforme edildi; yine inatla kaldırılmadı. Protestolar devam edecek.

***

Yani, savaşlarda öldürülen binlerce insan gibi! Kadın cinsine yönelik her türlü insan hakkı ihlali; medyada-dilde, kanıksattırma faaliyetinin zirvelerinde seyretmekte.

KADIN CİNSİNİN DİLDE ANILIŞI; farkettirilmeden, büyük bir ustalıkla cisim haline dönüştürülüp durmakta. Bu ise gündelik sohbetlerimize dek ve büyük bir farkındasızlıkla sirayet etmekte.

***

“Haziran Seçimleri” dönemini hatırlar buralarda yaşayanlar. HADEP’in kazandığı il ve ilçe belediyelerinde yürüttüğü kadın projeleri, o topraklara ait önemli deneyimlerdi. Birazcık nefes alınabildiğinde, nelere adım atılabileceğinin göstergeleriydi. O dönemin ürettiği kadınlar hâlâ ayakta!

O dönemde buralarda da; en azından NAVDEM çatıları altındaki platform toplandılarında belirli adımlar atılmaya başlandı. İstisnasız her toplantının sunumunu kadınlar yaptılar. Çay-kahve vs. servislerini de erkekler. Daha çok kadın katılmaya ve konuşmaya başladı. Kürt, Türk, Ermeni, Alman, Süryani, Alevi... bütün kadınlar... Her seferinde canlı yaşadığımız bu sahneleri, bütün bu deneyimleri, özellikle de erkek görüntülerini öyküler halinde kaleme almak için notlar tutmaya başlamıştım.

Toplumsal sansürlerin parçalanışının, pratikteki diliydi bu deneyimler. Dehşet güzeldi. 15 Temmuz sonrasında gelişen rüzgârların, burada atılan bu yönlü adımları da hemen yerle bir edebileceğini hiç tahmin etmemiştim. Yazılı hale getirebileceğimiz kadar dahi ömrü olmadı bu adımların...

***

8 Mart hazırlıkları konuşuluyor harıl harıl...

“İyi ki böyle etkinlikler gelenekselleşmiş buralarda” derdim ilk geldiğim yıllarda. Almanlar açısından da, Türkiyeliler açısından da bu döngü büyük benzerlikler göstermekte. Ancak aynılaşan döngülerin adının, kısır döngü olduğu, çürümeye sebebiyet verdiği de bilinmekte!

“Kadın Arkadaşlar”, “Liebe Frauen” diye gelen mailler değil, bunların içeriği artık ürpertiyor beni.

Pozitif ayrımcılığın tarihsel doğumu, sebepleri bilinir. Bunun dahi erkekler tarafından harıl harıl tartışılıp, bu kadar mekanik bir şekilde NEGATİF AYRIMCILIĞA dönüşmesine hayıflanmamak mümkün değil.

Buralarda; gece rahat rahat sokakta yürüyebildiğimiz, ekmeksiz kalmadığımız, yürüdüğümüzde joplanmadığımız topraklardayız. Ancak insanlığı ayakta öldüren, çok büyük başka sıkıntılarımız var!

Anlatıcıları dinleyen olmaktan kurtulamayan, anlatan olmaya soyunamayan-soyundurulmayan bir kadın gerçekliğinin içerisindeyiz. Daha hâlâ, okumanın-yazmanın ağırlıklı olarak erkek rolü olarak önümüze çıktığı sahnelerdeyiz. Kadına görev bahşetme rolüne alışkın, cüretli, ürpertici erkek sahnelerindeyiz.

***

Elbette Leyla Güven ve tüm tecrite karşı duranların sesini sokaklara taşıyacağız. Hatta bu en yalın insani sorumluluğu, yaptığımız bir ‘iş’ olarak addetmeden, tüm doğallığıyla!

Elbette 8 Mart’ın tarihini yeniden hatırlatacağız, hiç usanmadan.

Ancak kadın cinsinin; duyguda ve düşüncede bu denli cismanileştirildiği bu asırda, değişimi-dönüşümü hep geleceğe ertelemenin ağır yaraları kanamakta hayatımızda.

Duyarlılık ve duyarlılıkla harekete geçmek, dayanışmak iyidir. Ancak uzağımızda yaşananları, oralarda verilen mücadeleleri; buralarda bizzat kendimiz veriyormuşuz sanrısına kapılmak tehlikelidir.

***

Yılmayalım!

Cinsimizin, kendi hemcinslerimiz arasında bile cisim muamelesi gördüğü; sistemin bunu bizzat kendi gözümüzde dahi kanıksatarak meşrulaştırdığı, geri toplumsal değer yargıların iliklere dek işlediği bu kansere karşı mücadele verme cüretini göstermediğimiz bu nokta, tam da tükenişin virajıdır.

Tükenmeyelim! Cisim muamelesi gördüğümüz her alanda, toplumsal sansüre rağmen; önce dilimizi tutmamayı başaralım. Susmayalım!

Az kaldık! Birbirimizi daha çok sevmeye ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Çelme takarak tökezleyip-tökezletmek yerine, daha çok kolkola yürümeyi başarmak zorundayız.

Ertelemeyelim! Artık bu yaraları, yarına ertelemeden sarma cüretini gösterebileceğimiz 8 Martlar’a ulaşmak zorundayız!