Erdoğan, padişahlığını ilan etti. Hemen belirtmeliyiz, AKP'nin Kongresi olduğu söylenen ve kalabalıkların alet edildiği, sadece, Erdoğan'ın padişah ve halifeliğini ilan etmek için düzenlenmiş ve gerçekleştirilmiş bir seramonidir. Erdoğan, bu şatafatlı gösteriyle, topluma egemen kılmak istediği korku rejiminin bütün yöntemlerini kullanarak ve tüm diktatörlerin yaptığı gibi, ne kadar kudretli olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Yapılan bu gösterinin bir parçası da Erdoğan'ın konuşmasıydı. Bu konuşmada, Erdoğan'ın iktidara geldiğinden beri topluma dayattığı tek adam diktatörlüğünün nasıl bir şey olduğunun tüm emareleri bulunmaktaydı.
İlk olarak ve AKP'li bir cumhurbaşkanı olarak, OHAL'ın kaldırılamayacağına, bütün yetkileri eline almışlığın rahatlığıyla, karar verdi ve kararını, bulunduğu kürsüde açıkladı. Padişah Erdoğan, OHAL'ın 'huzur gelene kadar' devam edeceğine, kaldırılmayacağına dair kararını, hemen oracıkta, irticalen ve ayakta konuşurken verdi. Böylece tek adam olmanın ne kadar hızlı ve kolay karar almaya yol açtığını göstermiş oldu.
Kimin huzurunun bozulduğundan bahsettiğini anlamak zor değildi. Bütün ezilenlerin, Kürtlerin, Alevilerin, yoksulların ve muhalefet edenlerin huzurunu kaçıran OHAL, Erdoğan ve şürekasının huzurunun sağlanması için gerekiyormuş demek ki. Padişah Erdoğan,tek adamlığını ilan ettiği bu gerçeği de kendi ağzıyla itiraf ediyordu.
Erdoğan ve şürekasının huzurunun kaçması çok olağandır. Çünkü Erdoğan halklara karşı sürdürdüğü savaşta, kendi adına güvende değildir, bu savaşı kazanamamaktadır, kazanamayacaktır, bu nedenle korkmaktadır. Saldırmak, diz çöktürmek amacıyla yöneldiği her toplumsal kesimde ve her defasında, tepki almış, karşılık görmüştür. Kendince OHAL koşullarında ve en kuralsız biçimde saldırdığı bu kesimlerin teslim olmasını bekleyen devlet ve Erdoğan'ın şürekası, ortaya konan direniş karşısında çılgına dönmekte, daha çok saldırganlaşmaktadır.
Erdoğan, diktatörlüğü, tek adamlığı o kadar içselleştirmiş ki, devletin ilgili kurumlarının, örneğin bakanlar kurulunun alabileceği böyle bir kararı, tek başına alabiliyor ve sözde kongre denen gösteride ilan edebiliyor. Hiç bir devlet kurumunda veya ana muhalefette hiç kimsede çıkıp 'be adam sen nasıl böyle bir karar alıyorsun' diye sormuyor, soramıyor. İşte tek adamlık ve diktatörlük budur, böyle bir şeydir.
Önümüzdeki süreçte bu türden çok fazla uygulama ve pratik durumla karşılaşacağımızdan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Erdoğan'ın çok istediği idam cezasının gelmesi de, eğer Erdoğan'ın gücü yeterse, bu yolla pratikleştirilebilinir. idamın yasal kılıfını yaratamazsa bile Erdoğan, o çok övündüğü dedeleri gibi, 'tiz başı vurula' dediğinde, birilerinin köşe başlarında, kuytuluklarda, faili meçhule gitmesi söz konusu olursa kimse şaşırmasın.
Geçmişten de sık karşılaşılan Erdoğan'ın her konuda tek başına karar vemesi, bu süreçten sonra çok daha etkin bir yöntem olarak uygulanacak, temel bir yönetim tarzı olacaktır. Sembolik olarak bile kurumların varlığının hiç bir değeri ve anlamı olmayacaktır.
Erdoğan'ın inşaa etmeye çalıştığı diktatörlük, üç yönlü kontrolsüz şiddete dayandırılmaktadır. Bu şiddet araçları, devletin şiddetinin yanında, İŞİD'in şiddetini ve SADAT vasıtasıyla oluşturulmuş olan, doğrudan Erdoğan'a bağlı paramiliter güçlerin şiddetini içermektedir. Erdoğan'ın iktidarının ve yaptığı gösterinin kaynağı budur. Pervasızlığı, bu üç şiddet aracınının kontrolszu kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Ancak bütün bu şiddet aygıtlarına ve korkunç yalan makinalarına rağmen, Erdoğan'ın diktatörlüğüne meydan okuyanlarda vardır. Erdoğan'ın diktatörlüğünü ilan ettiği an'larda iki insan açlık grevinde ölümüne bir direniş içindeydiler. KHK ile elinde alınan işlerine dönmek için sürdürdükleri açlık greviyle, Erdoğan'ın diktatörlüğüne direniyorlar. Günlerdir devam eden ölümüne direniş, defalarca polisin saldırılarına uğramış, ancak direnişçiler geri adım atmayarak teslim olmamışlardır. En son devlet, direniş alanında bulunan insan hakları anıtını da gözaltına alarak, kitlenin alana gelmesini engellemeye çalışmıştır.
Erdoğan ve Türk devleti, bütün bu şiddet aygıtlarına ve imkanlarına rağmen, Ankara'nın merkezinde devam eden bu direnişin yeni bir Gezi ve Tekel direnişi yaratabileceinden korkuyorlar. Şehirlerde yaşanan bu tür direnişlerin Kürdistan dağlarında devam eden direnişle birleşebileceği ihtimali uykularını kaçırmaktadır. O nedenle Kürdistan dağlarını bombalarla tahrip ederken, Ankara'nın göbeğinde bir anıtı gözaltına alacak kadar çılgınlaşabiliyor, akıllarını kaybedebiliyorlar.
Bütün bunlardan dolayı onlar kaybetmenin çılgınlığıyla saldırırken, halklar, kazanıyor olmanın vakuru ve güveniyle, daha çok çalışıyor, daha çok mücadeleye sarılıyorlar.