“Fotoğraf; bir kalma inadı.”[2]

İnsan, her şeye görmekle başladı. Kolay mı? Görebilmek belki de beş duyunun en anlamlısıydı.

Elbette bakmakla görmek arasında, kesin bir fark vardır. John Berger’ın, “Belli bir anı ve onun sonsuzluğunu yakalayan kendiliğinden bir dürtüdür,” notunu düştüğü fotoğraf bir dildir; bir anın sonsuzluğa taşınmasıdır.

Önceden öngörülemeyen sonuçları olan garip bir icat olarak nitelendirir John Berger fotoğrafı. Çünkü temel hammaddesi ışık ve zamandır. Fotoğraf zamanın bir anını korur ancak anlam anlık değildir. Tıpkı Ludwig Wittgenstein’ın dediği gibi, anlam bağlamda belirlenir. Bu nedenle fotoğrafta anlam belirsizdir. İşte bunun için John Berger, “Bir fotoğrafı anlamlı buluyorsanız ona mutlaka o anı aşan bir geçmiş ve gelecek atfediyorsunuz demektir,” der.

Tarih açısından varlığın sureti, kendisi kadar önemliyken; zamana sahip olmak için suretini aracı kılarız… Fransız kimyager Louis Daguerre’nin görüntüyü ilk kez kağıt üzerinde tespit etmeyi başarması ve geliştirdiği yöntemin ve makinenin Fransız bilimler akademisi tarafından 1839 yılında tanınması ile başlayan[3] andan bugüne; kıyıya vuran Suriyeli Kürt göçmen çocuğun (Aylan Kürdi) cesedi, fotoğrafın nasıl bir güce sahip olduğunu bir kez daha sergilemiştir.

* * * * *

“Fotoğraf, sanat olarak görülmezden önce tekniğin olanaklarıyla tarihin analojik bir kopyasını üreten bir araç olarak görüldü. Çünkü her fotoğrafın içeriği, tarihti. Walter Benjamin için fotoğraf, geçmişi görmemizi sağlıyordu ve o yüzden tarihle bağdaşıklık kurulabilecek bir potansiyele sahipti. Aynı zamanda fotoğraf kültürün yeniden üretimi ve yayılması bağlamında ortaya çıkan bir kitle iletişim aracıydı.

Değil mi ki; fotoğraf görüntülenen anı sonsuza kadar koruyabiliyordu ve geçmişte gerçekleşen görüntünün bir anının tarihe konu olarak saklanması mümkündü, o hâlde tarih düşüncesi ile fotografik düşünce aynı yönde hareket ederdi.

Benjamin için tarih her zaman kültürel süreçte mevcuttu. Kültürel süreç içerisinde fotoğraf ise imgeyi ele geçirip bağlamından kopararak tarihin akışını durdurmaya çalışan bir araçtı… Ona göre hatırlamanın görevi, bugünle geçmişi birbirine bağlayan anların inşasıydı. Tarihsel süreklilikten koparılmış bu anlar, birer diyalektik imgeyken; bu bağlamlı tarihsellik, geçmişin ebedi imgesini sunmaktaydı.

Tarihsel anlamda kültürün ve sanatın yeniden üretimi, fotoğrafik olarak çoğaltılmakta, geçmiş daha anlaşılabilir ve ebedi olmaktadır. Ebedi olma düşüncesi bir teknik yeniden üretilebilirlik düşüncesidir. Benjamin teknik yeniden üretilebilirliğin ancak bilim ile sanat arasındaki tarihsel ilişkileri göz önünde bulundurarak anlaşılabileceğini öne sürer.

Alıntılama, belki de fotoğrafın bir başka adıdır. Benjamin hem tarih hem de fotoğrafı için alıntılama yapısının geçerli olduğundan bahsetmektedir. Kaybolan geçmişi geri getiren fotoğraf, hem kişisel hatırayı, hem de tarihi oluşturan kolektif hafızayı alıntılayan çift yönlü bir araçtır.”[4]

* * * * *

Susan Sontag’ın, “Fotoğraf ölümlülerin envanteridir”; Walter Benjamin’in, “Göz yerine kameraya hitap eden şeyin doğası farklıdır. İnsan, optik bilinçdışından fotoğraf sayesinde haberdar olur,” diye betimlediğ fotoğraf geçmişin yadigarı, olup bitenlerin izleridir. Çünkü “Bütün fotoğraflar bir ulaşım biçimi, yokluğun bir dile gelişidir.”[5]

Işığın kağıda veya elektronik belleğe kaydedilmiş hâli olarak görünmeyeni görünür kılarak; görüneni kalıcılaştırıp, sabitleyen fotoğrafçılık; kimine göre, “teknolojik bir sanat”tır.

Abe Kobo’nun, “Fotoğrafçı... görendir... en iyi yaptığı şey, nereye olursa olsun delik açmaktır,”[6] diye tanımladığı fotoğrafçılık, “fotoğrafçı”nın da bildiğinden daha geniş içeriğe sahipken; sadece fotoğraf çekme işi değildir; “Gerçeğin karelenmesi”dir.

André Bazin’in, “Tüm sanatlar insanın varlığı üzerine kurulmuştur, sadece fotoğrafçılık onun yokluğundan bir avantaj türetmiştir,” notunu düştüğü bu edimin sadece bir düğmeye basmak olmadığını idrak etmek gerek. Çünkü teknikten önce ruh gerektirir o…

Işıkla şiir yazma işi olan fotoğrafçılık konusunda Henri Cartier-Bresson, “İlk 10.000 fotoğraf en kötüsüdür,” derken; bu “Sanat mıdır?” sorusunu şöyle yanıtlar Ara Güler, “Sanatçı olmanın en kolay yolu fotoğrafçı olmaktır. Sıkıysa müzisyen ol…

Bu kadar küçük bir şey sanat olmaz. İki adamı yan yana koydum, ben onları çektim biraz da estetik kattım diyelim... Bu sanat olur mu?

Sanatçı Mozart’dir, Beethoven’dir, Picasso’dur. Bunların yaptığı sanattır, sanat bir mesaj verir. Düşün, fotoğraf hakikâten sanat olsaydı bir dijital çıktı diye, bu iş bu kadar ayağa düşer miydi?

Şimdi herkes kendisine fotoğraf sanatçısı dedirtiyor. Bunlar sanatkâr mı be, çöpçü bile olamazlar! Biz de enayi gibi onlara inanıyoruz.”

* * * * *

Etimolojik olarak “Fotoğraf” sözcüğü “Photographia”dan gelir; “Photo” ışık; “Graphia” da çizmek anlamına gelir; bu da “ışıkla çizmek”, “ışığın resmini çizmek” demektir.

Işıkla çizmek anlamına gelen fotoğraf geleceğ(imiz)e bıraktığımız bir izdir.

Bertolt Brecht’in, “Fotoğraf realitenin yansıması değil, yansımanın realitesidir,” diye tanımladığı; yitmiş zamanı yaşatmaktır; kadraja alınandır; anın dondurulmuş hâlidir veya anı yakalamak eyleminin tek nesnesidir o…

Fotoğraf binlerce kez çoğaltılmış bile olsa tek kopyadır; gören gözdür. Bir daha olamayacak olan anın zamanın elinden kurtarılmasıdır. Geçmişin şimdideki suretidir ve bu hâliyle de fotoğraf geçmişte değil, şimdidedir.

İyi gören bir göz iyi fotoğraf çekerken; güzel bir fotoğraf, aslında gerçeği farklı bakış açılarıyla gösterme, gerçeği hatırlanabilir kılma, gerçeği hayalle süsleme aracı özelliği taşır.

Kalıcı bir fotoğraf karesi; sabrın, özverinin, bilginin ve yeteneğin kesiştiği yerde oluşur[7] ve bir hikâyenin tarihsel parçasıdır.[8] Daha doğrusu geçmişimizin bir parçası değil, bir parçamızın geçmişidir o.

Çünkü duyguların bir kareye sıkıştığı an olarak hayata tanıklık eden fotoğrafı bu kadar etkileyici yapan şey, zamansız olması ve hatta uçsuz bucaksız bir zamana dağılmış olmasıdır; çünkü o “sonsuz”dur.

Zamanın bir anını sabitleyen ve anıları somutlaştıran yegâne nesnedir; zamanın yok ediciliğine karşı bir panzehirdir.

* * * * *

“Bak”, “gör” komutlarıyla tarihin görsel hafızası olarak “Fotoğraf, geçmekte olan gerçek anın yakalanmasıdır,” diye ekler Jacques-Henri Lartigue.

Zamanı dondurabilen fotoğraf, hayatlarımızın belleği hâline gelirken; fotoğraf gören gözün aynasıdır; bir anı, anıyı bünyesinde saklar; yani geçmişi unutmamanın en renkli hâlidir o.

Fotoğraf ışıktır, ani ölümsüzleştirmektir, gözlemdir, hissetmektir, tarihe iz düşmektir; ama bunların da ötesinde, paylaşmaktır. Veya Judith Butler’in ifadesiyle, “Fotoğraflar kendi yıkımına doğru ilerleyen insan hayatının masumiyetini, kırılganlığını ifade eder; fotoğrafla ölüm arasındaki bu bağlantı bütün insan fotoğraflarına musallat olmuştur.”

Yani “Fotoğraf, anın geçiciliğine karşı, sanatın geliştirmiş olduğu en önemli savunmadır. Her fotoğraf, çekilen nesnenin ışınlarını kendinde toplar. Yok olmaya mahkûm olan kişi, eşya, hayvan ya da manzarada yayılan ışınları kendine çekerek, gerçek anlamda bir türlü ölümsüzlük yaratır...”[9]

Hayal etmeyi kolaylaştıran bir özlem giderici olarak “fotoğrafçı” dendiğinde, akıllara gelen ilk isimler Annie Leibovitz, Diane Arbus, Sebastiao Salgado, Henri Cartier Bresson, vb’leridir.

* * * * *

Elbette fotoğraf, sadece fotoğraf değildir. Zamanın alıp götüremediği ender şeylerdendir fotoğraf, bazen de gerçeği gizlemeye yarar.

Fotoğraf gerçekliği gösterdiğini varsayarak onu perdeleyebilir; “güzel”i “çirkin”, “çirkin”i “güzel” gösterebilir; “iyi”yi “kötü”, “kötü”yü de “iyi” gösterebildiği gibi.[10]

Fotoğrafın gösterdikleri her zaman gerçektir ancak fotoğrafçı için her zaman aynı şey söylenemez. Çünkü şunların altını çizer Susan Sontag: “Bütün fotoğraflar memento mori niteliği taşır, yani ölümü akıldan çıkarmamaya yarar. Bir fotoğraf çekmek, başka bir insanın (ya da şeyin, durumun, vb.) ölümlülüğüne, incinebilirliğine ve dönüşebilir hâline dahil olmaktır. Söz konusu anı dilimleyerek donduran bütün fotoğraflar, zamanın amansız eriyişinin tanığıdırlar.”[11]

Bu arada John Berger, “Belirsiz” olarak tanımlar fotoğrafı. Çünkü fotoğraf, bir konuşma içinde bağlamından koparılarak alıntılanmış bir cümle gibidir. Fotoğraf, süregelen zamanın içinden koparılmış bir andır. Evet, fotoğraf yalan söylemez. Gerçeği alıntıladığı için, fotoğrafın doğasında yalan yoktur. Ancak, fotoğraf doğruyu da söylemez, bağlamından koparılmış her şey gibi eksiktir. Bu yüzden de sözcüklerle tanımlanmaya ihtiyaç duyar. Altında bir açıklama bulunan fotoğraf güven vericidir.

* * * * *

Toparlarsak: Gerçekliğin ölümü ve varlığın görüntü olarak sonsuzluğa dirilişi olarak fotoğrafı, fotoğraf yapan ışık kadar; “Hakikâtin gösterilmesi, kamunun gerçeğe ulaşması”dır.[12]

Geçmişin somutlanması, belgelenmesi, bir tür direnme, boşluğa bırakılan zamanın dondurulması, anıların yeniden, yeniden yaşanabilmesi olarak fotoğraf; unutan zihinlere, yok olan bedenlere, sona eren yaşamlara bir kanıttır.

Zamanda yolculuktur ya da “Fotoğraflar yitirilmiş anları belgeler. Yitirilmiş anlar, zaman ile ölüm arasında en kısa yoldur,” Murathan Mungan’ın ifadesiyle…

Evet insan(lık)ı bir anda bambaşka bir zamana, mekana götürebilen karedir; bakmak, görmek, kaydetmektir; zamanın görsel türevidir.

Çünkü “Fotoğrafın doğasında ‘konusuna’ değer kazandırma eğilimi vardır. Her neyin fotoğrafı çekilmişse, o artık çok daha dikkatli bakışlarla incelenmeyi, başka türlü bakılmayı, görülmeyi, üzerinde düşünülmeyi hak ediyor demektir.”[13]

Diğer bir yandan da asla bir anı değildir; geniş zamana aittir, hem de oldukça geniş. Anıyı durdurur ve onu, hâkimiyet kurduğu engin zamanın çok küçük bir diliminde karşı anıya çevirir.

Ara Güler’in, “Sanat olmasına gerek yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zapt ediyorsun. Bir makine ile tarihi durduruyorsun,” saptamasındaki üzere…

Ve bir uyarı da, “Geleceğin okuryazar olmayan insanları, okumayı bilmeyenler değil, fotoğrafları okuyamayanlar olacak,” diyen Thomas Ruff’dan…

29 Nisan 2019 23:45, İstanbul.

N O T L A R

[1] İnsancıl Dergisi, Yıl:29, No:347, Haziran 2019...

[2] Roland Barthes.

[3] Fotoğraf Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yay., s.196.

[4] Murat Yaykın, “Tarih, Fotoğraf ve Angelus Novus (1)”, Birgün, 28 Aralık 2017, s.19.

[5] John Berger-Jean Mohr, Yedinci Adam, Çev: Cevat Çapan, Agora Yay., 2011.

[6] Abe Kobo, Kutu Adam, Çev: Ahmet Gürcan, Remzi Kitabevi, 1993, s.33.

[7] Alman fotoğrafçı Thomas Hoepker “Fotoğraf biraz da şans işi. O anı yakalama meselesi. Sabırla bekleme meselesidir,” (Emrah Kolukısa, “Thomas Hoepker: Fotoğraf An Meselesidir”, Cumhuriyet, 24 Mart 2017, s.15.) der.

[8] Ekümenik Rum Patrikhanesi’nin fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos, Rumları İstanbul’dan kovmak amacıyla tertip edilen 6/ 7 Eylül faciasını belgelemenin ve çektiği fotoğrafları dış basına vermenin bedelini ağır ödedi. Önce hapse atıldı, sonra da Türkiye’den sınır dışı edildi. İstanbul’u bir daha asla göremedi. (Özlem Ertan, “6/ 7 Eylül’ün Bu Yüzünü İlk Kez Göreceksiniz”, Taraf, 7 Eylül 2015…http://www.taraf.com.tr/yazarlar/6-7-eylulun-bu-yuzunu-ilk-kez-goreceksiniz/)

[9] Ahmet Ümit, Beyoğlu Rapsodisi, Everest Yay., 2010.

[10] “Fotoğrafın hiperreal hâli, temsil ettiği gerçekliğin yerine geçerek nesnesinin varlığının doğrulanmasını tehlikeye sokar. Fotoğrafın sahibi, fotoğraftaki hâline benzemek için kendisine çeki düzen vererek, ilk hâline, kökenine benzemeye çalışır.” (Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, çev: Oğuz Adanır, Doğu Batı Yay., 2003.)

[11] Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Çev: Reha Akçakaya, Altıkırkbeş Yay., 1993.

[12] Özcan Yaman, “Fotoğraf, Mizanpaj ve Algı”, Evrensel, 4 Aralık 2015, s.16.

[13] Murathan Mungan, Aşkın Cep Defteri, Metis Yay., 2012.