Göçmen İşçi / Akademisyen  

Gönüllü Sürgün*

“Ergani’ye(...)

Sen doğduğum Ergani şehrim Biliyorum ben de suçluyum sana karşı Yetiştirdiğin doğana ve zenginliklerine Dünyanın belki daha görüp şahit olmadığı O yanık kaval çalan dertli Hafız’ına Çıkmadık sahip bu değerli insanlarına O güzel toprak bağ ve bahçelerine Seni de talan ettiler o malum düşmanların Mağrur duruşunla olan tüm güzelliklerini...”

Belirli bir yaştan ve çok çeşitli yaşam tarzlarından gelip de, başka bir ülkede yaşamayı öğrenmek, nasıl yaşayacağını keşfetmek hiç ama hiç kolay bir iş değil. Ve her konuda olduğu gibi, bu konuda da ne kadar öğrenirsek öğrenelim, hep eksik kalan bir yanımız var.

İletişim hızının artması, bizi her şeyi bilip her şeyden haberdar olduğumuz gibi koca bir yanılgı dünyasına da sürükledi. Hayatı, kendi deneyimlerimizin-bilgilerimizin çerçevesine sıkıştırmak hep tehlikeliydi. Şimdilerde daha da tehlikelileşti. Ve bu hâl, hele hele başka bir ülkede yaşamak zorunda kalmışsak, bizi; başka deneyimlerle, başka birikimlerle ufkumuzu genişletme yolculuğunda hayli mahsur bırakıyor. Kuşaklar arasındaki kopukluk, bizi yok edebilecek denli tehlikeli uçurumlara dönüşüyor. Bu anlamıyla, kendimizin ya da benzerimiz olduğunu düşündüklerimizin dışındakilere de “bunlar da varmış” diyerek; düşünsel dünyamızda daha geniş bir okyanusa kulaç atmak muazzam derecede bir önem kazanıyor.

Şüphesiz ki; bu kitabı Türkiye’de yaşayanlar ve buralarda, sürgünde yaşayanlar bambaşka gözlüklerle okuyacaklardır. Ancak bu kitapta hepimizin, çok arı-berrak bir okyanusta ortakça ilerleme şansını yakalayacağımızı söylemek sanırım abartı olmaz.

***

Çok yaşamak, hem de Türkiye’ye göre daha refah bir yaşam seviyesi içerisinde çok yaşamak kolay gelebilir. Ancak aslında her yerde ‘yaşamak zor zanaat’tır. Ve bu zanaatı icra etmek kolay bir iş değildir. Gerçekten kolay bir iş değildir. Ergün Sönmez’in yazınını okurken; değerlendirmelerinde, çözümlemelerinde ya da anı aktarımlarında buram buram samimiyet kokan, tarihe-yaşadıklarına yabancılaşmamış bir dili dinlemek, bütün bunlara ne kadar da hasret kaldığımızı hissettiriyor.

Ve bütün bunlar onun gerçekten de bu zor zanaatı başardığının aynası oluyor.

Bu anlamıyla Ergün Sönmez’in koca bir ömre sığdırdığı tarihsel anlar, coğrafya-insan-yaşam tarzı manzaraları da; hem Türkiye tarihinin, hem de sonrasında yaşadığı Avrupa tarihinin önemli bir kesitini içermesi bakımından çok değerli.

“Sevgi, bireyin diğer bir bireye, bir şeye, yurduna, halkına, tabiata, sanata veya bir fikre, özgürlüğe, ideolojiye olan özel ilişkisi, kendisiyle meydana getirdiği duygu varlığıdır denilebilir. İyiki Ergani’de doğmuşum. Dayanıklılığımız belki bir parça buradan gelir. [...] Ergani’de yaşadığım ve gördüğüm bu ve benzeri baskı, şiddet ve ayrımcılıklar beni sonradan bir sosyal savaşçı yapan bilincimin oluşumundaki ilk uyarıcılardı” der Ergün Sönmez. Ve daha sonra aktaracağı tüm hayat hikâyesi bu duygudan, ‘sevgi’den ve bir ‘sosyal savaşçı bilinci’ zemininde yükselir.

1936’da başlayan bir ömürdür bu!

Çocukluk anıları; susuz ve elektiriksizdir.

Doktorsuz ve ilaçsızdır.

Çoğunlukla peynir zeytinsizdir.

Ve anadilsizdir! Türkçe’de ısrar edilmek, Kürtçe dahi öğretilmemek zorunda kalınmıştır.

Çocuk yaşta, meyve bahçelerindeki bir ağaçtan meyve aşırma girişimleri sırasında aldığı bir tehdit bu ömrü; taaa Ergani’deki Ermeni Katliamı’na bizzat eli değmiş bir zalimle direk karşı karşıya getirir.

Eğitime önem veren, eğitimli bir ailenin çocuğu olmak bir şanstır. Ancak bu şansa rağmen, o asırda okurken yaşadığı yerler; ya barakalardır ya da harabe, soğuk tek odalardır.

O dönemde İstanbul’da dahi üniversite tahsili yapanların yaşam koşulları, yokluğun-yoksulluğun insanları birbirine nasıl yaklaştırdığı, Tarlabaşı hikâyeleriyle dökülür Ergün Sönmez’in kaleminden. Rum evlerinin esrarengiz kokusu, Yüksek Kaldırım’daki Genelevler’in o dönemki hâllerinin acısı içerisinde de gezinirken buluverirsiniz kendinizi.

1962-1964 yılları İstanbulu’nda; günümüzdeki Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ilkokul öğretmenidir kendisi. Ve yıllar sonra yazdığı iki kitabını; okulda çıkan problemler karşısında sağlıklı bir öğretmen tavrı takınma örneklerinden yola çıkarak kaleme aldığı mektuplarla birlikte, Cumhurbaşkanı’na hediye olarak göndermeyi de ihmal etmeyendir.

İzmir, Manisa sonra da İstanbul’da devam ettiği çalışma yaşamında direk karşılaştığı ‘sistem’, onu ‘sistem adamı’ olamayacağı gerçekliğiyle karşı karşıya getirir.

“İlk işim 5-6 yaşlarında bahçede çalışmak oldu” diye tanımlamaya başlar işçilik geçmişini Ergün Sönmez. Ve hem okuyup hem de çalışarak sürdürdüğü hayatı, onca eğitimin ardından yine bir işçilik yolunda devam eder.

1965’te bir TİP üyesidir. “Bu asistanlık iş imkânı için ideolojim dışında, İslamcı ve Türkçü olarak gözükmek benim için imkânsızdı, bu sosyal şizofrenliği kaldıramazdım. Ben olduğum gibi görünmek, göründüğüm gibi olmayı ve kişiliğimi tam fikrî bağımsızlıkla geliştirmeyi çok daha önce seçmiş ve bu yolda yürüyor ve yürümek istiyordum” der ve 1966’da, 30 yaşındayken adım atacağı Almanya hayatına, Hamburg’da MAN Firması’nda işçi olarak başlar. 2 yıl orada çalışır. Sonrasında ise üniversite eğitimi için oldukça zor bir mücadele verir. Barındığı yer bu kez bir işçi yurdudur.

Hemen Hamburg İşçi Derneği’ne ve Metal İşçileri Sendikası’na üye olur. Çeşitli dernek ve sendikal faaliyetleri yıllar boyunca sürer.

Almanya’daki ilk linç adımlarının atıldığı dönemin, Neşet Danış’ın öldürüldüğü dönemin tanıklarındandır. MİT’in buralardaki istihbarat kollarının, politik faaliyetler yürütenlere ve tabii ki kendisine de nasıl dokunduğunu tecrübe edendir.

Almanya’daki eğitimini tamamladıktan sonra, burada Alman Komünist Partisi (DKP)’nin etkinliklerinde dinlediğimiz, 70-80’li yıllarda yaşanan ‘meslekten men etme cezaları’yla da karşı karşıya kalır. Ve öğretmenlik gibi bir meslekte kalması dahi hayli zorlu bir mücadeleyi gerektirir. Öğretmenliği sırasında üye olduğu Öğretmenler Sendikası’nda yürüttüğü iki yıllık faaliyetin ardından şu sonuca varır: “Bu iki yıllık fiili sendika çalışmalarımda edindiğim tecrübelerimle daha o zaman anladım ki, sendikalar temelde hâkim sınıf partilerince ve özellikle Sosyal Demokrat Parti tarafından işgal edilmişti ve işçi sınıfı bu zihniyette yönlendiriliyordu...”

Öğretmenliği ve Türk Merkezi’nde çalışmalar yürüttüğü sıralarda, eğitmenliğini sadece okullarla sınırlı bırakmaz; ailelerle de direk irtibat kurar. Türkiyeli çocukların en azından bir meslek sahibi olabilmeleri ve sınıf çıkarlarını öğrenebilmeleri için elinden gelen katkıyı sunmaktan kaçınmaz. Öğrencileriyle, 1 Mayıslar’da birlikte sokaklara çıkmanın onurunu da yaşar: “Bu dernek ortamı ve bizlerin önerileri öğrencilere öğrenimlerinde başarı ve meslek edinmelerinde ve yaşamları başarısında temel taşları oldu... Kısaca derneğimiz hem üyelerimiz, sempatizanlarımız, hem de kursa katılanlar için aynı zamanda yaşamı öğrenme öğretme okuluydu. Bizler yalnız teorileri öğrenmede değil, hem kendimizi hem de bulunduğumuz toplumu bu çalışmalarımızla daha derin ve geniş tanıma olanaklarını bulduk. İnsan ilişkilerini ve bu ilişkilerde insana nasıl yaklaşılacağını, onların kendi sınıfsal çıkarları için nasıl kazanılacağını öğrendik.”

***

Ergün Sönmez’in sendika faaliyetleri içerisinde ilk gerçekleştirdiği şeylerden biri; Marks’ın Kapital’inin ‘Schulung’unu yapmak olur.

12 Eylül Askeri Darbesi’nin ertesinde Türkiye’den Almanya’ya gelen devrimcilerin, buralarda yürütülen polemiklerin, dünyadaki yeni gelişmelerin ve sosyal dönüşümlerin bu polemiklerdeki etkisinin tanıklığını yapar.

Günümüzdeki politik tartışmalarda, eleştiri-özeleştiri mekanizmalarımızdaki üslûbumuzun, tıpkı egemenlerin-yönetenlerin ‘mahalle kıraathanesi’ üslûbunda seyrettiği çok sancılı bir süreçteyiz.

Araştırmacı-yazarlığın; tarihin bir çok evresinde de dikkat çekildiği gibi tehlikeli bir dönemindeyiz. Araştırmalara dalıp, toplumların gelişim-mücadele tarihlerinin ilkelerinin hepsini ‘eski papuç’ gibi çöpe atma eğilimlerinden, ya da köksüz yeni ilkeler oluşturmanın tüm deneyimlerinden yeterince öğrenilmediği dönemlerindeyiz.

Bu sadece biz Türkiyeliler için geçerli olan bir durum değil. 80’ine merdiven dayamış, ya da 80’ini devirmiş, Almanya’daki Komünist Partiler’in birer faaliyetçisi olan, akademik eğitim anlamıyla ‘bu kadarı da fazla’ denecek denli eğitim almış olan insanların da son yıllarda hazırladıkları araştırma-inceleme kitaplarının seyri maalesef bu. Ve üzücü!

Ergün Sönmez’in kaleme aldığı ‘Göçmen İşçi Akademisyen Gönüllü Sürgün’ kitabı, bir araştırma-inceleme kitabı olmamasına rağmen, önceki araştırma-incelemelerinin de izdüşümlerini görebileceğimiz bir kitap. Ve belirtmek isterim, bütün bu tehlikelere düşmemek için o kadar derin düşünülmüş ve özenle çalışılmış ki; bu bana tarifsiz bir memnuniyet yaşattı.

Marx’tan Mao’ya, Engels’ten Stalin’e; birçok döneme-tartışmaya değinir ve bu değerlendirmelerinde, gerçekten de mümkün olabilecek en üst seviyede bir objektif yaklaşım geliştirir Ergün Sönmez.

Birçoğumuzun artık kendimize sormayı dahi unuttuğumuz bir soruyu; ‘Komünist Kimdir?’ sorusunu, Dimitrov’dan aktarımlarla özetler. Ve “Biz Komünist miyiz?” sorusunu da sordurur.

1970’te, TİP Berlin Yönetimi’ni ‘Marksist-Leninist’ bulmayışı nedeniyle Parti’den atılandır.

Marx ve Lenin aşıldı söylemlerini ise şöyle değerlendirir: “... yeni nesli Marksist-Leninist ideolojiden alıkoymaya yani hâkim sınıfa da hizmet ediyor”.

Ve 1984 sonrası ise Alman Komünist Partisi’nde faaliyet yürütmeye başlar.

***

“Tüm bu çalışmalardaki amacımız bu hedef aldığımız temalar kapsamında Avrupa’da olan 50 yılı aşkın politik yaşantımızı ve bilhassa işçi sınıfının sınıf çıkarındaki mücadelemizde edindiğimiz tecrübelerimizi yazılı olarak özellikle bizden sonra gelen nesillere bırakmaktır” diye özetler tüm kitap çalışmalarını Ergün Sönmez. Tüm arşivini Berlin’deki Kürt Enstitüsü’ne hediye eder.

Daha hâlâ kopamadığı ilk aşkını ise şöyle betimler:

“Emekliliğimde yaptığım yoğun araştırma ve kitap yazma faaliyetlerinde çalışırken ara verip biraz dinlendiğim zamanlarda kaval çaldığımda tüm Ergani yaşamımı, bereketli toprağını, o Kürt grubunu ve Hafız’ı hayalimde tekrar tekrar yaşıyorum. Onlarla, Ergani ve Ergani halkımla hayali yaşamda bütünleşerek tüm yorgunluğumu ve yalnızlığımı, kendi kendimin Avrupa’da “gönüllü” sürgünlüğümü geçici de olsa üzerimden atıyorum. Kürt ve tüm halkların özgürlük savaşları, insanlığın sömürüden, baskıdan, ayrımcılıktan kurtulma savaşı gibi öğrendiğim müzik, kaval, ney yani bu ilk aşkımın kendisi de genel moralimin dünya görüşüme işlemiş parçalarıdır.”

Böyle samimiyet kokan bir dünyaya özlemle, bu kitabın her yaş-yaşam grubuyla buluşabilmesi umuduyla...

Artı-Gerçek’te yayınlanan “Postdam’da buluşmak” başlıklı yazısıyla, kitaptan haberdar olmamızı ve kitaba ulaşabilmemizi sağlayan Ragıp Zarakolu’na yürek dolusu teşekkürlerimle...

*Kitabın Künyesi: Ergün Sönmez, Göçmen İşçiAkademisyen Gönüllü Sürgün. Belge Yayınları: 877, Yaşam ve Anılar Dizisi, Nisan 2021.