Görünen gerçek olsaydı, bilme gerek kalmazdı”-Marx-

Evrim Okyanusu, medyanın sürekli taş atıp dalgalar yaratmaktan vazgeçmediği bir arena olma önemini hiç kaybetmedi. Maalesef bu taşların, bu asırda dâhi bilinç bulandırıp Ortaçağ karanlığına dönüş etkisi yaratmaktaki payı hiç de az olmadı. Uluslararası medya merkezleri tarafından Evrim Okyanusu’na her gün, hiç ihmâl edilmeden: “Beyinlere çipler yerleştirilecek”, “robotlar bizi yönetecek”, “işçiye gerek kalmayacak, bilgisayarlar iş yapacak, sınıflar tarihe gömüldü”, “bütün hayatımız-işlemlerimiz dijital sistemlerde gerçekleşecek”, “insan beyninde yeni değişimler tespit edildi”, “dijital dünyayla birlikte evrim geçiriyoruz” vb. gibi taşlar atılmaya başlandı ve sürekli buna devam edilmekte. Milyonlarca yıllık geçmişe sahip “insan türü”ne, birkaç on yıl ya da yüz yılda evrim geçirttirildiği sanrısı hüküm sürmeye başladı. Ve bu haberler “bizim” diyebileceğimiz tüm sayfalarda dâhi kolayca yer bulabildi!

Halbuki “insan” olarak gördüğümüz bugünkü bize ulaşmamız; bırakalım bin yılları, milyonlarca bin yılı alan, çok aşamalı bir evrim sürecinin toplamı idi.

***

Tüm aktivitelerimizi paylaşmak için kullandığımız en aktif aracın dijital dünya hâline getirilmesi, bizi; önemsememiz gereken en temel noktalarda dâhi bir “sanrılar diyârı”na taşıdı sanırım. Bırakalım cep telefonu-interneti, yiyecek ekmeği dâhi olmayan milyonlarca insanın varlığına, asıl gerçek bu değilmişçesine; “sanrılar diyârı”ndan gözatar hâle getirdi.

Tam da Covid-19 zamanlarında; insan bağışıklık sisteminin bu mikroba karşı hangi koşullarda-nasıl reaksiyon verdiğinin, yani aşı deneylerinin kobayları, yine-yeniden insanlığın Afrika’da yaşayan açlıkla burun buruna olan kısmı oldu! “Yeni AIDS patlaması”na müdahale etmek üzere yüzlerce bilim adamı insanı Afrika’ya üs kurdu. Oralarda “Covid-19” türevlerine, zatürre-sıtma salgınlarına da rastlandığı rapor edilmeye başlanıldı!

Ve bütün bu biyolojik deneylerde kullandıkları-kullanabilecekleri en temel yasa: EVRİM olmak zorundaydı! Yeni ilaçların keşfinde kullandıkları-kullanabilecekleri en temel yasa: bakteriler üzerinde gözlemleyebilecekleri EVRİM idi!

***

İşte böyle bir asırda, dünyanın neredeyse yarısında “evrim” konusunun adının dâhi geçmemesi için yapılabilecek her şey yapıldı. Bu konu, birçok ülkede eğitim müfredatından dâhi kaldırıldı. Avrupa’da ise bu eğitimin ilkokul çocuklarına dâhi verilişinin tarihi bir yüzyılı bile geçmiyor hayli eskiye dayanıyor (Amerika’da böyle olmadığı söyleniyor hala “yaradılış teorisi”nin bilim olarak ögretildiği eyaletler var !). Bir botanik bahçesinde dâhi, “Darwin’in Deneyleri” olarak görebileceğiniz, bitkilerin evrimini ispatlayan köşeler var. Ya da bir dönem her yer dinozor heykelleriyle donatılmıştı. Ancak bunun dâhi bilimsel bir göz açıcılık işlevi olmadı. Bu tür sunumların neredeyse hepsi, çocukların-gençlerin tüketeceği yeni oyuncak üretimine, bu minyatür oyuncakların bilgisayar oyunları sistemine uyarlanmasına, kurulan bilimsel atölyeleri-deneyler yapılan müzeleri ziyaret için ödenen bilet paralarına; özcesi tamamen kâra endeksli. Böyle mi gerçekten? Evet, gerçekten böyle! ÇÜNKÜ ESASTA HÂLÂ; İLK İNSANLARIN , TANRI TARAFINDAN YARATILMIŞ ÂDEM İLE HAVVA OLDUĞU TEMEL EĞİTİMİNE ÖĞRETİSİNE SEBAT EDİLMEKTE!

***

Tam da medyanın Evrim Okyanusu’na yığınla taş attığı bu zamanlarda, Oscar Creydt’in; “Bilinçsiz Evrenden, Bilinçli-Etkin-Yaratıcı İnsan Kültürüne” adlı 230 sayfalık kitabı, Neuer Weg Yayınevi tarafından, Mayıs 2020’de yayınlandı. MLPD’nin (Almanya Marksist-Leninist Partisi) eski Parti Başkanı, şimdiki teorik yayın sorumlusu Stefan Engel ve Creydt’in hem bilimsel araştırmalar yolculuğundaki, hem de Paraguay Komünist Partisi’ndeki yoldaşı Manuel Mandelik tarafından kaleme alınan önsözlerde ise kitabın tarihsel yolculuğu özetlenmiş. Bu kitabın Türkçe’ye çevrilip-çevrilemeyeceğinden şimdilik emin değilim. Ya da çevrilirse bile, en az bir yıl sonra yayınlanır diye düşündüm. Tam da böylesi bir dönemde; kitabı bir tanıtım-özet içeriğiyle de olsa paylaşmanın acelesine düştüm...

***

Şüphesiz ki hepimiz evrimle ilgili bazı şeyler ya da birçok şey okumuşuzdur. Evrimle ilgili çok iyi ve bilgilendirici yazılar sürekli yayınlanmakta. Ancak PKP’nin kurucularından olan, sürgünde yaşamak zorunda kalan Oscar Creydt’in bu çalışmasını diğer çalışmalardan farklı kılan yönler var. Creydt bu kitabında, günümüzde dâhi çok sık yönelttiğimiz soruları da yanıtlamaya çalışıyor:

-“İyilik, kötülük nedir? İnsan iyi bir canlı mıdır?” sorusuna Creydt; “insan iyi bir canlıdır, öyle de kalacaktır” biçimiyle ve insan-hayvan ayrımının evrimsel süreçleriyle, insan toplumunun oluşumu ve toplumlar tarihinin gelişimiyle bağlantıları içerisinde yanıt veriyor.

-“İnsan onuru nerede kırılmaya başladı? Vicdan nasıl oluştu, vicdansızlık nasıl şekillendi?” sorusuna Creydt; “üretim ilişkilerinin bulunabilen ilk nüveleri” içerisinden yola çıkarak yanıtlar vermeye çalışıyor.

-“Ezilenlerin kazanma şansı var mı?” sorusuna Creydt; yine insan-hayvan ayrımının evrimsel süreçlerinde ilerleyerek, “insan denen canlı varoldukça, ezilenlerin kazanmaktan ve kazanmanın yollarını aramaktan başka yolu yoktur. Bu, milyonlarca yıllık geçmişi olan insanlık tarihinin bize gösterdiği bir yasadır” diyerek ve nedenleriyle yanıtlar vermeye çalışıyor.

Bu yanıtları vermeyi denerken; sosyalizm döneminde kavranılamayan “sosyalizmin sorunları” diye ifade ettiğimiz noktalara ilişkin de; yine “evrim” gerçekliğinden kopmadan yanıtlar arıyor Creydt.

Creydt’in yazdıklarının, bilgim dâhilinde olan diğer evrime ilişkin yazılmış olanlardan farkı; ifade ettiğim ve hepsini ifade etmenin sayfalar süreceği birçok noktadan oluşuyor.

Creydt bu kitabında, Latin Amerika halklarına bu çalışmayı aktarabilmek için; Marx’tan, Engels’ten alıntıları dâhi “ithafen” yapmak zorunda kalmış. “Diyalektik materyalizm” tanımlamasını dâhi, “ontoloji” olarak belirtmek zorunda kalmış (Stefan Engel kitap için yazdığı önsözde; “kitabında bunları belirtmesi dâhi, ölüm cezalarına dek varan cezalarla karşılanabilirdi” diyor).

Kitap: Fiziksel Gelişim, Biyolojik Evrim, İnsanın Oluşumu ve Gelişimi olmak üzere üç bölüm altında toparlanmış ondokuz bölümden oluşuyor. İspanyolca’dan Almanca’ya çevrilirken, yazarın kalemini bozmamak üzere çok büyük bir emek harcanılmış ve çok titiz çalışılınmış. Güney’in bu tür çalışmalarımızda gösterdiği sınırsız anlayışı çiğnememe, başka yazıların-yazarların hakkını çiğnememe hissiyle; ilk iki bölümü bu sayıda, üçüncü bölümü gelecek sayıda aktarmayı düşünmüştüm. Yazar bu üç bölümü koparılamayacak bir biçimde birbirine bağlamış. Hangi kısımları aktarmam gerektiğini kararlaştırırken ve yazarın emeğine haksızlık etme kaygısı beni hayli zorlarken, çalışmayı iki parçaya ayırmak elimden gelmedi. Ve tamamını birden Güney’e iletmeyi tercih ettim.

Bir kez daha böyle uzun bir çalışmayı anlayışla karşıladığı için; Güney’e sonsuz teşekkürlerimle...

*Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2020, 94. Sayısında yayınlanmıştır.