Bugüne kadarki toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olduğu kadar, ırkçılığın da tarihidir. Çünkü ırkçılık bir iktidar ve güç ilişkisidir, egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri üzerine kuruludur. Bilhassa günümüzün burjuva toplumlarındaki çelişkilerin sistem karşıtı dirence yol açmalarını engelleyen belki de en önemli egemenlik aracıdır. Yarattığı »biz ve ötekiler« konstrüksiyonu ve »biz kolektifine« tanıdığı sosyal imtiyazlarla kapitalist sömürünün en sağlam harcını oluşturmaktadır ırkçılık.
Savaş meydanlarına çiçekler ve marşlar ile gencecik insanları kurbanlık koyun misali uğurlatan da, çocuklar çinko tabutlarda geri döndüklerinde ana babalarına »vatan sağ olsun« dedirten de ırkçılıktır. Savaşları, fetihleri, ölümü yüceltip, savaş ganimetlerinden pay alınabileceği umudunu taze tutan da öyle. Hani »insanları millî ve dini duygularla uyutuyor, aldatıyorlar« denir ya, işin aslı astarı hiç de öyle değil. Hiç kimse aptal değil, her şeyin farkında. Afrin’e yönelik işgal ve imha harekâtının burjuva medyasının propagandalarında anlatıldığı gibi yürümediğini, çoluk-çocuk sivillerin katledildiğini bal gibi biliyor herkes. Ya korkup sindiklerinden, ya da gönülden desteklediklerinden savaşa karşı çıkmıyorlar. Ve hâlihazırda paralı askerler ile cihatçı terör şebekeleri üzerinden yürütülen işgal ve imha harekâtının ucu henüz kendilerine dokunmadığı için susuyorlar – eninde sonunda fena dokunacağını bildikleri halde.
Savaş ve ihtilaf ortamları aslında bir çok açıdan öğretici olurlar. Bugün de sap ile samanın ayrıştığı, dik duran ile kıvıranların belirginleştiği bir dönemden geçiyoruz. Savaş karşısında çok şey söylüyor gibi gözüküp, hiç bir şey söylemeyen »sosyalist ve komünist« yapılardan, muhalefetmiş gibi yapıp, iktidarın arkasına dizilen burjuva partilerine, sokaktaki »adam sende, bana ne«cilerden Erdoğan karşıtı retoriği temcit pilavı gibi ısıta ısıta kullanan, ama aynı anda işgalci AKP-Saray-Rejimine her konuda destek çıkan emperyalist güçlere kadar herkes gerçek yüzünü gösteriyor işte.
Ekonomik, politik ve sosyal açıdan çöküş içinde olan AKP-Saray-Rejiminin ömrünü uzatmak için savaş yönetimini devreye soktuğu konusunda herkes hemfikir görünüyor. Zaten bu gidişata uzun zamandır dikkat çekiliyor, barış ve demokrasi güçleri uyarılıyordu. Rejimin çöküş içinde olduğuna biz de katılıyoruz. Ama bu zayıf da olduğu anlamına gelmiyor. Aksine çöküşünü engellemek isteyen her rejim gibi, AKP-Saray-Rejimi de her aracı kullanmakta ısrarlı olduğunu, seçimle gitmeyeceğini gösteriyor. Faşizmin toplumsal tabanını yaratmakta olan rejim, son kertede açık faşist diktatörlüğe başvurmaktan çekinmeyecektir, ki KHK’lar ve çıkarılan yasalar buna işaret etmektedir.
O açıdan ister HDK/HDP içinde, isterse dışında duranlar olsun, tüm devrimci-demokratik güçler »daha kötüsüne« hazırlıklı olmak zorundadırlar. Sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, Avrupa’da da. Özellikle F. Alman emperyalizminin son haftalarda belirginleşen Türkiye politikası Avrupa’daki mücadele koşullarının sertleşeceğine işaret ediyor. Unutmayalım: Devrimcilik aynı zamanda öngörülü hareket edip, her türlü gelişmeye hazırlıklı olmayı da gerektirir!
17 Şubat 2018