Dünya çapında derinleşen ekonomik, politik, sosyal ve ekolojik sorunlar, egemen sınıfların emperyalist-kapitalist dünya düzeninin karşı karşıya bulunduğu meydan okumalara otoriterleşme ve militaristleşme ile yanıt vermeleri ve korku toplumları toplamına dönüşmüş insanlığın çoklu krizler karşısındaki baygınlığı, distopya romanlarındaki kurgunun gerçekleşmekte olduğu izlenimini veriyor. Kalıcı hâle gelmiş olan çoklu krizler, güvencesizlik ve belirsizlik ortamı verili koşulların yarattığı çözümsüzlükle birleşince, dünyanın çoklu kaos ortamı olarak nitelendirilebilecek bir yıkım sürecine doğru hareket ettiğine dair emareler çoğalıyor.
Sadece geride bıraktığımız hafta yapılan ve kendilerini “dünyanın efendileri” olarak gören güçlerin katıldığı zirvelere baktığımızda, çoklu kaos ortamının ne denli reel bir tehdit olduğunu görebiliriz. Son NATO Bakanlar Toplantısı Rusya’ya karşı “Avro-Atlantik Alanı için caydırma ve savunma konseptini” görüştü ve nükleer silahların kullanılmasını öngören “Caydırma Doktrinini” gündemine aldı. Gene cuma günü gerçekleşen AB Zirvesi, her ne kadar kamuoyunda Polonya krizi ile yer almış olsa da AB’nin en kısa zamanda uzay ve siber yetkinlikleri olan, hızlı ve vurucu operasyonlar yapabilecek “Ortak Askeri Müdahale Gücü” oluşturulmasını görüştü. Aynı şekilde AB’nin lideri Almanya’da oluşturulmakta olan yeni Federal Hükümetin ortakları silahlanma, yurt dışı operasyonlara katılma, Rusya karşıtlığı ve “İsrail’i korumak Alman devlet aklıdır” açıklamasıyla Ortadoğu’daki gelişmelere müdahil olma konularında hem fikir olduklarını vurguladılar. Hint-Pasifik-Bölgesindeki tehlikeli gelişmelere değinmiyoruz bile.
Corona krizi ile zar zor baş edebilen Avrupa şimdi yeni bir krizle, her türlü enerji taşıyıcısı fiyatlarındaki rekor artışın yarattığı krizle karşı karşıya. Burjuva basını şimdiden enerji piyasalarındaki türbülansların, tedarik zincirlerindeki aksamalarla birlikte yeni kronik krizlerin başlangıcı olduğunu vurgulamaya başladı. Artan enerji fiyatları, geniş halk kitlelerinin satın alma gücünün azalması, toplumsal hiddet potansiyelinin artması ve hükümetlerin telaşlı adımlar atmasının oluşturacağı kombinasyonun Avrupa’nın “istikrarı” ve refahını tehdit ettiği söyleniyor.
Hükümetler buna vergi indirimleri, fiyat sınırlamaları, sübvansiyonlar, piyasa müdahaleleri ve sosyal yardım çekleri ile karşılık vermeyi düşünüyorlar. Dahası yeniden nükleer enerjiye dönüş dahi tartışılmakta. Ancak tüm tedbirlerin, hatta Ren Kapitalizminin sosyal devlet tavizlerine geri dönüşün bile yapısal sorunları çözemeyeceği belli. Velhasıl, kapitalizmin yasallıkları 21. Yüzyılın koşulları altında hızla çoklu kaos ortamını hazırlamaktadır.
Gene de; bu bir kader değildir, gidişat engellenebilir. Çıkış yolu mevcuttur. Yegâne çözüm sosyalizmdir. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, ezilen ve sömürülen sınıfların iktidarı ele geçirmesi, gerçek demokrasinin kurulmasıdır çözüm. Yeni hikâyelere gerek yok. Anlatılanın insanın kendi hikâyesi olduğunu bilincimize çıkarmamız ve ona uygun basiret göstermemiz çözümün ilk adımı olacaktır.