“Emek,
bütün zenginliklerin
ve kültürün kaynağıdır.”[1]
“Sol ve Kültür” eksenli bir yazı istendiğinde, ne yalan söyleyeyim ürktüm.
Kültür devasa bir meseleyken; “sol” ise -benim için!- başı sonu belli olmayan “müphem” bir kavram.
“Ne yapabilirim” diye düşündüğümde, yazımda “sol” değil sosyalizm kavramını kullanıp, bizim kültürümüzden söz etmenin doğru olacağına karar verdim.
“İyi de, niye bizim kültürümüz” mü?
Gayet basit: Bir yanda Ziya Gökalp’in, “Türk’ün yalnız bir dili ve bir tek kültürü olabilir”; Halil İnalcık’ın, “Milletleri millet yapan tarihleri ve kültürleridir. Tarihsiz bir millet kişiliğini kaybetmiştir,” iddiaları ile; öte yanda Richard Dawkins’in, “İnsanın sıra dışı olan yönleri tek bir sözcükle özetlenebilir: Kültür,” tanımlarının kapsadığı karmaşanın orta yerinde, bizim olmayan kültür bir meta türüdür, yani tüketime uygun biçimde hazırlanmış, kayda alınmış, üretime uyarlanmış, pazarlanabilir ve değiştirilebilir bir üründür…
Bu karmaşanın panzehiri de bizim kültürümüz, sosyalizmdir.
* * * * *
Kuramcı Raymond Williams’a göre, kültür sözcüğünün 164 farklı tanımı vardır ve İngiliz dilindeki en karmaşık kelimelerden birisidir.
Kolay mı? Raymond Williams, “Kültür, insan dilinin en karmaşık birkaç sözcüğünden biridir,” derken; Edmund Burke de ekler: “Kültür can sıkacak kadar tanımları olan bir kavramdır.”
Evet, kültür sonsuz genişletilebilir, sonsuz parçalanabilir bir kavramdır; Immanuel Wallerstein’ın, “Kültür... tanımı bile bir muharebe alanıdır,” diye betimlediğidir.
Yani girift bir meseleyken; sosyal antropolojinin en önemli konularından biriyken; “Doğaya karşı insanın yaptığı her şey” der kültür için Karl Marx.
Terry Eagleton’a göre de, “Doğa kültür üretir, kültür de doğayı değiştirir.”[2]
Kültür tarihsel süreç içerisinde vazgeçilmez bir yer edinmiş, temel bir kavramdır. O, tarihi[3] ve toplumsal gelişme süreci ile sınıf mücadeleleri ekseninde yaratılan değerlerin toplamıdır; insanın düşünce ve davranışlarını etkileyen tarihsel birikimdir; insan(lık)a katılan değerler bütünüdür; ideolojiktir ve seçilir. Kültür ile siyasi mücadele arasında ilişki vardır.[4]
Émile Durkheim’dan hareket ile kültürü, “Bir duyuş, düşünüş ve davranış birliği” olarak tanımlar; ancak bu tanımdaki statikliği aşmak için kültürel yapı(lar)ın çatışma ve değişim içerisinde oluştuğunu akıldan çıkartmamak gerek. Kültür(el) yapı kuşaklar boyunca toplumun edindiği yaşam bilgisinin birikmesiyle ortaya çıkarken; dinamiktir. Toplumsal değişme bağlı olarak, kültür de değişmektedir.
Bir başka boyutuyla kültür, insan topluluğun dünyayı anlamlandırmak için başvurduğu simge sistemleridir.
Clifford Geertz’e göre, “Bir topluluğun yaşamına dair her türlü öğenin, içinde değerlendirileceği bağlam, anlam ağı”dır.
Joseph Fichter için hayata dair her ayrıntıyı içeren ve bir “yaşama deseni” olan kavramdır.
* * * * *
UNESCO tarafından, “Sahip olunan tarihsel bilinç” olarak tanımlanan; İbn-i Haldun’un “Ümran” dediği kültür meselesine ilişkin binlerce tanımdan kimilerini anımsa(t)makta yarar var:
Alfred Marston Tozzer’in, “Kültür, toplumsal olarak öğrenilen ve aynı yoldan yeni kuşaklara iletilen davranış kalıplarıdır”…[5]
Edward Burnett Tylor’un, “Kültür ya da geniş etnografik anlamıyla uygarlık; bilgileri, inançları, sanatı, ahlâkı, hukuku, gelenek-görenekleri ve insanin, toplumun bir üyesi olarak edindiği diğer bütün yetenekleri ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür.” “İnsanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği, bilgi, inanç, sanat, ahlâk, hukuk, âdetle ve diğer yetenekler ile alışkanlıklardan oluşan karmaşık bir bütündür”… [6]
Gerry Philipsen’in, “Toplumsal kurulmuş ve zaman içerisinde iletilmiş semboller, manalar, öncüller ve kurallar şablonudur”…
Friedrich Nietzsche’nin, “Yüksek bir kültür, bir piramittir: Ancak geniş bir taban üzerinde durabilir”...[7]
Jean François Lyotard’ın, “Kültür; bilmeniz gerektiğini öğrendikten sonra kendinize kattıklarınızdır”…
André Gide’in, “Kültür, her şeyi okuyup unuttuktan sonra aklınızda kalanlardır”…
Umberto Eco’nun, “Ebediyen kaybolmuş kitaplar ve diğer nesneler mezarlığıdır”…
Walter Benjamin’in, “Kültür alanında hiçbir nesne yoktur ki, kökeninde barbarlık olmasın,” tanımlarındaki “Kültür, bir düzen yaratmak ve onu korumak, düzeni bozan ve bu düzen açısından kaos görünen her şeyle mücadele etmektir. Kültür, ‘doğa düzeni’ yerine yapay, tasarlanmış bir düzen koyma ya da ekleme işidir. Kültür, böyle yapay bir düzeni getirmekle kalmaz, ona değer de verir. Kültür, bir tercih sorunudur.”[8]
Ve nihayet “Kültür gereksinimi, temel gereksinimlerden farklı olarak doyuruldukça artan kültürel bir gereksinimdir.”[9]
Tam da bu çerçevede Karl Marx, “Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı her şeydir.” “Tüm ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine tüm ağırlığı ile çöker,” derken ekler Louis Althusser, “Kültür sürekli olarak kendinin öncesinde yer alarak, insanlaşacak özneyi emer…”
* * * * *
Ve bizim kültürümüz sosyalizm…
Mesela Paris Komünü, o sadece gökyüzünü fethe çıkanların cüreti değil; doğrudan demokrasinin, yasama ve yürütmeyi iç içe geçiren yeni bir dünya kültürüydü; kimin buna itirazı olabilir ki?
Ve Ekim Devrimi, o sadece kızıl atlıların, Putilov Fabrikası işçilerinin, Kızıl Meydan’da kurşunlanan kadınların, Aurora Kruvazörü’ndeki bahriyelilerin, İşçi Asker Köylü Sovyetleri’nin bir destanı olmaktan öte, “İnsan Olmak ve Kalmak İçin Özgürlükçü Başkaldırı” kültürüydü; yani “Komünist Cumartesiler” ile yaratılan yeni insan(lık)ın V. İ. Lenin’e, “Bu elbette ki yalnızca bir başlangıçtır ama son derece önemli bir başlangıçtır. Bu burjuvazinin alaşağı edilmesinden daha güç, daha temel, daha köklü ve daha keskin bir devrimin başlangıcıdır, çünkü gelenekçiliğimize, gevşekliğimize, küçük-burjuva bencilliğimize, şu kahrolası kapitalizmin işçilere ve köylülere miras bıraktığı bütün bu alışkanlıklara karşı bir utkudur,” dedirten gerçeğiydi.
Bu “olağan” denilen yüzlerce yıllık sınıflı sömürü biat/ itaatin çanına ot tıkayan bizim kültürümüzdü; tıpkı Çin’deki Kültür Devrimi gibi…[10]
İnsan(lık) tarihinin en büyük/ köklü kültürel kopuşları itirazlar, isyanlar, devrimler ve nihayet sosyalizm ile müsemmadır…[11]
Behice Boran’ın, “Sosyalistler kendi toplumlarının ve insanlığın tarihinde toplumu ve insanlığı ilerletici, yapıcı, olumlu her şeyin, her başarının, kültür mirasına her katkının, tabii mirasçıları sayarlar kendilerini”…
Fidel Castro’nun, “Kültür, bilim, sanat kendi kendine bir anlam ifade etmez. Sanat, bilim ve kültür insan içindir.” “Hayat kalitesi bilgi ve kültürde yatar. Değerler ise gerçek hayat kalitesini oluşturur. Değerler yemek, barınma, giyinme gibi şeylerden çok daha ötesidir,” notunu düştükleri sosyalist kültür, Ekim Devrimi örneğindeki üzere yaşamın her alanında köklü değişiklikler yarattı ve ardında devasa bir deneyim bıraktı. Asıl tutulması gereken halka da burasıdır.
Ekim Devrimi bir kültürken; kültürün son derece maddi ve toplumsal bir şey olduğunun altı çizilip; insanlığın tüm yaşam süreçlerinin birikimini içinde taşıdığı unutulmamalı!
Evet, yaratılan, inşa edilen, öğrenilen, kısacası bütün tarih boyunca insanın fethettiği her şey kültürdür: “Geçmiş nesillerin biriktirdiği kültürden söz ederken biz her şeyden önce, alet, makine, yapı, anıt ve benzeri biçimlerde yaratılan maddi eserleri kastederiz. Kültür bu mudur? Evet budur. Kültürün biriktiği, cisimlendiği maddi şekillerdir bunlar; madde şekline dönüşmüş kültürdür. İşte bu maddi kültür, tabiatın sağladığı temeller üzerinde bizim kendi hayatımızın temel ortamını, bizim günlük yaşayışımızı, kendi yaratıcı eserlerimizi oluşturur. Ama kültürün en değerli bölümü, insanın bilinci içindeki birikimidir, yani bizim, bizden önce oluşturulmuş madde şeklindeki tüm kültürden çıkarıp geliştirdiğimiz yeteneklerimiz, beceri, alışkanlık ve yöntemlerimizdir. Bu önceden oluşturulmuş maddi kültürü benimserken onda yarattığımız yeniliklerdir. Kültür, insanın var olma, yaşama şartlarını geliştirme, gücünü artırma yolunda tabiatla mücadeleden doğar.”[12]
Bu bağlamda her kültüre bir sınıf gerçeği damgasını vururken; Ekim Devrimi, özel mülkiyeti kaldırarak hem kapitalizmin kültürün önüne koyduğu tıkacı kaldırdı hem de kitlelerin kültür ile buluşmasını sağladı. Sömürücü sınıfların tekelinden çıkan kültür emekçiler, devrim, yeni toplumsal dönüşümün etkin bir parçası oldu. Kapitalist zincirlerden kurtulmak, yerleşik düşünce biçimlerini yıkmak güzergâhında etkiledi…
Biliyorum, post-Marksist, post-modern, vb’i birileri bunlara itiraz edecekler! Varsın etsinler: “Bütün iş, tarihte olanı, tarihte olduğunu bilerek değerlendirmektir, duygularımızın, isteklerimizin etkisinde kalarak değil. Eski, gerçekte hiç eskimiyor.”[13]
* * * * *
Bizim kültürümüz, “Sınıfsız, Sömürüsüz, Sınırsız Bir Dünya”yı amaçlar.
Bunun için anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-şovendir, ataerkine karşıdır, enternasyonalist ve halkların eşitlikçi özgürlüğünden yanadır.
Louis Althusser’in işaret ettiği gibi, ahlâkın bir çeşit ideoloji olduğunu unutmadan; Karl Marx’ın estetik bağlamlı ahlâki perspektifi özgürlük, insan topluluğu ve kendini gerçekleştirmeyi kapsar ve gelecek toplum projeksiyonu bu temel üzerine kurulacağı[14] gerçeğine yaslanan ifade ettiklerim, “Geleceğin ahlâkıdır, olacaktır estetik!”[15] diyebileceğimiz yeni bir dünyanın kültürüdür.
Spartaküs’ten Şeyh Bedreddin’e uzanıp bugünlere ulaşan bizim kültürümüze olan ihtiyaç giderek artmaktadır.[16]
Çünkü Susan Sontag’ın, “Kapitalist toplum görüntülere dayalı bir kültüre gerek duyar”; Arno Gruen’in, “İtaat kültürü, özerkliğin yerini alarak insanlığımızı yok ediyor”; Eduardo Galeano’nun, “İtaatsızlığı cezalandırmak ve özgürlüğü disiplin altına almak için, aile geleneği, kadınları aşağılayan, çocuklara yalan söylemeyi öğreten ve korku hastalığını yayan bir terör kültürünü sürdürmektedir”; Arundhati Roy’un, “Her halkın, her topluluğun bir direniş kültürüne, iktidara zorluk çıkarıp ona itaat etmeme kültürüne ihtiyacı var”!
Bunları hayata geçirip, yapabilecek miyiz?
Şimdi soru(n) tam da bu!
31 Temmuz 2022 12:59:11, İstanbul.
N O T L A R
[*] Maya Dergi, No:1, Eylül-Ekim-Kasım 2022…
[1] Karl Marx.
[2] Terry Eagleton, Kültür Yorumları, çev: Özge Çelik, Ayrıntı Yay., 2005, s.11.
[3] “Bir dil sadece kelimeler değildir. Bu bir kültür, bir gelenek, bir topluluğun birleşmesi, bir topluluğun ne olduğunu yaratan bütün bir tarih.” (Noam Chomsky.)
[4] Terry Eagleton, Kültür, çev: Berrak Göçer, Can Yay., 2019.
[5] Theodor W. Adorno’nun, “Yarım anlaşılan kültürün, yarım yaşanan hayatın düşmanıdır.” “Kültür en çok, onun hakkında en az deneyimi olanlara irrasyonel görünür”…
[6] “Bir halkın kültürü, bir halkın uygarlığı yaşadığı alanla bire bir yakından ilişkilidir.” (Hrant Dink)
[7] Friedrich Nietzsche, Deccal, çev: Ahmet Çalışkanlar, Erasmus Yay., 2018.
[8] Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., 2019.
[9] Pierre Bourdieu-Alain Darbel, Sanat Sevdası-Sanat Müzeleri ve Ziyaretçi Kitlesi, çev: Sertaç Canpolat, Metis Yay., 2011.
[10] “Mao’nun, Kültür Devrimi’yle ‘karargâhı bombalama’ çağrısında ‘Karargâh’tan kasıt, Komünist Parti önderliğinden başka bir şey değildi.” (“Samir Amin: Mao’nun Mesajı Hâlâ Capcanlı!”, 12 Ağustos 2018… https://bilimveutopya.com.tr/maonun-mesajı-hala-capcanlı)
[11] “Unutmamak gerekir ki, kapitalist toplumların tersine, sosyalist toplumlarda, işçiler işsizlik korkusu ya da kıskançlıkla hareket etmezler. Onları harekete geçiren, dayanışma, toplu sorumluluk, insanı bencillikten kurtaran görev ve hakların bilincidir. Bir ulusun bilinci bir gecede değişmez.” (Eduardo Galeano.)
[12] Lev Troçki, Gündelik Hayatın Sorunları, çev: Yılmaz Öner, Yazın Yay., 2000, s.255-256.
[13] Melih Cevdet Anday, “Eskimeyen Eski” Cumhuriyet, 11 Mart 1977.
[14] Rodney G. Peffer, Marksizm, Ahlâk ve Toplumsal Adalet, çev: Yavuz Alogan Ayrıntı Yay., 2001.
[15] Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Gelecekteki Etiktir Estetik”, İnsancıl, Yıl:31, No:365, Aralık 2020.
[16] “Kültür alanında burjuvazi, çağımızda kendisi için tehlikeli olan yenilik hevesini saptırarak bazı kafa karıştırıcı, değersizleştirilmiş ve zararsız yenilik biçimlerine yöneltmeye çabalar. Avangart eğilimler, kültürel faaliyeti denetimi altında tutan ticari mekanizmalar vasıtasıyla toplumun kendilerini destekleyebilecek kesimlerinden koparılır -genel toplumsal koşullardan ötürü bu kesimler zaten sınırlıdır. Bu eğilimin ünlenen bireyleri, çeşitli şeylerden feragat etmeleri şartıyla müstesna bireyler olarak kabul edilirler: Buradaki temel nokta, kapsamlı bir karşı çıkıştan feragat edilmesi ve farklı yorumlara açık olan bölük pörçük eserlerin kabullenilmesidir. İşte, son tahlilde daima burjuvazi tarafından tanımlanıp kendi lehine kullanılan ‘avangart’ terimine kuşku uyandırıcı ve gülünç bir yön kazandıran şey tam da budur.” (Guy Debord.)