Uzun süreden beri Türk devletinin siyasal tutumunu analiz edenlerin önemli bir kısmı Ergenekon konusunda bir cümle kurmadan hiçbir analiz yapmaz, yapamaz durumdadırlar. Hangi konu ele alınırsa alınsın mutlaka Ergenekon’la bağı üzerinde ele alıyor, değerlendirmeler böyle yapılıyor.

Sorunların bu şekilde ele alınmasının yol gösterici paradigması “derin devlet” kavramıdır. Çünkü Türk devletinin güncel politikalarının anlatılması/anlaşılması için kullanılan Ergenekon kavramı, “derin devlet” kavramıyla birlikte anlam kazanmaktadır. Daha doğrusu bu çevreler Türk devletinin içinde ikili bir yapılanma bulunduğunu, bunun bir kesiminin Ergenekon adlı bir yapılanma olduğunu, diğer grubunun da Erdoğan olduğunu ön kabul olarak almakta ve buna göre Türk devletinin izlediği politikaları değerlendirmektedirler

Konu Türk devletinin izlediği ve bütün halkları ilgilendiren politikalar olunca soruna daha bir önemle yaklaşmak gerektiği ortadadır. Bunun için olgulara alışılmış düşünme formlarının dışında bakmayı göze almak, meselelere kolaylaştırıcı şablonlarla bakmanın rahatlığından, kolay olmasa da, vazgeçmek  gerekmektedir. 

Herhangi bir devletin yapısında çeşitli cuntaların/kliklerin bulunması normaldir. Böyle cunta ve kliklerin varlığı devletlerin doğası gereğidir.  Türk devleti içinde bu kural geçerlidir. Yani Türk devletinin içinden de çeşitli klikler bulunmuştur, bulunmaktadır, bulunacaktır. Bu durum normal ve doğaldır. Hatta Erdoğan'ın son dönem iktidarına kadar Türk devletinin belirleyici yapısal özelliği tam da böyleydi.

Türk devletinin oluşum sürecine kısaca göz atıldığında, devlet içinde bu yapılanmaların nasıl ve hangi ihtiyaca göre oluştuğunu görmek kolaydır.  Bilindiği gibi mevcut Türk devleti, Osmanlı devletinin son döneminde hâkim güç olan İttihat Terakki Fırkasının Türkçü ve İslamcı düşünsel, siyasal ve sosyal yapısı üzerinde şekillenmiştir. İttihat Terakkici ekibin 1. Dünya savaşında yenilmesi ve Osmanlının dağılmasında sonra İTF’nin bir kısım kadrosu, Kemalistler olarak öne çıktılar. Kemalistler henüz iktidarı ele geçirmedikleri ilk dönemlerde, padişah ile ve  Osmanlıcı/Dinci grupla birlikte hareket etmiştir. Kemalistler daha sonra iktidarlarını kurarlarken, Osmanlıcı/Dinci grubu tasfiye etmişler, iktidara tek başına hâkim olmuşlardır.  

Mustafa Kemal'in ölümüne kadar devam eden faşist Kemalist diktatörlük, temel hiçbir değişiklik olmadan, İsmet İnönü tarafından sürdürülmüştür. Osmanlıcı/İslamcı eğilimleri güçlü olan Menderes- Bayar kliği, 2. Dünya savaşının yarattığı sorunları da kullanarak, seçimlerle devlet içinde önemli bir konum elde etmiş, parlamento çoğunluğunu alarak hükümet olmuşlardı. Buna rağmen Kemalist ekip, özellikle ordu içindeki varlığıyla devlet içindeki konumunu güçlü bir biçimde sürdürmüştür.

 Menderes- Bayar Osmanlıcı/İslamcı ekibinin devlet içindeki konumunda rahatsız olan Kemalist ekip, 1960 darbesini yaparak, konumlarını yeniden düzenlenmiş, inisiyatif almışlardır. Buna rağmen Kemalistlerin diktatöryal, asimilasyoncu ve faşist politikaları, tek başına iktidar olmalarını önlemiş, ancak devlet içine yerleşmiş olan Osmanlıcı/İslamcı kliğin, işini kolaylaştırmış, varlığını güçlendirmiştir.

Böylece, 1960’lardan sonra Türk devletinin içinde, esas olarak iki kliğin varlığı ve ağırlığı daha çok netleşmeye başlamıştır. Devletin organlarında Kemalistlerle birlikte Osmanlıcı/İslamcı gruplar da önemli mevzileri ele geçirmişlerdir.

 Başından beri Türk devletinin temel politikası olan ırkçılık ise her iki kliğin ortaklaştığı bir politika olmuştur. Buna rağmen 1960’lardan sonra, ırkçılığın başka bir versiyonu olarak ortaya çıkan “milliyetçilik”te Osmanlıcı/İslamcı kliğin yanında yerini almıştır.

Tam bu süreçte “derin devlet” kavramı gündeme girmiştir. Devletin “en çok sahibi” olduklarını düşünen Kemalistler, devletlerini, esas olarak demokrasi güçlerine karşı korumak için, ancak ihtiyaç olduğunda Osmanlıcı/İslamcı klikle yaşadıkları çelişkilerden de, değerlendirilmek üzere özel bir örgütlenmeye ihtiyaç duymuşlardır. Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Kemalistlerin bu politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan bir örgütlenme olmuştur.   

 1960’lardan Erdoğan'ın son düzenlemelerine kadar Türk devleti, bazen birbirleriyle ittifak yapan, bazen çatışan Kemalistlerle Osmanlıcı/İslamcı ve ırkçı klikler tarafında yönetilmiştir. Devletin “en çok sahibi” olduklarını düşünen ve devletin içinde önemli bir gücü de olan Kemalistler, bu dönemde, devlet içindeki Osmanlıcı/İslamcı ve ırkçı kliklerle zorunlu ittifaklar yaparak, hem konumlarını korumuşlar, hem de devleti yönetmedeki rollerini oynayabilmişlerdir. Öte yanda Osmanlıcı/İslamcı ekip, bu yolla ve bu süre boyunca, içinde bulunduğu durumu fırsata dönüştürerek devlet içindeki gücünü ve mevzilerini artırmıştır.

 1970/1980 yıllarında, devlet içinde, Kemalistler konumlarını korumak, Osmanlıcı/İslamcı ve ırkçı klikler de daha fazla mevzi kapmak amacıyla birçok çatışma yaşanmıştır. 12. Eylül. 1980 faşist darbesinin, daha çok taviz vermesi ve önünü açmasıyla Osmanlıcı/İslamcı ve ırkçı klik, bir yönüyle Fettullah Gülen cemaati, devlet içindeki varlığını büyütmüş ve mevzilerini çeşitlendirerek konumunu güçlendirmiştir.  Bu süreç Kürt özgürlük hareketinin yarattığı basınç ile birleşerek Erdoğan'ın iktidar olmasının yolunu açmıştır.  

Cumhuriyetin kuruluşundan beri belli bir sosyal tabanı ve politik perspektifi olan Osmanlıcı/İslamcı politik yapının kontrolünü eline geçiren Erdoğan, 2002 yılında, hükümet ve parlamento çoğunluğu gibi mevzilere dayanarak kendi iktidarını örmeye başladı.  

Erdoğan'ın bundan sonra hangi süreçleri işlettiğini ve Türk devletinin hangi aşamalardan geçtiğini ve  mevcut durumunu, yazının  ikinci bölümde inceleyeceğiz.

NOT­: Elbette “derin devlet” kavramını böylesine özel bir duruma özgü olarak ele almak doğru değildir. Sömürü ve zorbalık üzerine kurulmuş egemen devletlerin her dönemde ve her biçimde derin bir yanları bulunmaktadır.