Türkiye‘de 15 Temmuz darbe girişimi Spiegel Dergisine bundan iki hafta önce (Spiegel.Nr. 30/2016) „ bir zamanlar bir demokrasi vardı“ başlığıyla kapak konusu oldu.
Sahi Türkiye’de bir zamanlar bir demokrasi vardı da bizler mi habersizdik.? Bugünlerde Türkiye’nin basın ve medyasında bolca demokrasi masalları anlatılıyor. AKP’lisinden CHP’lisine MHP’lisinden islami kesimlere ve onunda ötesinde bir zamanların islamcı liberal köşe yazarlarına kadar bir demokrasi yarışı almış başını gidiyor. Herkes demokrat, herkes demokrasi kahramanı. Buna darbeci FETÖ‘cü generallerde dahil. Onlarda demokrasi için darbe girişiminde bulunmuşlardı.
Daha çok demokrasi için barış isteyenler, devlet yapılanması içindeki FETÖ‘cü paralel yapının bir parçası, demokrasi düşmanı olarak gösterilip, tutuklanarak, yıldırılıp korkutularak teşhir edilmek isteniyor. Gerçek demokratları, barış ve demokrasi mücadelesi için bedel ödeyenleri bu dönemde zor ve çetin günler bekliyor.
Can Dündar bir süreliğine de olsa yurtdışına çıkmak zorunda bırakıldı. Bir çok gazeteci tutuklanarak etkisizleştirildi. Barış isteyen imzacı akademisyenlerden bazılarının işine son verilerek, akademiler susturulmak isteniyor. Son olarak Tunceli Üniversitesinden marksist ve ateist Doç.Dr. Candan Badem FETÖ‘cü diye Üniversite’den atılarak, tutuklanıyor. Kamuoyundan gelen tepkiler sonucu Candan Badem denetim şartıyla serbest bırakıldı. Her saat başı buna benzer haberler giderek çoğalmaktadır.
Bu arada demokrasi adına miting üstüne miting yapılıyor.15 Temuz öncesi biribirleriyle karşılaşmamak için yol degiştirenler miting alanlarında aynı kürsüden demokrasi nutukları atacaklar.Önümüzdeki 7 Ağustos Pazar günü İstanbul Yenikapı’da Reis’in kaptanlığında Kılıçdaroğlu’da Devlet Bahçeli ile birlikte aynı gemide kürek çekecek. Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz'a kadar Diktatör dediği Reis bugün demokrasi gemisinin kaptanlığını yapıyor. Kılıçdaroğlu‘na düşen ise kürek çekmektir. FETÖ’cü örgüt bir darbe girişimiyle bir gecede Türkiye’ye demokrasi getirdi.
Demokrat olmayanları demokratlaştırdı, gerçek demokratları ise demokrasi düşmanı olarak hedefe yerleştirdi. Düne kadar aynı yatağı paylaşan kardeşler bugün birbirine düşman.Aralarındaki husumet ganimet ve iktidarın paylaşımı nedeniyle başlayıp, giderek meydan savaşına dönüşerek darbe girişimine kadar vardı.Bu arada kimin kime darbe yaptığı henüz netleşmedi.Ortada o kadar kirli bilgi dolaşıyor ki, kardeşlerden kimin kime, Reis’in mi, yoksa Fethullah’ın mı darbe yaptığı ve sanaryosunu kimin hazırladığı şu an henüz netlik kazanmamakla birlikte savaş gemisi Sultan‘ın kaptanlığında yol almış görünüyor. Ama burası Türkiye. önümüzdeki günlerde ve aylarda nelerin olacağı meçhul. Geminin alacağı rotayı başta Amerika olmak üzere arka cephedeki güçlerin vereceği kararlar belirler.
Kısaca geçmişe bir göz atacak olursak, Türkiye hiç bir zaman demokrasinin yaşandığı, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceyle korunduğu bir ülke olmadı.
Türkiye kuruluşundan beri (29 Ekim 1923) ne zaman demokratik açılımlarda bulunduysa hep darbelerle geriye götürüldü.Cumhuriyetin ilanı aynı zamanda 1950 yılına kadar süren tek partili dönem Atatürk, CHP ve ordunun ortaklaşa diktatörlüğü demekti. Atatürk’ün ölümünden sonra ise İsmet İnönü (1938 -1950) görevi devralarak ülkeyi hem cumhurbaşkanı olarak, aynı zamanda CHP genel başkanı sıfatıyla 1950lere kadar yönetti. Anayasa gereği dört yılda bir seçimler yapıldıysa da ülke, üçlü bir yönetimin (Milli Şef olarak İnönü, CHP ve Ordu) koalisyonu ile yönetiliyordu.
1950 genel seçimlerindan sonra seçimi kaybeden CHP iktidarı DP‘ye (Demokrat Parti) bırakarak muhalefete geçti. On yıllık bir aradan sonra 27 Mayıs askeri darbesi yaşandı.
1960 darbesi ile birlikte darbeler dönemi başladı. Adnan Menderes ve Arkadaşlarının asılması.Uzun sürmeyen askeri yönetim yeni anayasayla birlikte 15 Ekim 1961 yapılan genel seçimlerden sonra ordunun tekrar kışlasına çekilerek, CHP’nin birinci parti olarak seçimden çıkması üzerine İnönü‘yü tekrar hükümeti kurmakla görevlendirdi. Fiilen olmasa da,perde arkasında ordu belirleyici güç olarak kaldı. Bundan sonraki yıllarda demokrasi doğrultusunda bir adım ileri attıldıysa iki adım geri attıldı. 1960 sonrası aynı zamanda koalisyonlar dönemi demekti.
Bu dönemde de CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar koalisyon hükümetlerine yön veren başta ordu olmak üzere kemalistler oldu. Hemen hemen her on yılda bir askeri darbeyle uyandı ülke.
1971 darbesi ve 1980 darbesi. En son olarak 15 Temmuz 2016 darbesi. Askerin sokağa dökülmeden muhtıralarla darbe niteliğinde eylemlerini biryana bırakırsak Türkiye kurulduğundan beri asker postalları altında inleyen bir ülke oldu.
Askeri darbelere birde sivil darbeler eklenebilir. 2002 yılından sonra Erdoğan, Gül ve Arınç yönetimindeki AKP'nin seçim başarısı aynı zamanda ordunun etkisinin kırılması için yeni bir dönemin başlamasını sağladı. Avrupa’dan ve ülke içinde de sol liberal‘lere kadar geniş bir kesimden destek alan Erdoğan başarısını daha çok özgürlükler ve kürt sorunun çözümü için verdiği sözlerle ve buna paralel olarak ekonomideki gelişmelerden dolayı halktan, özellikle de kürtlerden aldığı desteğe borçlu. Erdoğan‘ın AKP’si ilk yıllarında demokrasi ve anayasal temel haklar için verdiği güvencelerle zaman kazandı.Aynı dönemde bugün FETÖ’cü terör örgütü dediği örgüt militanlarını devletin tüm kurumlarına yerleştirerek yapısal değişimi adım adım birlikte sağladılar.
Erdoğan’ın „biz kandırıldık“, Cemaat tarafından „aldatıldık“ ve FETÖ’cü terör örgütü devlete sızarak, devleti ele geçirmeye çalıştı demesi gerçekleri ifade etmiyor. Daha dün „ne istediler de, vermedik“ diyen sanki kendisi değilmiş. Ve son darbe girişimi ile birlikte ordu tekrar işbaşında.
Şimdi bize anlatılan demokrasi masalı geçmişte kalmış, yaşanmamış bir öykü olsa gerek.
Yaşadığımız bu karanlıkların aydınlığa dönüşmesini ve aydınlık bir ülke de uyanmak istiyorsak dünya tarihinden de ders alarak Alman Sosyal Demokrasi hareketinin önderleri Willy Brandt’ın “Daha fazla demokrasi için” ve Friedrich Ebert’in “Demokrasinin demokratlara ihtiyacı var.” çağrısını tekrar hatırlayarak insan onurunun korunduğu, insan hak ve özgürlüklerinin anayasal ğüvenceye alındığı, ezilenlerin ve halkın, yerel yönetimler başta olmak üzere söz sahibi olduğu gerçek bir demokrasi için mücadele etmeliyiz.
Bonn 05.08.2016