Türk siyasetinin en önemli aktörü emekli oluyor. Gönüllü değil zorunlu bir emeklilik bu; sahneden kovuluyor.
Rütbeleri sökülüyor, okulları kapatılıyor, kışlasının kapısına çöp arabasından barikat kuruluyor, yıllarca hükmettiği sivillerin idaresine bağlanıyor.
Bir dönem bir mektubuyla hükümeti, bir ters bakışıyla başbakanı deviren kudretin asırlık iktidarı un ufak oluyor. Kimi gözyaşlarıyla, kimi davul zurnayla uğurluyor onu...
Şaka değil; giden, bir ulusal kimlik aynı zamanda...
“Asker millet”, tarihinde ilk kez tankların önüne yattı, üstüne çıktı, üniformalı birilerine“hain” damgası yapıştırdı.
“Her Türk asker doğar” diye rap rap yürüyenler, birden ana rahminde edindiklerine inandıkları meslekten soğudu.
Asker çekiliyor şimdi...
Sadece kışlasına da değil, kabuğuna...
***
Çağdaş bir demokrasi için sevinilecek gelişme... Tuhaf olan, askerin bu kadar siyasetin içinde olmasıydı aslında...
Cumhuriyet’i kuran kadronun asker olmasının yarattığı gelenek, yıllarca orduyu, toplumun en güvendiği kurum olarak baştacı etti. Asker, her zaman ayrıcalıklı ve itibarlı bir pozisyonda oldu. Bazen, “Silahlı Kuvvetler” imzalı bildirilerle yönetime el koydu; bazen, “Artık silahsız kuvvetler halletsin” diyerek sivilleri harekete geçirme misyonuna soyundu.
Ama her daim mıh gibi, siyasetin tam orta yerinde durdu.
***
Gülencilerin darbe girişimi, “laikliğin kalesi” sayılan ordunun, özellikle son 10 yılın enjeksiyonlarıyla bu kimliğini büyük ölçüde yitirdiğini ortaya koydu. Bu, askere güvenerek hayata tutunanlarda büyük travmaya yol açtı.
Şimdi emekliye sevk edilen “Paşa”nın geride bıraktığı iki büyük sorun var:
Birincisi, sandıkla gelen “Sivil Paşa”nın da militer zihne sahip olması, “fırsat bu fırsat” diyerek tankların çekildiği yerlere TOMA’ları, süngünün yerine copu koyması...
Darbe atlatmış bir liderin ilk demeci, “İlle Taksim’e o kışlayı yapacağım” olabilir mi?
Bu kışlaperver söylemden bir “sivil siyaset” çıkabilir mi?
İkinci sorun da bu zaten:
Asker, darbe ve vesayet dönemlerinde muhalefeti öyle ezdi, sivil dinamikleri öyle örseledi ki, arkasında büyük bir boşluk bıraktı.
Şimdi tankların çekildiği sokaklarda, “Nasılsa asker gereğini yapar” rehaveti içinde kendini salıvermiş bir toplumsal miskinlik ve kitlesel korku geziniyor.
Toplumun yeni “zinde kuvvetler”i, darbe sonrası intikam operasyonu için kılıç kuşanırken süngü dürtmeden ayağa kalkma yetisini yitirmiş, dağınık “silahsız kuvvetler”, “Bugünümüze şükür” duasıyla bir başka muktedirin gölgesine sığınıyor.
Bu yılgınlık sayesindedir ki, 12 Eylül sonrası Evren, halkı darbeye nasıl kolayca ikna edebildiyse, 15 Temmuz sonrası Erdoğan da kendi OHAL’ini o kadar kolay inşa edebiliyor.
***
Oysa süngü dürtmeden ayağa kalkmanın örneğini, 3 yıl önce Haziran’da vermişti bu toplum...
“Taksim’e kışla yapacağım” inadının nedeni de, o kalkışmanın intikamını almak, son sesleri de susturmak...
Bu kıskaçtan çıkışın tek yolu var:
Askeri/sivil her tür baskı rejimine karşı duran, demokrasiye inanan ve bir haziran günü birliktelikten gelen gücünü gösteren toplumsal dinamiğin, bir an önce buluşup örgütlenerek, sabırla, sağduyuyla yarına hazırlanması...
Parkları kışla değil, kışlaları park yapmanın vaktidir şimdi...