Hep biçildi bu dünya. Teknik olanakların getirdiği avantajlarla da hâlâ ve hâlâ, daha da hızlı biçilmekte!

Haritalarda tanımlanan kıtalar biçilmekte, bölgeler biçilmekte; her ülkenin kendi sınırları içerisinde can bedeli kazanılmış haklar biçilmekte!

Ve bütün bu biçkilerin nasıl bir forma getirilip, nasıl dikileceği bir türlü bulunamamakta. Daha doğrusu hiç bir biçki hesabı, dikilmesi planlanan elbiseye uymamakta; patlayıp patlayıp durmakta! Bildiğimiz tanımıyla, emperyalistler arasındaki dalaş freni patlamışçasına sürmekte.

Hâlâ ve hâlâ doğa biçilmekte! En önemlisi de hâlâ ve hâlâ insan yanımız, aklımız biçilmekte! Ne kalacak bizden geriye!!!

***

İletişim hızına paralel, takibedebildiğimiz haberlerin haddi hesabı yok. Ve medya hangi haberleri-nasıl önümüze atıyorsa, hurra diye üzerine atlama hâli hâkim.

Bu akıl biçme harekâtı toplumda umutsuzluk, güvensizlik, belirsizlik gibi muazzam travmalar yaratırken, bizlerde de ağır politik travmalar yaratmakta.

Bu travmalarda ise; “suçlama, haklı çıkma” gibi kapitalizmin en berbat zehirinin üzerimizdeki etkileri pratiğimize dek yansımakta. Bu zehir bizleri, gerçekten ama gerçekten omuzomuza yürüme pratiğinden uzaklaştırmakta.

***

Örneğin; Ortadoğu dedimiz coğrafya yeniden talan edildiğinde, yani Türkiye’nin Suriye sınırları ve Suriye hallaç pamuğuna çevirildiğinde (ki bu hâlâ devam etmekte) yeni teoriler dökülmeye başladı ortalığa. Almanya komünistlerinin bir kısmı; “Yeni Emperyalizm” diye bir şey tanımladılar ve Türkiye’yi yeni emperyalist ülkeler rafına yerleştirdiler. Türkiye’nin emperyalistleşme sürecini tanımlamaya başladılar. Hatta bu konuda bir kitapta çıkardılar (bu kitabın miyadı henüz tam olarak dolmadığı için, şimdilik bunun üzerine bir şey yazmayacağım. Yazılacaksa, tam verili-somut-kanıtlanmış şeyler yazılması gerekiyor). Bu tespit bizim literatürümüze de küt diye giriverdi.

Şu bir kaç hafta içerisinde de kaba harita ifadesiyle Kafkaslar masaya düşüverdi. Medyanın güdümüyle; kökü, ne idüğü belirsiz bir sürü perspektif yazısı dökülüverdi ortalığa.

Oysa Türkiye’nin “global güvenlik” alanlarından birinin Ortadoğu, diğerininse Kafkaslar olduğu bilgimiz dahilindeydi. Ortadoğu ülkelerinin ve Kafkasya’nın kapitalist-emperyalist sistemle bütünleşmesinin Türkiye’nin tarihsel görevlerinden birisi olduğu bilgimiz dahilindeydi.

Lübnan ve Türkiye gibi sonradan yapılandırılmış iki ülkenin; dünya sahnesindeki misyonu bilgisi dahilinde olanlardık. Elbette dünya aynı değil. Elbette büyük ve hızlı değişimler yaşanıyor. “Ortadoğu’nun Jandarması Türkiye” rolüne, küçücük “Siyasi Özne” rötuşları da yapılıp; açıkçası Maden Tetkik Arama Ensititüsü’ne dek tamah edilmiş bur ülkenin siyasal bağımsızlığından dem vurulup, çöpten ekmek toplayan halkın aklı çelinmeye devam ediliyor. Peki bizim aklımız nasıl çeliniyor!!!

Şak! Her toprak parçasında yaptıkları gibi; “çatışma bitti” dendiği anda da, bütün bu tezler ekran-masa başında çöpe gidiveriyor! Ve bundan rahatsızlık duyan kesim çok az... Bağışıklık kazandık, rahatsız olmuyoruz!

Her travmada “yokmuş gibi” davranılıp oluşturulan bağışıklık sisteminin, politik travmalarımızdaki bağışıklık sistemi mi bu; bilemiyorum! Açıkçası anlamaktan kaçınıyorum!

Bütün bunlar yeni değil; ve bütün bunlardan öğrenmekten korkan bir hâl hâkim! Gerçekten okumaya, gerçekten araştırmaya, gerçekten öğrenmeye direnç gösteren bir hâl hâkim! Ve bu hâl, bizim politik travmalardan ileriye doğru sıçramamızı engelleyen bir hâl... Ve bu hâl, bu travma; gerçekten okumayla değil de sadece “takip etmek”le cep telefonlarına hapsolmuş kesimler üzerinde daha büyük bir facia etkisi göstermekte.

Ve bu facia neredeyse hiçkimseyi rahatsız etmemekte!

Kısaca: Medyanın patlattığı havai fişeklerin gözümüzü aldığı yerlerin peşinden koşmak irademiz dışında bir faaliyet gibi doğallaşmakta. Politik travmalarımız da depreştikçe depreşmekte.

***

90’ların sonlarında, 12 Eylül enkazından omurgası sapasağlam çıkabilen bir avuç araştırmacı, yazar; insan aklına, algılarına yönelik bu yoğun saldırılara sürekli parmak basmaktaydı. Ki o dönem; çok kanallı televizyon sistemine henüz geçildiği bir dönemdi.

- “Kapitalist enternasyonal insan aklına saldırıyor. Algılama, ayırma, bilme, soyutlama gibi zihinsel özellikleri çürütüyor. İnsan aklının yönlendirilmesini, fetih aracı olarak kullanıyor. Bunu yaparken medyanın büyüsünden yararlanıyor. Sosyal varlığın gerçeklerini, paramparça edilmiş mesajlar hâline getiren medya tekelleri, insan zihninin yeni efendileridir. Kapitalist tüketimin nesnesi haline getirilen bireyin bu durumunu sürekli kılmak için duyumsal süzgeçler yaratılıyor. Yaşamın gerçeklerini kavrama gücünden yoksun bırakılan “bilinç”, zihin yönlendiricilerin insana kasteden mesajlarıyla dolduruluyor...

Dünya iletişim düzeninin, kapitalist Enternasyonal’in kurumsal ve ideolojik anlamda en güçlü dayanaklarından biri olarak tescil edilmesi, aydınlar tarafından neredeyse tepkisiz kabul edilmiştir. Birkaç onurlu aydın dışında, sürecin insanlığı çürüten etkilerine dair tepki gelişmemiştir.” (Suat Parlar, Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni; Beyaz Camın Cansız Gladyatörleri yazısından, Syf: 467)

- “Kapitalist üretim ilişkilerinde geçerli akıl sermayeninkidir. Bu üretim biçiminde geçerli akla göre davranmak düzenle kavgasız olmaktır. Kavga etmek geçerli akla karşı hareket etmek anlamına geliyor... Bugün artık eskiyi dönüştürme ve devrimcileştirme dinamiği tükenen burjuvazi, elindeki devasa mekanizmalara rağmen yaşanan ilişkilerin sürekli ve istikrarlı gerçeklikler olduğunu anlatmakta, bu ilişkilerin oluşturduğu dünyayı tek ve değişmez bir ideal olarak sunmakta zorlanmaktadır. Akla ve akla ilişkin değerlere saldırıya geçmesi bu yüzdendir. Burjuvazi şimdilerde çaresizlikten çare aramaktadır.” (Kutsiye Bozoklar, Hayatı Ellerinden Tutmak, Syf: 233)

Bu ve benzeri sayısız, pırlanta gibi alıntılar dizilebilir ardarda...

***

Suat Parlar’ın dediği gibi; “Pazar ekonomisi bir dine dönüştü. “Pazar tektanrıcılığı” ve onun kaynağı olan emperyalizm kendisini “Yeni Düzen” olarak sunuyor. Oysa bunun neresi yeni?”.

TUVALETLERİMİZE DEK SIZAN MEDYANIN MARİFETİ: SİL BÜTÜN DÜNYA TARİHİNİ! LİDERLERE-SEÇİMLERE KİLİTLE BÜTÜN İŞİ! O KADAR İŞTE, BİTTİ! Peşinden merakla koşulan bir dizi film gibi; açlıkla boğuşurken merakla izlesin bunları tüm ahali!

Korona zamanlarının süreci hızlandırmasıyla, yani neredeyse bir 20-30 yıl sonrası için tasavvur edebildiğimiz bir dünya bugün gerçekleştiriliverdi. Dünyanın bir yanının dijitalleştirildiği ve buna paralel dijital üretim-tüketime mâhkum edildiği bir gerçeklikken, dünyanın diğer bir yanının ekmek bile bulamayan bir insanlığa tanıklık ettiği de bir gerçeklik.

Alman kanallarındaki belgesellere ya da radyo programlarına kulak verdiğinizde; “Yiyecek ekmeğimiz yok. Pandemi bizi daha da yoksullaştırdı. Sadece ekmek bulabilmek için en sağlıksız işlerde bile çalışmak zorunda kaldık...” yönlü, sayısız ülkeden-sayısız röportaja rastlanır.

Yoksulları gösterme olanağına sahip olan onlardır. Ancak bu olanağa sahip olanlar; “reddetme” iradesini teslim aldıkları, kendi ülkelerindeki insanları göstermezler. Ya da saliselik haberler olarak verip geçerler...

Gerçek bir reddediş iradesinin, korku ve umutsuzlukla teslim alındığı bu insanlık sahnesinde; yaşamak zorunda kaldığımız böylesi ülkelerde bize dayatılan da başka bir iradesizlik türüdür.

Böylesi ülkelerde yaşayanlar olarak, şu günün yakıcı sorunu olan politik travmalardan rahatsız olmak-bunlara kayıtsız kalmamak, aklımıza yönelen tüm saldırılara karşı yoğun bir öğrenme emeğiyle bir reddediş sergilemek; önemsiz bir iş olmasa gerek!

Hiçbir şey olmamış gibi davranmamak; önemsiz bir iş olmasa gerek!

Hatta en önemli işimiz bu olsa gerek!