“Düşünmek,

bir yıkıma

hazırlanmaktır.”[1]

Bir zamanlar, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, Türkiye’de siyasetten kaçmanın imkânsız olduğunu ve bazen “ağzını kapalı tutmayı” başaramadığı vurgusuyla; “Aslında benim siyasi sorunlarım kitaplarımın birçok dile çevrilmesiyle başladı. Çoğu zaman olmasa da bazen ağzımı nasıl kapatacağımı bilmiyorum. Sinirleniyorsunuz ve sorunun etrafından dönmek yerine gerçekleri anlatmak istiyorsunuz. Türkiye’de sadece güller ve kelebekler üzerine yazan ünlü bir yazar olsanız bile siyasetten uzak durmanız imkânsız,”[2] demişti.

St. Petersburg Devlet Üniversitesi’nin verdiği fahri doktor unvanını kabul ettiği törende, “Günümüzde gazeteler kapatılıyor, siyasi baskı çok yoğun. Susmak istemiyorum. Sorun da birilerinin İslâmlaştırılması değil, birilerinin olmaması. Sorun özgür olamamak” ifadelerini kullanmıştı.[3]

‘Kara Kitap’ı yazarken kendisine, “Daha gençsin önce hayatı tanı,” diyenlere kızdığını ama şimdi onlara hak verdiğini söyleyen[4] Orhan Pamuk (OP) bunları dillendirdiğinde yıl 2015’di ve “Özetle, çok mutluyum,”[5] diyordu.

Tam da o günlerde OP, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasını eleştirip, “Muhalif gazetecilerin dövüldüğü, hapse atıldığı, haklarında dava üzerine dava açıldığı, tehdit edildiği ve gazetelerine el konduğu bir ülkede iktidar olmaktan da gurur duyabiliyorlar mı diye sormak isterim sayın milletvekillerine,”[6] diye haykırıyordu.

AFP’ye röportajında, “Otoriter askerler gönderildi, onların yerini otoriter ve İslâmcı hükümet aldı” vurgusuyla, “Türkiye, sadece seçimlerin yapıldığı fakat insan haklarına saygının, ifade özgürlüğünün her gün ihlâl edildiği bir demokrasi,”[7] saptamasının altını çiziyordu.

Yine, ‘La Repubblica’ya açıklamasında, Türkiye’yi yöneten duygunun “korku” olduğunu ve kendisinin de bir içsavaştan korktuğunu dile getirip; Erdoğan’a kızgın olan liberal ve demokratların yanında olduğunu açıklıyordu.[8]

Türkiye’de giderek artan istikrarsızlığı, Erdoğan’ın AKP’sinin 2015 Haziran’ındaki seçimlerde çoğunluğu sağlayamamasıyla ilişkilendirip, “Türkiye için endişeleniyorum çünkü biliyorum ki sonunda Erdoğan ne pahasına olursa olsun tek başına yönetmek istiyor,”[9] diyordu.

AKP’ye eleştiriler yöneltip, “İşte seçimi kazanıyorsun, yüzde 50 aldın, daha ne istiyorsun, daha kimi döveceksin!”[10] “Zaten başkanlık sistemi gibi bir şey yaşıyoruz artık. Cumhurbaşkanı ‘Can Dündar’dan hesabını sorarım’ diyor, hâkimler gereğini yapıyor. Bürokrasi, hukuk sistemi Cumhurbaşkanı’ndan fazlasıyla korkuyor. Sesini çıkaran yok. Bundan başka ne isteniyor, farkında değilim açıkçası,”[11] biçiminde konuşuyordu.

“Teröristmiş gibi sabahın 7’sinde bir profesörün evine girmeye hakkınız yok” vurgusuyla ‘The Times’a ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisini imzalayan öğretim üyelerine yapılan gözaltı operasyonlarını ‘kabul edilemez’ olarak değerlendirip;[12] İtalyan ‘La Repubblica’ya şunları söylüyordu: “Bir seçim demokrasimiz hiç şüphesiz var. Ama düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği ve kuvvetler ayrımına dayanan demokrasi artık yavaş yavaş sona eriyor diye korkuyorum.”[13]

Bunların tümü ilk bakışta “olumlu” gibi görünüyordu; ama OP’un tüm itirazlarının temelini Avrupa Birliği (AB) eksenli “değerler” ile “liberal sol” düşünceler oluşturuyordu…[14]

Kolay mı? ‘Ta Nea’ ve ‘Efimerida ton Sintakton’da AB konusunda değerlendirme yaparken, “Benim için AB hâlâ bir hayal (ufuk). Bugün için bile AB, ‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ sloganıdır,”[15] diye konuşuyordu.

İtalyan İl Mattino gazetesine, “Benim ülkem; Türkiye, düşündüğünüzden daha çok Avrupa’ya entegre ve yakındır,”[16] diyen OP, Ayrıca Hollanda Televizyonu’ndaki ‘Nieuwsuur/ Haber Saati’ programında, Avrupa ülkelerine, “insan hakları ihlâlleri konusunda Türkiye’ye karşı daha sert tavır almaları” çağrısında bulunuyordu.[17]

“Büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. 2002 ile 2009 yılları arasında iyimserdim. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeyi başardığında ‘harikalar diyarındaki Alice’ gibi her konuda konuşabileceğimize inanmıştım,” diyen OP, ‘Die Zeit’e Türkiye’nin AB üyeliği meselesinin artık geçmişte kaldığını ve kendinin de büyük hayal kırıklığı yaşadığını söyledi.[18]

Liberallerin çoğu gibi o da, Erdoğan AKP’sini başlangıçta umutla, coşkuyla karşılamıştı. Sonuç, hüsrandı!

“Yazmak bana berbat dünyadan kaçma olanağı veriyor,”[19] diyen Nobel ödüllü yazar OP, ‘Masumiyet Müzesi’ romanının kahramanı Kemal’le, kendi hayatı arasındaki benzerliği karşılaştırırken, şöyle bir değerlendirmede bulunur:

“Kemal, gülünç aşk hikâyesi yüzünden Nişantaşlı burjuva sınıfının dışına itiliyor. Çok alay ediyorlar. Aşk hikâyesini de biraz ayıp buluyorlar. Ben de aynı sınıftan uzaklaştım; bundan şikâyetçi değilim ama Füsun’a olan aşkımdan değil, edebiyat sevgimden değil, içine düştüğüm siyasi durumlardan ötürü.”[20]

Devamla nasıl soru(n)lar yaşadığını anlatırken, ülkenin yakın tarihine de ışık tutan durumları paylaşıyor:

“2004-2010 arasında hiç de istemediğim hâlde siyasete çekildim. Öldürülmekten de korkuyordum o dönemde. Kaçtım ve hiç kimseye çaktırmadan buraya gelip müzeyle uğraştım. Ama gazetelerde Orhan Pamuk Türkiye’den gitti, artık Amerika’da diye yazıldığı için bu benim işime geliyordu. Kimseye gözükmeden buraya gelip, korumayla gider müzede işlerimi yapardım... Biraz hayalet gibi olmuştum.”[21]

Bunlar; “… ‘70’lerde, ben teknik üniversitedeyken öğrenciler olaylara çatapat atarmış gibi dinamit atarlardı,”[22] diyen OP’un, satır arası itirafları değil mi?

Sonrasını Ayşenur Arslan’ın satırlarına bırakıyorum:

“Şaka, kinaye falan değil. Girin arama motoruna. Haber karşınıza çıkıyor.

Haber, (elbette) ‘Nobel ödüllü yazar’ diye başlıyor. Ne yapmış o Nobel ödüllü yazar diye okuyorsunuz. Meğer son kitabı ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ın imza günü için Adana’ya gitmiş. Orada ‘hayranları’ ve gazetecilerle konuşmuş. Daha doğrusu konuşmamış da, Zaman’a kayyum atanmasına ve son gelişmelere dair sorular gelince,

‘Yeterince siyaset konuştum. Gazetelerde var. Ne düşündüğümü biliyorsunuz zaten. Her gelişmeye maydanoz olmayacağımı söylemiştim’

Demiş! Hangi gelişmeye maydanoz olacak, hangisine olmayacak pek anlayamadım doğrusu.

Öyle ya! Daha birkaç hafta önce ‘düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği ve kuvvetler ayrımına dayanan demokrasi artık yavaş yavaş sona eriyor diye korkuyorum’ dememiş miydi!”[23]

Akif Beki’den bir şey daha: “2015 Aydın Doğan Roman Ödülü’nü almak için kürsüye gelen Orhan Pamuk, teşekkür konuşmasıyla kafamdaki kurguyu büsbütün bozmasın mı! Hiç ummazdım, sürpriz bir ‘yeni Türkiye’ güzellemesi yaptı. Açıktan açığa. Tabii güzelleme yapmak kastıyla değil ve bir kez bile ‘yeni Türkiye’ demeden”![24]

OP’un “liberal sol”cu tutum(suzluğ)una ilişkin olarak, Ahmet Hakan, “… ‘Derin bir hayal kırıklığı yaşıyorum’ diyen Orhan Pamuk’u, ‘Hayallere o kadar fazla dalmasaydın yaşadığın hayal kırıklığı bu kadar derin olmazdı’ diye terslemek istiyorum,”[25] notunu düşerken “Pamuk’un Siyasi Kodları”nı en iyi Murat Erdin’in şu satırları özetler:

“Ona göre ‘siyasetin aşırısında yapmacıklı bir şey vardır… Kafasındaki siyasi kodları tıpkı öncekilerde olduğu gibi bu romanına da tek tek işlemiş. Pamuk’un dünyasında özgürlük, bireycilik, ifade özgürlüğü ve demokrasi var. Belki de ‘siyaset yapıyor’ diye eleştirilmesinin temelinde bu vardır.”[26]

O hâlde OP’un, yazınında da yaptığı siyaset bunun ötesinde değildir. Çünkü…

‘Rossiyskaya Gazeta’ gazetesine, 1917 Bolşevik Devrimi lideri ve SSCB kurucusu Vladimir Lenin’e saygı duyduğunu, fakat Onun insanları öldürmeye gönderdiğini, bu yüzden de eleştirdiğini söyleyen OP, “Kendisini Avrupalı olarak gördüğünü” de vurgulamadan[27] geçmezken; ufkunun “liberal sol”culukla sınırlı olduğunun da altını çiziyordu.

“O da ne” mi?

Siyasal liberalizmi temel dayanaklarından biri yapan “sol”a, “liberal sol” denir. Çoğunlukla “post-modernist”tirler; “demokratikleşme” gibi konuları ve AB penceresinden irdelerler. Bu nedenle de, “liberal” ve “sol” sözcüklerinde dengenin “liberal” tarafındadırlar.

İnsan, kadın, cinsel tercih, azınlık hakları vb. her türlü konuda laf edip, sınıf mücadelesi konusunda suya sabuna dokunmamanın adıdır “sol liberalizm”.

Marksizmin “sınıf” gerçeği yerine “yurttaşlık”ı ikame ederler. Sosyo-ekonomik bağlama aldırmazlar. Bu nedenle “demokratikleşme”, AB gibi gündemler de “liberal solu” dar bir çerçeveye hapseder. “Devrim”, “alternatif”, vb’leri “es” geçilen konulardır; “Büyük Anlatı” itirazıyla…

Burjuva ideolojisi olan liberalizm, kitlelere uyarlanabilmek için sol söylemler giyinir. “Sol liberalizm” de diyebileceğimiz bu anlayış, kitlelerin demokrasi özlemini düzen içi sınırlara hapsederler. “Ulusal Mesele”yi, basit bir otonomi ya da özerklik sorununa indirgenir. Kadın sorunu feminizmle daraltılır. Vs…

Sağcılığa solculuk süsü verilendir. Nihai kertede bilinen sağın “sanal solu” (veya “ılık sol”u)dur

Teorik kökleri Ernesto Laclau, Chantal Mouffe metinlerinde bulunabilir. Sınıf mücadelesini ve devrimi rafa kaldıran, toplumdaki farklı kimliklerin tanınması ve birlikteliği temelinde derinleştirilen bir radikal demokrasi (liberal demokrasiden ne farkı var anlayabilmiş değilim) anlayışını benimseyen post-modern tandanslı bir tarz-ı siyasettir.

Kapitalist sisteme tepkilerin küçük vanalar açılarak, ortadan kaldırılmasına dayanan statükocu akımdır. Bir zamanlar “statükoyu zayıflatacak bir güç unsuru olarak gördükleri AKP’ye yedeklenme siyaset(sizliğ)i uygulayandırlar.”

Kapitalizmin solculara sunduğu ürün “seçenek”lerinden olup; deniz anası gibi bir hissiyat uyandırır insanda, fazla yumuşak, yapış yapış…

Varlıklarıyla, “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur. Öyleyse herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek demektir,”[28] vurgusuyla, “Liberalizm ve demokrasi arasındaki boşanma sorunu, tüm kurtuluş hareketinin temel sorunlarından biridir… Eğer liberalizmi demokrasiden ayıran derin sınıf kökenlerinin bilincine varmazsa, eğer bu bilinci yığınlar içinde yaymazsa, eğer liberalizmin “halkın özgürlüğü” davası karşısındaki ihanet ve yalpalamalarını böylece etkisizleştirmeyi öğrenemezse, Rus demokrasisi bir adım bile ilerleyemez,”[29] diyen V. İ. Lenin’i doğrularlar…

Bir de Bill Livant’ın, “Bir liberal bir dilenci gördüğünde sistemin işlemediğini söyler. Bir Marksist gördüğünde ise işlediğini”; yine V. İ. Lenin’in, “Bir liberal kendisine kötü muamele edildiği zaman, tanrıya şükür dayak atmadılar diye düşünür. Dayak yediği zaman ise, öldürülmediği için tanrıya şükreder. Ve iş ölüme gelecek olursa, bu defa ölümsüz ruhu fani vücudundan kurtarıldığı için tanrıya şükredecektir,”[30] uyarısını![31]

OP’da bunlardan birisidir; aydın/entelektüel duruşunu hepimize bir kez daha tartıştıran…

Hatırlayın!

Noam Chomsky, “Gerçeği söylemek ve yalanları gözler önüne sermek, aydınların sorumluluğudur”…

Theodor Adorno, “Kendi vatanında kendini yabancı hissetmek entelektüel için ahlâki bir sorumluluktur”…

Jean Paul Sartre, “Aydın insanın görevi, düşünmek, hiçbir engel tanımadan, tehlike karşısında bile kendine bir sınır koymadan, koydurtmadan düşünen insandır”…

Edward Said, “Entelektüel, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir, bir entelektüel hiç bir kahraman ve siyasi tanrıya inanmaz,” diye haykırmazlar mıydı?

“Sinmiş Aydınlar”ın[32] bugününde, bu haykırışları hatırla(t)makla mükellefiz…

Çünkü “Yaşanılan gerçeklik sanatın ve sanatçının yüzyıllardır süren muhalif olma özelliğini hızla yok ederken gerçek sanatçılara, sanata düşen görev, geleneğine, yaşama, insana sahip çıkmaktır… Diyebiliriz ki sanat kendisini, gerçeğini, sahibini, sanatçıyı; sanatçı sanatı arıyor.”[33]

OP da, muadili “sol liberaller” de aradığımız şey değil!

“İyi de aradığımız ne” mi?

Fransız sosyolog Pierre Bourdieu şöyle sorar ‘Karşı Ateşler’de: “Entelektüeller, özellikle de araştırmacılar, bilhassa toplumbilim alanındaki uzmanlar, politik dünyaya müdahale edebilir mi ve etmeli midirler? Hangi koşullarda bunu etkin olarak yapabilirler? (…) Politika yapmanın yeni bir tarzının yaratılmasına nasıl katkıda bulunabilirler?”[34]

Emile Zola’nın Dreyfus olayı sonrası kaleme aldığı ve ‘L’Aurore’da yayınlanan ‘Suçluyorum!’ başlıklı mektubundan beri bu soru daima gündemde kalmıştır. Tahsin Yücel’in “Benzerine az rastlanır bir aydın başkaldırısı” olarak adlandırdığı Zola’nın Dreyfus olayı karşısındaki duruşu, entelektüelin iktidara göre hangi konumda olması gerektiğini gösterir.

Entelektüel; bilgisini, uzmanlığını ve hakikâtle ilişkisini siyasi mücadele alanında kullanan kişidir. Bu anlamda, entelektüel “hakikât etrafında kavga verir.” “Hakikâti görmemiş olanlara, hakikâti söyleyemeyenler adına, hakikâti söyler.”[35]

Kolay mı? Emile Zola’nın “Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum,”[36] der.

Entelektüeller, “Tahakkümün aldığı yepyeni biçimler de dikkate alındığında, özellikle günümüzde toplumsal mücadelelerin parçası”[37] olmalıdır.

“Entelektüel, yeni politik eylem biçimlerinin, insanları seferber etmenin ve seferber olmuş insanları bir arada faaliyete geçirmenin yeni biçimlerinin, projeler oluşturmanın ve bunları ortak olarak gerçekleştirmenin yeni biçimlerinin kolektif arayışını örgütleyebilir ya da düzenleyebilir. Grupların ne olduğunu, ne olabileceklerini ya da ne olmaları gerektiğini ifade etme ve aynı zamanda keşfetme çabası içindeki grup dinamiğine yardımcı olarak, keza toplumsal dünyayı dolduran engin toplumsal bilginin toplanmasına ve birikmesine katkıda bulunarak ebelik görevini yerine getirebilir.”[38]

Ve nihayet bizim indimizde aydın/ entelektüel duruşu ve sorumluluğu dik durup, daim diklenişiyle budur; böyledir…

Konuya dair son sözüm de, “Bir oportünist her formüle kolayca imzasını atar, ve onu aynı kolaylıkla terk eder, çünkü oportünizm demek, kesin ve sağlam ilkelere sahip olmamak demektir,” vurgusuyla; “Yalancılar ve iki yüzlüler, beyinsizler ve körler, burjuvazi ve yandaşları, genellikle özgürlük, genellikle eşitlik ve demokrasi konusundaki boş sözleri ile halkı aldatmak isterler. İnsanlara şunu söylüyoruz: Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın!” diye haykıran V. İ. Lenin’in uyarısı olacaktır…

18 Ekim 2019 08:20:49, İstanbul.

N O T L A R

[*] Güney Dergisi, No:91, Ocak-Şubat-Mart 2020…

[1] Emil Michel Cioran.

[2] “Orhan Pamuk: Siyasetten Kaçmak İmkânsız”, Radikal, 10 Ekim 2015… http://www.radikal.com.tr/hayat/orhan_pamuk_siyasetten_kacmak_imkânsiz_ben_de_agzimi_nasil_kapali_tutacagimi_bilmiyorum-1448944

[3] “Orhan Pamuk: Sorun Özgür Olamamak”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2017, s.16.

[4] Filiz Aygündüz, “Şimdi O Amcalara da Hak Veriyorum”, Milliyet, 26 Nisan 2015, s.6.

[5] Evrim Altuğ, “Orhan Pamuk’tan İstanbul’a Gelin Çağrısı”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2015, s.21.

[6] “Orhan Pamuk: İktidar Olmaktan Gurur Duyuyorlar mı?”, Radikal, 28 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/orhan-pamuk-iktidar-olmaktan-gurur-duyuyorlar-mi-1481844/

[7] “Otoriter Askerden Otoriter Hükümete”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2015, s.7.

[8] Esma Çakır, “Orhan Pamuk: Türkiye’yi Korku Duygusu Yönetiyor”, Hürriyet, 13 Ekim 2015, s.6.

[9] “Seçimlerdeki Yenilgi Erdoğan’ı Öfkelendirdi”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2015, s.15.

[10] “Yüzde 50 Aldın, Daha Kimi Döveceksin”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2016, s.11.

[11] “Bana Ne Denmiyor”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2016, s.15.

[12] “Akademik Sınıf Terörize Ediliyor”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2016, s.10.

[13] “Orhan Pamuk: Demokrasi Bitiyor”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2016, s.17.

[14] “Liberâlleşme salgınına 1980’lerin sonları; ama daha fazlasıyla 1990’larda mâruz kalındı. 1970’lerde radikâllik modaydı. Herkes, kendisini benzerlerinden bir radikâllik farkıyla ayrıştırmayı çok seviyordu. 12 Eylül’ün balyozundan sonra; durum nedense tersine döndü. Bu defâ entelektüel dünyâda herkes ne kadar liberâlleştiğini gösterme telâşına düştü. Bu, ağırlıklı olarak “sol” câmiada başladı; daha sonra milliyetçi entelijensiya ve İslâmcılar arasında yayıldı.” (Süleyman Seyfi Öğün, “Entel Dantel Bir Mevzu…”, Yeni Şafak, 28 Ağustos 2017, s.11.)

[15] “Kafamda Bir Tuhaflık”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2015, s.17.

[16] “Pamuk, Dündar ve Gül İçin Konuştu: Çok Kızgın ve Üzgünüm”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2015, s.19.

[17] Yusuf Özkan, “Ülkem İçin Korkuyorum”, 2 Mayıs 2016… http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/05/160502_orhan_pamuk_cagri

[18] “Büyük Hayal Kırıklığı Yaşıyorum”, Hürriyet, 17 Mart 2015... http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28480090.asp

[19] Yekta Kopan, “Yekta Bey Size Söz Veriyorum”, Radikal Kitap, 7 Şubat 2016… http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/yekta-bey-size-soz-veriyorum-433651

[20] Orhan Pamuk, Hatıraların Masumiyeti, Yapı Kredi Yay., 2016, s.38.

[21] yage, s.38-39.

[22] Turhan Günay-Eray Ak, “Orhan Pamuk’tan ‘Kırmızı Saçlı Kadın’: Konumuz Suç!”, Cumhuriyet Kitap, No:1356, 11 Şubat 2016, s.14.

[23] Ayşenur Arslan, “Orhan Pamuk ve Maydanoz”, Birgün, 7 Mart 2016, s.2.

[24] Akif Beki, “En Son Orhan Pamuk Havadisleri”, Hürriyet, 18 Nisan 2015, s.21.

[25] Ahmet Hakan, “Terslenmeyi Sadece Orhan Pamuk Hak Ediyor”, Hürriyet, 19 Mart 2015, s.6.

[26] Murat Erdin, “Pamuk’un Siyasi Kodları...”, Taraf, 13 Ocak 2015, s.12.

[27] Fuad Safaro, “Pamuk: Lenin’e Saygı Duyarım Ama”, 25 Şubat 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201702251027387343-orhan-pamuk-lenin/

[28] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 2011.

[29] V. İ. Lenin, “Liberalizm ve Demokrasi Arasındaki Boşanma”, Severnaya Pravda, No:9, 11 Ağustos 1913.

[30] V. İ. Lenin, Tüm Yapıtları, Cilt:11, s.385.

[31] “Olumsuz bir özü olan liberalizmin üstesinden gelmek için olumlu bir özü olan Marksizmi kullanmalıyız.” (Mao Zedung.)

[32] Fatma Esin, “Sinmiş Aydınlar ve Türkiye”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2019, s.2.

[33] Öner Yağcı, “Sanat ve ‘Muhalefet’…”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2019, s.13.

[34] Pierre Bourdieu, Karşı Ateşler - II: Avrupa Sosyal Hareketi İçin, Çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2018, s.31.

[35] Michel Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi, Çev: Ferda Keskin-Osman Akınhay-Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., 2011, s.51.

[36] Emile Zola, Suçluyorum, çev: Tahsin Yücel, Can Yay., 2007, s.20.

[37] Pierre Bourdieu, Karşı Ateşler - II: Avrupa Sosyal Hareketi İçin, Çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2018, s.33.

[38] yage, s.34-35.