Fethiye’nin MHP’li belediye başkanı Behçet efendi, sağ olsun, Kürt yurttaşlarının bayramını Kürtçe-Türkçe karışımı ucube bir mesajla kutlamış. Bir de milletle dalga geçer gibi, »Anladınız değil mi? Bu yüzden: tek... tek... tek...« diye saydırmış. Ama sayın başkan bir şeyi anlamamış: faşist söylem, her yerde faşist söylemdir – ister Kürtçe, ister Türkçe, isterse de başka dilde ifade edilsin.
Okur diyecektir ki, »bir MHP’liden başka ne beklenir» diye. Doğru, ancak bu örnekte ortaya çıkan anlayış sadece aşırı milliyetçi bir partinin değil, bir devletin aklıdır. Aynı zamanda bir egemenlik aracının ifadesidir.
Ama bu egemenlik aracı sadece Kürt halkı üzerinde baskı kurmak için değil, sömürü düzeninin sürekliliğini güvence altına almak için Türk çoğunluk toplumuna takılmış bir prangadır. Anadilini korumak, kullanmak ve geliştirmek isteyen Kürt halkının »bölücü«, »terörist«, »verilenle yetinmeyen hainler« olduğuna çoğunluk toplumu ikna olduğu müddetçe, sömürünün, toplumsal, ekonomik ve siyasî sorunların asıl nedenlerini sorgulamak kimsenin aklına gelmez. Toplumun köklerine yerleştirilen ırkçılık ve milliyetçilik virüsü de işin cabası.
Neoliberal-islamist iktidar, bizzat başbakanın açıkladığı »paket« ile, (Yalçın Akdoğan’ın deyimiyle) »halka hak ettiğini fazlasıyla verdiklerini« iddia ediyor. Eleştirel kamuoyunun ve bilhassa Kürt halkının bu laflara karnının tok olduğunu öğrenememişler hâlâ.
Aynı hükümet örneğin Almanya’da Türkiye kökenli göçmenlerin anadillerinde, yani Türkçe ders görebilmeleri, Türkçe kreş hizmetlerinin verilmesi, Türkçe’nin Alman liselerinde İngilizce, Fransızca veya İspanyolca gibi eşit değerde yabancı dil olarak okutulması için lobi çalışmaları yapıyor, Alman hükümetinden bunları talep ediyor. Doğru bir iş yapıyor, ama kendi ev ödevlerini yapmadığından inandırıcı olamıyor.
Göçmen örgütleri de yıllardan beri benzer talepleri yükseltiyorlar. Göçmenlerin topu topu 60 yıldır Almanya’da olduklarını söyleyen Alman hükümetleri buna rağmen – hiç yeterli olmasa da – anadil öğrenimi konusuna belirli adımlar attılar. Çünkü istemeseler de, bir toplumsal sorunla karşı karşıya kaldıklarının bilincindeydiler.
Peki, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında binlerce yıldır yaşayan kadim Kürt halkı, Almanya’daki Türkiyelilerin elde ettikleri haklardan daha azı ile mi yetinsinler? Bu kadar gerici, bu denli faşizan bir anlayış olabilir mi?
Neoliberal-islamistler Kürt Sorunu olarak adlandırılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu yana giderek derinleşen bir toplumsal sorunu Şark kurnazlığı ile »çözebileceğine«, daha doğru bir deyimle, hâlâ egemenlik aracı olarak kullanabileceklerine inanıyorlarsa, fena yanılıyorlar.
Bu kadim sorunun çözümünün anahtarı, anadil hakkının nihâyet kabul görmesidir. »Yabancı dil« diyerek veya işi özel okullara devrederek bu sorunun üstesinden gelinemeyeceği açık.
Ama hâlâ anlamayanlar olduğu için açık açık Türkçe yazalım: Anadil hakkı, kamusal eğitimin kalıcı sütunu olmadığı, devletin kamu bütçesinden ayıracağı yeterli bütçelerle her anadile her isteyenin engelsiz ulaşımını olanaklı kılmadığı, anadillerin korunması, kullanılması ve gelişmeleri için gerekli yatırımları yapmadığı, belediye ve devlet hizmetlerinden herkesin kendi anadilinde faydalanabilmesini sağlamadığı müddetçe, hak olarak tanınmış sayılmaz.
Dahası, Türkiye Cumhuriyeti gibi bu denli fazla milliyetin ve anadilin yaşadığı coğrafyalarda bir »resmî dil« olacaksa, o da herkesin katılımıyla alınacak bir karar sonucunda gerçek meşruiyetine kavuşacaktır. Asıl meşru olan »tek dil« değil, anadillerin eşitliğidir.
Anladınız değil mi? Bu yüzden: anadil hakkı, devletin, egemenlerin »hak edenlere« gösterecekleri bir »teveccüh« değil, her insanın doğuştan sahip olduğu ve devletlerin kullanımını olanaklı kılmakla yükümlü oldukları bir haktır. Ne azı, ne de fazlası!
12 Ekim 2013