17 Eylül günü Almanya'da yapılan TTİP ve CETA'ya Hayır yürüyüşü ve düşündürdükleri.
Avrupa da yüzbinler TTİP ve CETA'ya karşı sokaklardaydı. Avrupa Birliği (AB) ABD ve Kanada arasında yapılmak istenilen imzaya ve Serbest ticaret anlaşmalarına karşı Almanya'nın yedi ayrı bölgesinde yürüyüş gerçekleştirildi. Köln 50 bin, Berlin 70 bin, Hamburg 65 bin, Frankfurt 50 bin, Leipzig 15 bin, Münih 25 bin, Stuttgart 40 bin kişi saat 12.00 de miting alanında toplandı ve konuşmalar yapıldı.
Çalışma ve yaşam koşullarını kötüleştirecek TTİP ve CETA gündeme gelmesiyle sendikaların, işçi ve emekçilerin yoğun tepkisi gündeme geldi. Tepkiler sokaklara yansıdı. Yüzbinler sokağa döküldü.
Transatlantik Serbest Yatırım ve Ticaret Anlaşması (TTİP) ve AB-Kanada-Serbest Ticaret Anlaşması CETA'ya karşı 3,5 milyon imza toplandı. Almanya Çapında Yeşiller, Sol Parti, Greenpeace ile çok sayıda çevre ve köylü örgütü, küreselleşme karşıtı ATTAC gibi 30'dan fazla insiyatif grupları tarafından desteklendi.
Yürüyüş komitesi adına Köln de yapılan konuşmada, TTİP ve CETA'nın yürürlüğe girmesi durumunda işçilerin elde ettiği sosyal ve sendikal hakların ortadan kaldırılacağı Emperyalist tekellerin çalışma yaşamındaki kuralsız ve aşırı sömürü koşulları her yönüyle tüm emekçileri etkiyeceğini, yoksulluğun ve işsizliğin artacağı dile getirildi.
TTİP ve CETA ile yapılmak istenen anlaşmalarla sermaye önündeki ulusal çitleri yıkmakta, Sermayenin daha fazla kar elde edebilmesi için yeni yasalar çıkartılarak daha fazla kar elde etmesi garantiye alınmak istenmektedir.
Bu yasa neden ve ne için?
İşçi ve emekçilerin canı kanı pahasına kazanılmış halklarının gasp edilmesi için,
İLO'nun sözleşmelerini gasp etmek için,
Sendikal halkların kötüleşmesi için,
Halkın ödediği vergilerin sermayeye peşkeş çekilmesi için,
Emekçilerin sosyal halklarının kısıtlanması ve yok edilmesi için,
Doğanın talan edilmesi için,
Çalışma ve ücret koşullarının kötüleşmesi için....
Almanya'daki çalışma koşulları ve sermayenin aşırı kar hırsı Türkiyelileri fazla ilgilendirmeği için Avrupalı emekçilerle dayanışma içine girmiyorlar. Almanya da 5 milyon Türkiyeli Göçmen yaşamaktadır. Ama TTİP ve CETA'ya karşı yapılan yürüyüşe 500 Türkiyeli Göçmen gelmiyor. Türkiyeli göçmen grupların sınıf mücadelesi sadece kendi grup çıkarlarını ilgilendiriyor olmalı ki bu yürüyüş ve bu gibi yürüyüşlere ilgi göstermiyorlar. Fransa'da gelişen işçi ve köylü direnişleride bildiri düzeyinde laf kalabaklığıyla geçiştirildiği gibi Almanya'daki işçi ve köylü eylemlilikleride sadece bildiri düzeyinde kalmıştır.
Türkiyeli işçilerin, devrimci grupların Avrupalı işçilerle sınıf dayanışmasına girmek, yan yana olmak gibi bir dertleri yoktur. Avrupalı işçilerin hak arama mücadelesi Türkiye'lileri ilgilendirmiyor olmalı ki Avrupalı emekçilerin, aydınların, demokratların, devrimcilerin yaptıkları eylemlere ilgisiz kalıyorlar.
Köln miting alanında ve yürüyüşünde; Türkiyeli/Kürdistanlı göçmen derneklerin varlıkları göstermelikti. Gelen dernekler reklam amaçlı bayraklarıyla gelmişlerdi. Düşünsenize 50 bin kişi arasında 30-40 kişi, üç dernek bayrağı ve bir pankart vardı.
Türkiyeli grup ve örgütler maalesef marjinal bir görüntü sergilediler. Türkiye'yi ilgilendiren yürüyüşlerde bol bol attıkları yaşasın Uluslar arası dayanışma sloganı sınıfta kalmıştı. Köln şehrinde yapılan yürüyüşte 100 kişi bile yoktular. Almanya'nn diğer şehirlerinde de aynı görüntülerden dolayı bir rahatsızlık vardı. Avrupa Postası'nda çıkan yazıda da katılımcı sayısı dile getirilmişti.
Dayanışma kültürü ancak bu kadar içselleşebiliyordu, Anadolu da bir deyim var 'size geldik mi yiyelim içelim, bize geldik mi gülelim oynayalım... Dayanışmadan bahsedenlerin, dayanışmaya önce kendilerinin inanması ve uygulaması gerekmektedir.
Oysa işçilerin, emekçilerin ve halkların dayanışması her yerde her koşulda sermayenin saldırılarına karşı ortaklaşmaktır. Yan yana ve omuz omuza olmaktır. Dayanışmanın sevgiden ve bilgiden nefes alacağını unutuyoruz.
Avrupa sokaklarında yaşasın dayanışma, faşizme karşı omuz omuza sloganları atılıyorsa Uluslar arası danışmanın olması için sözler söyleniyorsa Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin pratikte uygulamaları öncelikli olmazsa olmazı olmalıdır. Dayanışma da karşısındakinin yerine kendini koyabilmesidir. Uluslararası Dayanışmayla ilgili lafazanlık ve slogana sığınmak değil, dayanışmanın gerçek pratiğine bakmak gerekir. Niçin duyarsız kalıyorsunuz? Neden gelmiyorsunuz?
Avrupa'da ki sosyal ve siyasal gelişmeler kimin sorunudur!
Göçmenleri ilgilendiren sorunları bir tarafa atıp sadece Türkiye/Kürdistan üzerinden sosyal ve siyasal gelişmeleri düşünmek ne kadar doğrudur? Avrupalı emekçilerin sosyal ve sendikal hakların mücadelesine ilgisiz kalmak ne anlam ifade etmektedir. Avrupalı emekçilerle yan yana gelmek, omuz omuza olmak sınıf dayanışması değil mi?
Dayanışma içerisinde olmayanların, dayanışma sözü bana çok ağır gelmektedir. Göçmenler sadece kendi çıkar ilişkilerini düşünmektedir. Doğrusu dayanışma kültürünü Avrupalı emekçilerle birlikte düşünmek işimize gelmiyor!
Yapamadığımız, pek yapmadığımız, açıkçası çok da istemediğimiz dayanışma lafazanlığı böyle bir şey olmalı....
Dayanışmayı laf kalabalılığı yapanlar, dayanışmanın iradesine hakim olamıyorlar. Bulunduğu ve yaşadığı yerde uyumlu olamıyorlar. Bakış açılarını değiştiremiyorlar. Nitelikli dayanışma ittifakı yapamıyorlar. Dayanışmaya, özgün, samimi, sınıf bakış açısıyla yaklaşamıyorlar, Güncelleşemiyorlar. Türkiyeli dernekler ve gruplar dayanışma karşısında felakete odaklanmış durumdalar...