Bugün, Türkiye yakın tarihine düşünceleri ve mücadeleleriyle damga vurmuş şahsiyetlerimizden Mehmet Ali Aybar'ın sonsuzluğa göçünün 28. yıldönümü... Hem Türkiye'de, hem de tüm bölge ülkelerinde demokrasi ve özgürlük savunucusu milyonların büyük umut bağladığı Mayıs 2023 seçimlerini izlerken sık sık 60 yıl önceye giderek sosyalist hareketimizin ilk kez ülke çapında örgütlenmeye, önce yerel, ardından genel seçimlere hazırlandığı gençlik yıllarımın heyecanını da tekrar yaşadım. O döneme ilişkin anılarımda hiç kuşkusuz Türkiye İşçi Partisi'nin genel başkanı Mehmet Ali Aybar birinci derecede yer tutuyordu.
Gerçi Aybar'la şahsen ilk kez Türkiye İşçi Partisi'nin örgütlenmeye başladığı 1962 yılında karşılaşmış, ondan sonra da tam yedi yıl, hem partili olarak, hem de partiyi sürekli destekleyen bir gazeteci olarak sık sık birlikte olmuştum, ama kendisini ismen tanıyarak hayranlık duymam çok daha öncelere, ortaokul ve lise öğrencisi olduğum 40'lı yıllara dayanıyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Türkiye'nin hızla ABD emperyalizminin politik, askeri, ekonomik ve ideolojik egemenliği altına sokulmaya başladığı yıllardı. Sözüm ona çok partili rejime geçilmekte, ama Washington'un anti-komünist dayatmalarına harfiyen itaat ederek sol partiler ve sendikalar kapatılmakta, sol yayınlar dehal susturulmaktaydı.
Yayınladıkları cep kitapları ve Çocuk Ansiklopedisi'yle benim daha ilkokul yıllarımda ufkumu açmış olan Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in yönettiği Tan Gazetesi tesislerinin 4 Aralık 1945'te CHP'nin kışkırttığı anti-komünist güruh tarafından nasıl basıldığını Konya'da okuduğum yatılı ilkokulun son sınıfındayken öğretmenlerimize gelen gazetelerin manşetlerinden öğrenmiştim.
Üzerinden iki yıl geçmeden, İzmir'de yayınlanmakta olan Zincirli Hürriyet gazetesi de CHP iktidarının kışkırttığı anti-komünist bir güruhun saldırısına uğrayacaktı. Gazeteyi yayınlayan daha sonraki yıllarda Türkiye İşçi Partisi genel başkanlığını üstlenecek olan Mehmet Ali Aybar'dı.
İstanbul Üniversitesi'nde devletler hukuku doçenti olan Aybar Vatan Gazetesi'nde yazdığı yazılardan dolayı 1945 Aralık ayında üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmış, İstanbul'da yayınlamaya başladığı Hür adlı gazete de 8 Mart 1947'de sıkıyönetim komutanlığınca kapatılmıştı.
Bu nedenle İstanbul'u terk etmek zorunda kalan Aybar İzmir'e gelerek bu kentte haftalık Zincirli Hürriyet gazetesini yayımlamaya başlamıştı. Ancak Aybar'ın özellikle ABD "yardım"ını eleştiren yazıları üzerine CHP taraftarı Anadolu Gazetesi Zincirli Hürriyet aleyhinde iftiralarla dolu bir tahrik kampanyası açmış, 3. Sayısı çıktıktan sonra CHP'nin tahrik ettiği gençler 19 Nisan 1947'de gazete bürosunu ve matbaasını basıp tıpkı Tan Gazetesi gibi bu özgür sesi de susturmuşlardı.
O yıllarda ne Sertel'leri, ne de Aybar'ı şahsen tanımam olası değildi.
Mücadelelerini Türkiye'de sürdürmek olanağı kalmayan Sertel'ler sürgüne çıkmak zorunda kaldıkları için şahsen tanımam asla mümkün olmadı. Ancak, 60'lı yılların ikinci yarısında Ant dergisinin sosyalist mücadeleye katkısını izledikleri için, sürgünde yazdıkları kitapları Türkiye'de yayınlama onurunu bize tanıdılar... Sabiha Sertel'in yaşam öyküsünü anlattığı Roman Gibi ve Zekeriya Sertel'in Nazım Hikmet üzerine yazdığı Mavi Gözlü Dev adlı kitaplara bugün de İnfo-Türk'ün dijital arşivinde erişilebiliyor.
Mehmet Ali Aybar'la şahsen ilk görüşmemiz
Zincirli Hürriyet'i yayınlayan Mehmet Ali Aybar'ın adı ise ancak İzmir'de gazeteciliğe başladıktan sonra belleğimde unutulmayacak şekilde yer etmişti. Zincirli Hürriyet'e saldırının ayrıntılarını, ünlü 1951 Tevkifatı dolayısıyla tutuklanan ve mahkum olan komünist dostlarımın hapisten çıkmalarından sonra onlardan öğrenmiştim.
Muhalif gazeteci olmanın yanı sıra çalışan gazetecilerin haklarını korumak üzere kurulan İzmir Gazeteciler Sendikası'ndaki mücadelelerimden dolayı gazete patronları tarafından kara listeye alınıp işsiz bırakıldığım için 1962 yazında hayatımı kazanmak üzere İngiltere'ye gitmiştim. Ne ki, bir yıl önce kurulmuş olan Türkiye İşçi Partisi'nin Mehmet Ali Aybar başkanlığında örgütlenmeye başlaması üzerine İzmir'deki dostlarımın çağrısını alınca gurbetçiliğe son verip derhal İzmir'e döndüm.
Dönüşümün ertesi günü avukatım Suha Çilingiroğlu'nun Kemeraltı Caddesi’ndeki yazıhanesinde arkadaşlarla bir araya geldik.
Genel başkan olan Aybar’ın ilk açıklamaları ve bu açıklamalara gelen tepkiler üzerinde bir süre tartıştıktan sonra, partinin İzmir örgütlenmesi konusunda neler yapılabileceğini İstanbul’a giderek doğrudan Aybar’la konuşmaya karar verdik.
Aybar’la Galata tarafındaki Veli Alemdar İşhanı’nda bulunan avukat yazıhanesinde randevulaştık. Aybar’ın daha ilk karşılaşmada karşısındakini etkileyen kişiliği vardı. Gençlerin Türkiye İşçi Partisi’ne katılmak istemelerinden duyduğu sevinci gizlemiyordu.
Her birimizin mesleğini, geçmiş sosyal çalışmalarımızı sordu. Gazeteci olduğumu, Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu Yönetim Kurulu’nda yer aldığımı öğrenince çok sevindi:
"Basınla ilişkiler konusunda çok zayıfız" dedi. "Merkezde de, illerde de sosyalizm davasına inanmış gazeteci arkadaşların katılımı, sorumluluk üstlenmeleri çok önemli... Sizler de Türkiye İşçi Partisi’nin İzmir İl Yönetim Kurulu‘nda görev almalı, il başkanlığını üstlenen Avukat Nuran Yuluğ arkadaşımıza destek olmalısınız."
Aybar’la konuşmamızda beni en etkileyen şey, karşımızdaki müstesna kişinin konuşma tonu, seçtiği kelimeler, gözlerindeki insancıl bakış, tüm bunlara ek olarak söylediği sözlerin etkisini artırmak için kocaman ellerini ifadeli biçimde kullanışıydı.
"İzmir bir işçi kenti, göçmen kenti. Sınıfsal örgütlenme burada hızla geliştirilebilir" dedik. "Ama İzmir aynı zamanda NATO’nun iki karargahının da bulunduğu kent. Türkiye İşçi Partisi’nin NATO’ya, ABD’ye karşı tavrı çok önemli. Parti ABD emperyalizmine, NATO’ya karşı da kararlı bir mücadele sürdürecekse, bizler de sonuna kadar varız, ne görev verilirse yaparız."
İzmir’i çok iyi tanıyordu. Nasıl tanımasın ki 40’lı yılların ikinci yarısında o kentte Zincirli Hürriyet‘i çıkartmıştı. ABD ile ikili anlaşmalara Türkiye’de karşı çıkanların başında geliyordu.
"Hiç kuşkusuz, ABD hegemonyasına, NATO’ya karşı mücadelemiz, sosyalizm için mücadeleyle atbaşı gidecektir" diye vurguladı. "Sosyalizm mücadelesi aynı zamanda insan haklarına tam saygının sağlanması mücadelesidir. Parti, bu mücadeleyi de daima ön planda tutmalıdır."
Konuşma bizi son derece etkilemişti. Nihayet inandığımız düşünceleri yaşama geçirebilecek bir parti, partinin başında da lider niteliklerine sahip bir şahsiyet vardı.
O akşam için partinin Nuruosmaniye Caddesi’nde, sanıyorum Anadolu Ajansı’yla aynı binada bulunan parti genel merkezinde randevulaştık.
Partinin o sıradaki genel sekreteri Olcayto İlter’den başka, parti kurucusu sendikacılardan Kemal Nebioğlu, Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Salih Özkarabay da oradaydı.
Sendikacılardan sadece Kemal Türkler’i, Maden İş Sendikası Genel Başkanı olarak İzmir’e gelişlerinden tanıyordum. Onlarla da İzmir ve Ege bölgesinde örgütlenme potansiyeli üzerinde konuştuk. İzmir Türkiye’nin en büyük ihracat limanı, sanayi ve hizmet sektörlerinin hızla geliştiği bir merkezdi.
Aybar'ın yönlendirmesiyle önce İzmir, ardından İstanbul'da TİP militanlığı
Ertesi gün bizden merakla yanıt bekleyen İzmir'deki arkadaşlara telefon ederek göreve hazır olduğumuzu bildirdik. Artık partiliydik ve bu partiyi Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kentinde örgütleme sorumluluğuyla karşı karşıyaydık.
Suha'yla beraber İzmir'e döner dönmez avukat Nuran Yuluğ, sendikacı Rahmi Eşsizhan, gazeteci Mehmet Ressamoğlu, avukat Nurullah Tuksavul ve sendikacı İsmet Demiruluç'la bir işhanının üst katında tek odalı parti lokalinde bir araya gelerek TİP'in Ege bölgesindeki örgütlenme çalışmalarını başlattık.
Bu çalışmaların ürünü olarak, Türkiye İşçi Partisi ilk kez 1963 yerel seçimlerinde İzmir'in Gültepe belediyesinde işçi Mehmet Günay'ı belediye başkanı seçtirecekti.
Aybar'la kişisel ikinci karşılaşmam Ankara'da oldu... O sırada Ankara'daki Öncü gazetesinin sahipliğini devralmış bulunan Müşerref Hekimoğlu TİP'i destkelemeye karar verdiği için ben İzmir'de parti çalışmalarının yanı sıra bu gazetenin bölge temsilciliğini de üstlenmiştim. TİP merkez yönetiminin önemli bir toplantısı Ankara'da yapılacağı için izlemek üzere biz de başkente gitmiştik. Toplantıda Aybar'ın yaptığı önemli konuşmayı Öncü'de yayınlanmak üzere steno ile aynen not alıyordum.
İrticalen yaptığı konuşmanın Öncü'de tam metin yayınlanması Aybar'ı çok memnun etmişti. Bir sendika toplantısı için İstanbul'a gittiğimde Aybar’ın benimle mutlaka görüşmek istediğini söylediler. İlk kez parti genel merkezinde Aybar’la teke tek görüştük.
Genel Merkez artık Bâbıâli Caddesi’ndeki Vilayet Konağı’nın hemen altında büyük bir iş hanının üçüncü veya dördüncü katındaydı. Aybar kocaman elleriyle sağ elimi âdeta sarsarak sıktıktan sonra "Hoşgeldin, tam da zamanında" dedi. "Ben de genel merkez bürolarının örgütlenmesi üzerinde çalışıyordum. Gelecek hafta basın bürosuna, ardından da araştırma kuruluna katılması önerilen arkadaşları toplantıya çağıracağım. Senin her iki büroda da görev almanı istiyorum."
"Benim açımdan sorun değil" dedim. "Yarın sabah Gece Postası’nda sayfa sekreteri olarak işe başlıyorum. Sabah 6’dan öğleden sonra 2’ye kadar oradayım. Ondan sonraki tüm zamanım sendikamın ve partimindir. "
Günümün ilk sekiz saati gazetede, öğleden sonra ikindiye kadar federasyonun merkezinde, akşamları ise gece yarısına kadar parti merkezinde geçiyordu.
Görev aldığım Bilim ve Araştırma Bürosu, TİP’in 1964’deki 1. Kongresi’ne sunulacak olan programını hazırlamakla görevliydi. Ama yaklaşan 17 Kasım 1963 yerel seçimlerine de en etkin propaganda malzemelerini hazırlaması gerekiyordu. Büronun sekreterliğini Fethi Naci üstlenmişti. Parti programının yazımında kendisine Selahattin Hilav’la birlikte ben yardımcı oluyordum.
Bilim ve Araştırma Bürosu çalışmalarının yanısıra, partinin hukuk bürosu da bizzat Aybar’ın yönetiminde, Mayıs ayına kadar başta 141 ve 142. maddeler olmak üzere TCK’nun anti-demokratik maddeleri aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde açılacak dâvanın dosyasını hazırlamaya çalışıyordu
Aslında benim için parti çalışması bir bakıma daha sabahtan gazetede başlıyordu. Gece Postası’nı yayına hazırlamaya başlamadan önce tüm sabah gazetelerini elden geçiriyor, işlenecek konuları tesbit ediyordum. Bunu yaparken bir yandan da siyasal ve sosyal haberlerin geniş bir özetini çıkartıp sabah 9’da Aybar’a telefonla iletiyordum.
Aybar parti merkezine genellikle, Beyoğlu’ndaki Markiz Pastanesi’nde Fransızca gazeteleri okuduktan sonra gelir, geç vakitlere kadar kalırdı. Partide yaptığı ilk işlerden biri genel başkanlık adına yayınlanacak basın bildirilerini bana dikte ettirmekti.
Kendisiyle çalışmış olanlar iyi bilirler, Aybar’ın bir bildiriye veya bir başka metne son biçimini vermesi saatlerce sürerdi. Stenografiyle tuttuğum notlar üzerinde değişiklik yapmak sorun değildi, ama teksir edilmek üzere mumlu kağıda daktilo ettiğim nihai metinde değişiklik yapmak gerçekten bir çileydi. Teksir makinesine takılıncaya kadar belli kelimeler, hattâ cümleler üzerinde kırmızı korrektörle defalarca düzeltme yapılırdı. Düzeltilmiş yerlerde tekrar tekrar yeni düzeltmeler yapılmaya kalkışınca mumlu kağıt deforme olur, bir sayfalık metni yeni baştan daktilo etmek gerekirdi.
İstanbul'da gazetedeki sorumluluğum dolayısıyla TİP'in 1964'de İzmir'de yapılan 1.Büyük Kongresi'ne katılamamıştım. Ancak Aybar'ın önerisi üzerine kongrede hem genel yönetim kuruluna, hem de merkez yürütme kuruluna seçilmiştim.
TİP'ten ilk tasfiye edilenlerden olmamıza rağmen...
Ne var ki, kongrede fikir işçilerinin yönetim organları seçimlerinde emekçi kesimden sayılmaması ve gençlik kollarının de genel yönetim kurulunda temsilinin engellenmesi parti tabanında tepki yaratmıştı. Aynı zamanda sendikacı olduğum için genel yönetim kuruluna ve merkez yürütme kuruluna emekçi kesimden seçilmiş olmama rağmen, bu yanlışın düzeltilmesi için başlatılan imza kampanyasına hiç tereddüt etmeden ben de destek vermiştim.
Bu muhalefete katılmış olan İsmet Sungurbey, Fethi Naci, Muzaffer Buyrukçu, Edip Cansever, Demir Özlü, Nurettin Akan, Ömür Candaş ve gençlik kolları genel başkanı Ali Yaşar'la birlikte ben de haysiyet divanına verildim. Sungurbey ve Özlü bunun üzerine partiden istifa ettiler, bizler ise Haysiyet Divanı kararıyla partiden ihraç edildik.
1995'te Aybar'ın ölümü üzerine yazdığı bir yazıda, kendisinin en yakın mücadele arkadaşlarından, benim de partili yıllarda yakın dostluğum olan sendikacı Uğur Cankoçak, bu döneme ilişkin şunları söylüyor:
"1964'te ilk kongre İzmir'de yapıldı. Doğan Özgüden Merkez Yürütme Kurulu'na seçilmişti, galiba 25 yaşındaydı. Kısa bir süre sonra parti tüzüğündeki işçilerle işçi olmayanlar ayrı sandıklarda seçilmeleri kuralını getiren 52. Maddeye karşı çıktı ve partiden birkaç aydınla birlikte istifa etti. Aybar çok üzüldü. Beni çağırdı, 'Ne yap, ne et Doğan'a istifasını geri aldır' dedi. Çok uğraştım olmadı. Aybar'a sordum 'Neden Doğan?' Bana, 'Doğan partimizin en genç merkez yürütme kurulu üyesi. Ayrıca ciddi ve kafası çalışan, düşündüğünü de açıkça söyleyen biri. Partiye çok gerekliydi' dedi." (Cumhuriyet Özel Eki, 21 Temmuz 1995)
Partiden ihraç edilmiş olmama rağmen ben 1964-66 yıllarında Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni, daha sonra 1971 darbesine kadar Ant Dergisi ve Yayınları'nın kurucularından biri olarak Türkiye İşçi Partisi'ni desteklemeye devam ettim.
Türkiye İşçi Partisi'nde Aybar'ın liderliği döneminde de, ondan sonraki dönemde de zaman zaman tasfiyeler yaşandı. Örneğin, TİP'e 1963 yerel seçimlerine katılma olanağı sağlayan Senatör Niyazi Ağırnaslı, değerli hukukçularımızdan Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk de, tasfiyeye uğrayanlardandır.
Halit Çelenk bu partiden uzaklaştırma uygulamalarını "Türkiye İşçi Partisi'nde İç Demokrasi" adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Mehmet Ali Aybar ise, 1975 yılında Uğur Mumcu'nun sosyalizm, marksizm ve bağımsızlık üzerine kendisiyle yaptığı bir söyleşide Çelenk'leri partiden uzaklaştırmış olmanın acısını şöyle ifade edecekti:
“...Halit Çelenk ile eşi hakkında soruşturma açılmış ve uyarı cezası almışlardı Malatya Kongresinden sonra. Bu benim için acılı ve acıklı ayrı bir olaydır. Genel Yönetim Kurulunda Malatya Kongresindeki fraksiyonlara karşı sert kararlar alınmıştı. Kurunun yanında yaş da yanmıştı. Halit Çelenk ve Şekibe hanımla konuşma görevi bana verilmişti. Her ikisini de fakültedeki öğrencilik yıllarından tanırdım. Sevdiğim ve saydığım insanlar. O karşılaşmanın hüznü, acısı bunca yıl sonra hâlâ yüreğimdedir.” (Aybar ile Söyleşi. 6. basım, sf. 59)
Sonsuzluğa gidişinin 28. yıldönümünde, Zincirli Hürriyet kurucusu olarak meslektaşım, Türkiye İşçi Partisi lideri olarak yoldaşım Mehmet Ali Aybar'ı saygı ve sevgiyle anıyorum.