“Bir ülkede yoksulluk varsa
onu yazmayan yazar,
yazar değil; insan bile olamaz.”[1]
“Yazmak” konusunda -söylediklerimle birlikte![2]- altını çizeceğim ilk şey, onun cüretkâr bir yüreklilik olduğudur.
“O da ne için” mi? “Yüreklilik, tehditlere ve acılara tepki göstermenin yollarından biridir”[3] de onun için…
Çok dedim, bir kez daha tekrarlayayım: Yazmak, yaratıcı bir eylemdir; bu özelliğiyle de toplumsallaşabilen/ dönüşebilen hakikâtin kendisidir.
O bir yaşama biçimi, bir ahlâktır; sınır tanımayan özlemin taşkınlığıdır; Miguel de Cervantes’in Don Kişot’u gibi.
Miguel de Cervantes’in, “Kalem aklın dilidir,” uyarısındaki üzere yazmak, bir eylem, serüven olmanın yanında yaşama mündemiç itirazdır, eleştiridir; Franz Kafka’nın, “Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?” sorusu eşliğinde…
Kolay mı?
Max Horkheimer’ın, “Sanatın, edebiyatın ve felsefenin amacı varlıkların ve hayatın anlamını açıklamak, dilsiz olan her şeyin sesi olmak, doğaya acılarını anlatması için bir dil vermekti; başka bir deyişle, gerçekliği asıl adıyla çağırmaktı,” notunu düştüğü üzere nefes almak gibidir yazmak. Yaşamınızı, yaşamla bütünleştirmektir.
İç dökmek değil, içi görmektir; hissedilenlerin/ yaşanmışlıkların resmedilmiş hâlidir; zihin haritasını çizmektir. Bunun için de, “Yazmak ayrıca başkaları tarafından sürekli ‘gözaltında tutulmak’ demektir,” diye fısıldar kulağımıza Leo Cleizo…
Yazmak, tahayyül gücümüzün sınırlarını görmektir…
Yazmak resmetmektir, yansıtmaktır.
Hayal kurmayı yeryüzüne indirmektir.
Ve “Yazmak bir cehennemdir,” İlhan Berk’in deyişiyle…
Tam da bunun için Isabel Allende, “Yazı yazmak uzun bir iç hesaplaşmayı gerektiriyor,”[4] derken ekler George Gordon Byron: “Bir damla mürekkep bir milyon kişiyi düşündürebilir.”
O hâlde yazmak kelimelerin gücünü kabul etmek, onlardan korkmamaktır.
Kolay mı? Kendi gerçekliğine, var oluşuna açılan bir kapıdır yazmak. Bu yüzden zordur, yorucudur. Çok ciddi bir sorumluluktur aynı zamanda.
Yazmak basit bir eylem değildir. Yazmak seçim yapmaktır. Kafanın içinde, susmak nedir bilmeyen seslerden birini seçmektir, diğerlerini susturmak pahasına. Kim olduğuna karar vermektir, kendinle yüzleşmektir.
Amie Suche’nin işaret ettiği üzere, “Yazı yazmayı öğrenmek, her şeyden önce düşünmeyi öğrenmektir.”
Ayrıca yazmak cesur insanların işidir.
Yaratıcı bir hayal gücüdür yazmak; ateşler yakmaktır.
Kendi ateşiyle yanıp, küllerimden yeniden doğmaktır.
Hasılı “Yıka yıka yazmak budur, böyledir.
* * * * *
“İyi de neden mi yazılır?”
“Zaman zaman patlayan, yaralayan, fışkıran, içimizden iniltiler, yaşlar ve beddualar koparan sayfalar okuyorsak, bilin ki bu sayfalar sırtı duvara yaslanmış, tek savunması sözcükler olan biri tarafından yazılmıştır,” der Henry Miller…
Kolayca yazılmış hiçbir şey, yazılmış sayılmazken; her zaman yazılabilen bir şey de, “yazmak” olarak addedilemez…[5]
Çünkü, “Yazarın işi, insanlığı ölümün kucağına bırakmak olamaz”;[6] Oruç Aruoba’nın, “Yazar, en baştan zamana aykırı düşen kişidir,”[7] de ondan!
Ancak bir dakika! ‘The Wall Street Journal’ da yer alan, aralarında Orhan Pamuk’un da bulunduğu romancıların kitap yazma ritüellerinin aktarıldığı ‘İyi Roman Nasıl Yazılır?’ başlıklı makalede yazarların yazarken uyguladığı yöntemler konusunda şunları söyleniyor: 2009 ‘Man Booker Ödülü’nü kazanan Hilary Mantel, “Tıkandığında duşa giriyor”; ‘Pulitzer’ ödüllü yazar Junot Diaz, “İlham perisi küvette” diyor…
Hayır; kesinlikle hayır; edebiyatın önemine inanan birisi olarak, “yaratıcı maharet”le kast ettiğim bu değil!
“Sözünü ettiğim yazarlık” bahsinde; “Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben kesinlikle yan tutmayı yeğlerim,” der Nâzım Hikmet…
Karl Marx, “Yazar yaşayabilmek ve yazabilmek için para kazanmalıdır; ama asla para kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır”; Bertolt Brecht, “Yazarlar, hükümetlerin savaş yaptıkları kadar hızlı yazamazlar, çünkü yazmak düşünmeyi gerektirir,” diye ekler…
“Yazar soyluluğu, baskıya direnmek ve yalnızlığa boyun eğmektir,” notunu düşer Albert Camus…
O hâlde sözü Ferit Edgü’ye bırakalım: “Düş yoksa yazınsal yaratıcılık da yoktur.” “Yalnızca yazılan vardır. O da, artık, yazana ait değildir.”[8]
Yazar yazdıklarının sorumluluğunu taşımak zorundadır. Onun cesareti; söylemek istediği sözden, içinden fışkıran duygulardan, yazıya dökeceği düşüncelerden, anlatılardan, kurgulardan ödün vermemesindedir. Yazarın korkusuzluğu düzenin harcıâlem toplumsal ve estetik değerleri karşısında insanı, sanatı, toplumu, geleceği özgür kılacak değerler adına direnebilmesindedir.
Yazmak, yazgılarına boyun eğen, yaşadıkları hayattan hoşnut olan insanlara hiçbir şey söylemez.
Yazmak, asi ruhu besler, uzlaşmazlık yayar; hayatta çok fazla şeyi ya da çok az şeyi olanların sığınağıdır.
“Bir köle değilsen, bir işbirlikçi değilsen, bir tanık değilsen, bir iktidarla ne gibi bir işin olabilir?” sorusunu dillendiren Roland Barthes “Yazar” tanımını şöyle yapar: “Yazar söyleyeceği söze çalışan kişidir. Bu nedenle dilin tek sahibidir.” “Söz ne bir araçtır, ne bir taşıt: Bir yapıdır, gittikçe daha iyi kavrıyoruz bunu; ama yazar, tanımı gereği, kendi yapısını da, dünyanın yapısını da sözün yapısında yitiren tek kişidir.”
Ne demek istediğim konusunda bir an “Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım,” sözlerini anımsayın Sait Faik Abasıyanık’ın…
* * * * *
Özetin özeti: Jacques Derrida’nın “Benim için yazmak en temel performans ya da eylemdir,” saptamalarındaki üzeredir hemen her şey…
İnsan(lık)ın sus olduğu yerde konuşmayı başka bir hâle taşıma, toplumsallaştırma eylemidir o…
Yani José Saramago’nun, “Ölümü geciktirmek ve yaşamı uzatmak için yazıyorum”; Nicolas Guillen’in, “Düşmanlarımı ateşle susturamıyorum. Bunun için de yazıyorum”; Necib Mahfuz’un, “Yaşamakla yazmak aynı şey”; Tevfik Al-Hâkim’in, “Okuyucuyu düşündürmek için yazıyorum”; Jorge Amado’nun, “Yazmadan duramam. Halkın üzerinde bir etki yaratmak istiyorum. Daha iyi bir yaşam düzenine ulaşmak için yazıyorum. Askeri diktatörlüklere karşı koymak için yazıyorum”; Silvina Ocampo’nun, “Başkalarının neleri seçmeleri gerektiğini göstermek için yazıyorum. Dünyadaki önemli olayları yani dostluğu, aşkı, sanatı ve siyasal olayları vurgulamak için. Kâğıtlarda bizden bir şeyler kalsın istiyorum”; Milan Kundera’nın, “Yazmak benim için herkesin söylediğinin tersini söyleme zevkidir. Yani herkese karşın tek başına haykırmanın direnci”; Heinrich Böll’ün, “Yazmak benim için yaratmaktır,”[9] notunu düştükleri şeydir yazmak.
Ha bunlara bir de Elias Canetti’nin şu satırları eklenmeli: “Bir yazar ya özgündür, ya da yazar değildir.”[10]
Bir şey daha: İnsanlara görmediklerini göstermek cesareti ve elbette; her türlü tehlikeyi göze alma cüretidir hakkını vererek yazmak…
Nihai kertede yaşamı savunma biçimidir o…
Bu bağlamda sorumluluklarının cüretiyle yazmak kuru bir “merak”ın ürünü olmamalıdır. Amacı her daim “hakikâti bulmak”, “sözcüsü olmak” eylemine mündemiç olmakla mükelleftir.
Yazmanın, tarafı net olan bir yöntem felsefesi olmalıdır. Yazmak sorunsalına hakikât arayışı penceresinden bakarsak farklılaşma kaçınılmazdır.
Evet, yazmak bilmek, bilincinde olmak ve buna uygun davranmaktır; öğrenerek öğretmektir.
“Nasıl” mı?
“Bir kitap, içimizdeki donmuş denizin ortasına inen bir balta olmalıdır,” sözleriyle Franz Kafka hepimize, çoğunluğun unuttuğu yazmanın sorumluluğunu hatırlatır.
Anlatmaktan korkulanı dillendirmek için sözcüklere anlamlar yükleyerek haykıran yazmak, monologlardan kaçınıp, diyalogları çoğullaştırmakken; yazar bir dil yaratıp, onu yaşanır kılan anlatıcıdır.
Karl Marx’ın, “Bir yazar yapıtlarını bir amacın aracı olarak görmez. Yapıtları öz-amaçtır.” Yazarın kendisi de başkaları için o denli az araçtır ki, “Gerektiğinde kendi varlığını onların varlığına feda eder,”[11] notunu düştüğü yazmak eylemi düzen(sizlik) karşısında işlenmemiş bir “suç”ken; aslî görevi de sınıflı-sömürücü düzen(sizliğ)e kaos getirmektir.
Yani diz üstünde değil, ayakta ve diklenerek yazmak gerekir; Edward Said’in uyarısındaki üzere:
“Gözünüz hâminizin üstündeyken bir entelektüel gibi düşünemezsiniz. Sadece bir mürit gibi düşünebilirsiniz. Aklınızın bir köşesinde bir yerlerde onu memnun etmeniz, keyfini kaçırmamanız gerektiği düşüncesi vardır.”
“Entelektüelin tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak entelektüelin işine ihanet etmesi demektir.”[12]
* * * * *
Burada durup, bir parantez açmadan geçmeyelim: Meta fetişizminin hemen her şeyi teslim aldığı yabancılaşmanın orta yerinde insan(lık)tan ve toplumsallıktan uzak, tüketimi çoğaltan çok şey gibi yazmayı da kapitalist çılgınlığa alet eden yıkım egemendir.
Gerçeklerden kopartılan yazın tektipleştirilip, magazinel/ vasatçı saçmalıklarla değersizleştirilme kastıyla yüz yüzeyken; sınıflı-sömürücü kapitalist zorbalık kendi “yazar”ını, kendi “eleştirmen”ini yaratıyor!
Teslim alınmak istenen yazmayı yazmak yapan, özgürlüktür!
Gabriel García Márquez’in, “Yazmayı sürdürmek isteyen ünlü bir yazar şöhrete karşı kendisini sürekli korumalıdır,” uyarısı eşliğinde vicdan ve onur için yeniden yazmak gerekiyor.
Evet, Saltikov Şçedrin’in “Vicdan kayboldu” çığlığını yüreğinden aktarmak zorundadır günümüzün yazarı. Yazar suskunsa vay hâline dünyanın. Eksiktir ve eksik olduğu için de yanlıştır.
Yazmak eylemi bir itiraz alanıdır. Çünkü o; “Memnuniyetsizliklerimizin kayda geçirilmesidir.”[13]
Tam da burada Marie-Henri Beyle Stendhal’ın, “Sokağa tutulan bir aynadır,” notunu düşerken; “İyi de yazmak dünyayı değiştirir mi?” diye soracak olursanız…
Evet değiştirir! Çünkü nihai kertede dünyayı değiştiren fikirlerdir. Evet kitapların dönüştürücü gücü vardır. Toplumları da kitaplar dönüştürür. Mesela Charles-Louis de Secondat Montesquieu’nün ‘Kanunların Ruhu Üzerine’si; Jean-Jacques Rousseau’nun ‘Toplum Sözleşmesi’; Karl Marx ile V. İ. Lenin’in yapıtları büyük dönüşümlerin işaret fişeği olmamış mıdır?
* * * * *
Sakın ola, bir an dahi unutmayın!
Yazmak eylemi, siyaseti de kapsar ve yazara sorumluluk yükler…
Jean-Paul Sartre, yazarı “Çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın” olarak görür. Aydının görevini de “Yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek” diye tanımlarken haksız değildir.
Yazmak eyleminin konusu insan(lık) ve yaşamdır.
Jorge Luis Borges’in, “Adasında yalnız yaşayan Robinson olsaydım yazmazdım,” vurgusu ve “Niçin yazıyorsunuz?” sorusunu; “Ben acil bir soruna, bir iç gerekliliğe cevap vermek için yazarım” diye yanıtladığı üzere…
Evet, “Yazmak”ın fiilsiz, yani “eylem”siz olamayacağını düşündüm her daim. Yazmanın gücü, sergileyip vurguladıklarıyla “Başka türlüsü mümkün” dedirtmektedir!
Ayrıca da eylemin “olmaz olmaz”ının da, eleştiri olduğundan şüphe etmemektir.
Yazmak meselesine, Eugene Ionesco gibi bakılmalı: “İnsan yazmaktan kaçınmalı belki. Ama bu olabilirlik yeni bir sorun çıkarıyor ortaya; hareket etmeli mi etmemeli mi, yaşamalı mı yaşamamalı mı, herhangi bir şeyi yapmalı mı yapmamalı mı, çünkü hepimizin bildiği gibi yazmak da bir çeşit eylemdir.”
Toparlarsak: Yazmak bir yolculuktur; iz bırakmaktır; giderek çoğalıp, toplumsallaşan tek kişilik bir etkinliktir. Bir ihtiyaç olmanın da ötesinde, yaşamanın bir başka boyutudur.
İşbu nedenle kalıcıdır yazılar; yadsınamazlar; yüze tutulan aynadırlar. Yazılanlar nerelerden nerelere gelindiğinin kaydıdır; kişisel tarihçedir yazmak.
“Yara”yla ve “yaratmak”la bitişik eylemdir o; yaranın izdüşümüdür; kalemden damlayan kan, yaraya basılmış tuzdur.
Karanlıktaki çoban ateşidir; umudu tükenmemiş insandır yazmak; karşı çıkmaktır. Dünyayı değiştirme “suç”una ortak olmaktır…
Ayrıca bir düştür; “deli cesareti”dir yazmak sevdası, yaşamı aşka dönüştürmektir. Sürekli başlangıç olan bir eylemi ifade eder yazmak…
Yok(sun)luklara, uyu(tul)maya itirazdır yazmanın esbab-ı mucibesi; devamlılığı sağlamak, ölümsüzleşmek, ölümsüzleştirmektir.
Bunlardan hareketle yazmak eylemini “rahatlatıcı aktivite”, “en güzel meditasyon çeşidi”, “rehabilitasyon”, “ego tatmini”, “terapi” diye sunmaya kalkışan aymazlıklara inat; “Yazmasam delirecektim,” çığlığıdır.
Nihayet unutmamak, unutturmamaktır; ölümsüzlük vaadidir; alev alev yanmak ve yakmaktır yazmak.
Bir kez daha tekrarlayayım: Yazmak için yaşamak, yaşamın hakkını vermek, dünyaya aşağıdan bakmak, böyle düşünüp/ davranmak gerekir.
Çünkü Alexandre Dumas’nın tabiriyle, “Gecenin karanlığında güneşi pencerene çizebilmek”tir yazmak…
* * * * *
John Berger’in, “Şimdi hayal edemeyeceğimiz koşullar altında direnmeyi sürdüreceğiz. Dayanışma içinde beklemeyi öğreneceğiz. Tıpkı bildiğimiz her dilde övmeyi, sövmeyi ve küfür etmeyi ilelebet sürdüreceğimiz gibi...”[14] uyarısını “es” geçmeyenler için yazmak, keyif almak için, yoksulluktan ve yoksunluktan bihaber yapıl(a)maz.
Yazmayı, yazmak yapan; hayatı savunan itiraza mündemiç ısrar ve eylem özelliği taşımasıyken; insan(lık)ın ürettiği bir direnç olarak yazın; aktarmakla sınırlanmadan ifade edip, önermek ve itiraz edip, eleştirmektir.
Yazmak eylemi, ispatlamaz, gösterir, işaret eder, düşündürür, hüküm vermeye yol açar; hiçbir şeyi hayattan üstün tutmaz/ tutamaz ve gerçekliğin muhtaç olduğu eleştiriye “es” geçemez; “Yaşam bir yanıt değil, bir sorudur, bunun yanıtını sadece siz bulabilirsiniz,”[15] notundaki üzere Ursula K. Le Guin’in…
Evet, evet “yazmak”, yaşamak ve yaşatmak kadar cesaret ve ahlâk işidir. Çünkü bir Latin Atasözü’ndeki üzere, “Utanmasını bilmemek, utanç verici bir şeydir…”
Yazarken, yani yaratırken “Anne bak kral çıplak” diye haykıran isyancı çocuk yanımızı daima diri tutabilmeli ve Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Mühim olan büyüyünce de öyle kalabilmektir,” sözlerini unutmamalıyız.
Son sözü de Aziz Nesin’e bırakalım: “En güzel yapıtım, henüz yazmadığımdır”!
30 Ocak 2023 17:39:27, İstanbul.
N O T L A R
[*] Görüş, Nisan 2023…
[1] Yaşar Kemal.
[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Yazmak Eylemine Mündemiç Notlar”, Kaldıraç, No:192, Temmuz 2017… https://temeldemirer.wordpress.com/2018/10/22/yazmak-eylemine-mundemic-notlar/ ii) Temel Demirer, “İnsan(lık)ı Yazmak Hâl(ler)i”, Kaldıraç, No: 234, Ocak 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/08/15/insanliki-yazmak-halleri/ iii) Temel Demirer, “Yazar(lar)ın Eylemidir Yazmak”, Kaldıraç, No: 258, Ocak 2023… https://temeldemirer.wordpress.com/2023/01/22/yazarlarin-eylemidir-yazmak/ iv) Temel Demirer, “Sorumluluğuyla Yazmak ve ‘Ödül(lendirilmek)’ Meselesi”, Kaldıraç, No:220, Kasım 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2020/07/08/sorumluluguyla-yazmak-ve-odullendirilmek-meselesi/ v) Temel Demirer, “Hayallerimizi Emziren Yazmak Eylemi”, Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No:93, Temmuz Ağustos Eylül 2020… https://temeldemirer.wordpress.com/2020/08/20/hayallerimizi-emziren-yazmak-eylemi/ vi) Temel Demirer, “Yazmak-Nihai Kertede- Eylemdir”, Güney, N:62, Ekim-Kasım-Aralık 2012… https://temeldemirer.wordpress.com/2012/10/13/yazmak-nihai-kertede-eylemdir/ vii) Temel Demirer, “Yazmayı Yazmak Yapan”, Patika Dergisi, No:89, Nisan-Mayıs-Haziran 2015… https://temeldemirer.wordpress.com/2017/06/26/yazmayi-yazmak-yapan/ viii) Temel Demirer, “Bir Yaratıcılık Hâli: Yazmak”, Ümüş Eylül Dergisi, No:12, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014… https://temeldemirer.wordpress.com/2014/09/11/bir-yaraticilik-hali-yazmak/ ix) Temel Demirer, “Yıka Yıka Yaratarak Yazmak”, Newroz, Ağustos 2018… https://temeldemirer.wordpress.com/2018/10/08/yika-yika-yaratarak-yazmak/ x) Temel Demirer, “Doğan Hızlan Vesilesiyle Eleştiri ve Yazmak Üstüne”, Kaldıraç, No:228, Temmuz 2020… https://temeldemirer.wordpress.com/2020/09/12/dogan-hizlan-vesilesiyle-elestiri-ve-yazmak-ustune/ xi) Temel Demirer, “Yazmak Serüvenine Bir Bakış”, Newroz, Şubat 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/03/26/yazmak-seruvenine-bir-bakis/ xii) Temel Demirer, “… ‘Yazmak’ Babında Bir Dosta”, Newroz, Yıl:4, No:122, 25 Şubat 2010… https://temeldemirer.wordpress.com/2012/04/07/yazmak-babinda-bir-dosta/ xiii) Temel Demirer, “Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat”, Kaldıraç, No: 236, Mart 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/09/12/bir-sanat-dali-olarak-edebiyat1/ xiv) Temel Demirer, “Edebiyatın -‘Sihirli’- Gücü”, Newroz, Ağustos 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/11/07/edebiyatin-sihirli-gucu1/ xv) Temel Demirer, “Edebiyat Sarsarak, Yıkarak Yenile(ni)r”, Güney, No:98, Ekim-Kasım-Aralık 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/12/19/edebiyat-sarsarak-yikarak-yenilenir/ xvi) Temel Demirer, “Yazmak Eyleminin Kadınları”, Arasöz Sanat ve Politika Dergisi, Aralık 2015… https://temeldemirer.wordpress.com/2016/08/28/yazmak-eyleminin-kadinlari/ xvii) Temel Demirer, “Firari Yaşam(ın)ın Yazmak Eylemi”, Birgün Gazetesi, 4 Mayıs 2017… https://temeldemirer.wordpress.com/2017/05/07/firari-yasaminin-yazmak-eylemi/
[3] John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, Agora Kitaplığı, 2007, s.122.
[4] Isabel Allende, Paula, çev: İnci Kut, Can Yay., 2012.
[5] “Anlaşılmaz bir düzyazı çoğunlukla entelektüelliğin değil tembelliğin göstergesidir; kolayca okunan bir yazıysa asla kolayca yazılmamıştır. Ya da böylesine anlaşılmaz bir yazı kaleme alan yazar içerikteki eksikliği gizlemek istiyordur; anlaşılmaz olmak söyleyecek hiçbir şeyi olmayan için benzersiz bir korunaktır.” (Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayınevi, 11. Baskı, 2011, s.195.)
[6] Elias Canetti, Yazarın Uğraşı, çev: Ahmet Cemal, Tan Dergisi, No:8, Aralık 1982… http://zaferyal.kuzeyyildizi.com/yazarinugrasi.jpg
[7] Oruç Aruoba, Hani, Metis Yay., 9. Basım, 2012, s.87.
[8] Ferit Edgü, Tüm Ders Notları-Deneme, 2. Baskı, YKY, 1999.
[9] Aktaran: Hıfzı Topuz, “Yazmasalar Olmaz mıydı?”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2020, s.2.
[10] Elias Canetti, Edebiyatçılar Üzerine, çev: Gürsel Aytaç, Payel Yay., 2007.
[11] Aktaran: S. S. Prawer, Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, çev: Ezgi Kaya-Selin Dingiloğlu, Yordam Yay., 2017.
[12] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 1995, s.85.
[13] Virginia Woolf, Bütün Öyküleri, Çev: Deniz Arslan, Timaş Yay., 2016.]
[14] John Berger, Hoşbeş, çev: Aslı Biçen-Beril Eyüpoğlu-Oğuz Tecimen, Metis Yay., 2016, s.104
[15] Ursula K. Le Guin, Her Yerden Çok Uzakta, Çev: Semih Aközlü, İmge Kitabevi, 2016, s.47.